Michelangelo, İtalya’da Rönesans döneminin ünlü ressamlarından. Aynı zamanda heykeltıraş, mimar ve şair.
1534-1541 yılları arasında Papa
III. Paulus için Sistine Kilisesi’nin sunak duvarına Kıyamet Günü adlı olağanüstü zengin ve kapsamlı eserini çizer.
Bir sonraki Papa
IV. Paulus, her ne kadar
“Ucube!” demese de, tablodaki imgelerin fazlaca müstehcen olduğu iddiasıyla Michelangelo’dan eserini
“biraz düzelterek daha uygun hale getirmesini” ister. Ünlü usta şöyle cevap verir:
- Hiç sorun değil, düzeltirim… Ama söyleyin Papa’ya, önce kendisi dünyamızı daha uygun ve yaşanılır bir hale getirsin, sonra bu tablo da aynı uygunluğa girecektir.
Bunu okuduğumda aklıma yine bizim sanat uzmanı Başbakanımız
Erdoğan geldi. O, Papa IV. Paulus’a göre daha sert. Düzeltme falan istemiyor;
“kaldırın” diye buyuruyor.
Sonra Michelangelo’nun Kıyamet Günü’ne baktım. Öyle 5-10 dakika bakarak yorumlanabilecek bir eser değil. (Ya da Başbakanımız gibi bir sanat uzmanlığım olmadığından, bu benim yapabileceğim bir şey değil.)
* * *
Ardından Kıyamet Günü’nü düşündüm. Hani şu
“Mahşer” denilen…
Hani İsrafil’in sur borusunu üfleyeceği, bütün insanların cansız bir hale geleceği, dağların parça parça olacağı, denizlerin birbirine gireceği, yıldızların yerlere döküleceği gün…
Hani sağ ve sol tarafımızda duracak meleklerin yardımıyla günahlarımızın ve sevaplarımızın ortaya döküleceği, amel defterinin açılacağı, büyük hesaplaşma günü…
Hani kimilerine göre 2013’te, hatta kimilerine göre 2012’de bizi bekleyen gün…
“Belki yarın, belki yarından da yakın”...
Sonra hayallere daldım…
Diyelim ki
“kıyamet günü” dedikleri an geldi çattı. Söz gelimi, uzayda varlığı daha önceden bilinmeyen dev bir gök taşının birkaç gün sonra dünyamıza çarparak onu yok edeceği ortaya çıktı. Yani artık
“günlerimiz sayılı”…
Ne olurdu acaba?..
* * *
Son günlerimizde ne yapardık?..
Dünyadaki savaş ve çatışmalar sürer miydi?
İsrail ve Filistin birbirlerine son bir darbe indirmeyi mi denerdi? Ya da İran, var gücüyle nükleer bir felaket mi hazırlardı Amerika için? ABD, Afganistan planını hızlandırır mıydı?
Yoksa hepsi iptal mi ederdi savaş, bombalama ve işgal planlarını?
Savaşmaları istense bile, hücum emri alan askerler eskisi gibi koşar mıydı ölmeye ve öldürmeye? Yoksa kalan zamanlarını ailelerinin yanında geçirmek için bir küfür basıp fırlatır mıydı silahlarını?
Batı’dan kredi bekleyen ülkelerin liderleri de benzer küfürlerle milyarlarca dolardan son bir keyifle vazgeçer miydi?
Kremlin’de, Beyaz Saray’da ve başka yerlerde en önemli koltuklarda oturanların ömürleri, en yakınları tarafından birer kurşunla kısaltılır mıydı?
Başkanların, bakanların, müdürlerin danışmanları ve yardımcıları, şeflerine gerçek duygularını nefretle haykırır mıydı?
Yağcılar yağcılığa devam eder miydi son günlerinde de?
“Yandaş medya” aynı enerjiyle
“ıslak misyonunu” sürdürebilir miydi acaba?
Parlamentolarda kavga gürültü çıkmaz mıydı? Siyasetçi, milletvekili ve bakan olmak için söylenen yalanlardan ağız dolusu itiraflarla vaz geçilmez, sonunda gerçekler dile getirilmez miydi?
Başbakan,
Atatürk’le ilgili duygu ve düşüncelerini açıklamaz mıydı nihayet? Okyanus ötesinden verilen fetvalardaki
“hoşgörü ve birleştiricilik” yerini daha sert mesajlara bırakmaz mıydı?
“Demokrasiye saygı” şemsiyesinin arkasına saklananlar, tarihin son darbesine soyunmaz mıydı?
Sabahattin Ali, Abdi İpekçi, Kemal Türkler, Uğur Mumcu, Metin Göktepe, Hrant Dink ve daha birçok cinayetin sırları birdenbire su yüzüne çıkmaz mıydı?
* * *
Tecavüzler yaygınlaşır mıydı son günlerini yaşadığını bilen insanlar arasında? Ya cinayetler, saldırılar, hakaretler? Yağmacılık artar mıydı? Ya da intiharlar?
Ömür boyu para biriktiren cimriler kalpten gider miydi?
Kılıbık koca sonunda karısına
“Aslında seni hiçbir zaman sevmemiştim!” diye bağırır mıydı? Karısı da geçen yaz onu aldattığını itiraf eder miydi?
Sevenler, aşlarının büyüsüne teslim olarak birbirlerinin kollarında mı beklerlerdi ölümü? Kızlık zarı son günlerde de korur muydu otoritesini? Pısırık oğlanların her biri birer aslan kesilmez miydi?
Yıllardır dile getirilmemiş sevgi sözleri ve zamanında dilenmemiş özürler daha kolay telaffuz edilmez miydi?
Kıyamet Günü’nün sıcak nefesini ensesinde hissedenler, yıllar boyunca düşünmeye bir türlü fırsat bulamadıkları bir şey olan
“hayatın anlamı” üzerine kendilerini bile şaşırtan sonuçlar çıkartmaz mıydı?
Ben en eski dostlarımdan biri olan güncemle vedalaşırken onun son satırlarına
“Keşke her günümüzü son günümüzmüş gibi yaşayabilseydik!” diye yazmaz mıydım?