05 Mart 2017

Kılıç artığı…

'Vatan ile hayat' arasında bağ kurmakta zorlanıyoruz. Ama 'vatan ve ölüm' deyince ezberimizde çok şey var

Savaşkan bir milletiz evelallah.

Yüzyıllarca savaştık.

On binlerce insan öldürdük. Biz de on binlerce kayıp verdik.

En çok gördüğümüz renk “kan kırmızısı”.

Hâlâ daha yorulmadık.

Bugün neredeyse her yerde savaşmak arzusundayız.

Yabancı topraklarda fetih peşindeyiz.

İçerde de terörizme karşı savaş sürüyor.

Hemen her gün kanlı haberlerin tutsağıyız.              

Bıkmadık, usanmadık.

Kan istiyoruz daha.

Bizi en çok heyecanlandıran taleplerden biri, idamın geri getirilmesi.

Ölümlerden medet umuyoruz.

Hayatı pek sevdiğimiz yok.

Ölümü kutsuyoruz ama.

En değerli varlıkları olan çocukları öldürülen insanların “vatan sağ olsun” selamıyla cenaze kaldırması, övgüye değer bulunuyor.

Vatan ile insan hayatı arasında bağ kurmakta zorlanıyoruz.

Ama vatan ve ölüm deyince, hepimizin bir anda sıralayacağı hazır ezberimiz çok.

Ve ölüm sosuyla süsleyip nefretle suladığımız düşmanlıklarımız var her zaman.

*             *             *

 

Bizden başka olanlar düşman.

Herkes...

Sadece yabancılar, Hristiyanlar, Yahudiler falan değil.

“İçimizdekiler”den de nefret ediyoruz.

Türk, Müslüman ve Sünni değilse, canı cehenneme!

“Turkish demokrasimiz”in dayandığı “çoğunluk keyfiyeti”, Türk, Müslüman ve Sünni tabana dayanıyor.

Gerisine diktatörlük gerek!

Gerekirse hayatı cehennem etmek!..

Asmak, kesmek, içeri atmak, korkutup susturmak!..

Muhalif ses çıkartmak yasak!

Ama düşmanlık, ırkçılık, kışkırtıcılık, şovenistlik, saldırgan milliyetçilik yapmak serbest.

Hem de öylesine serbest ki...

Sadece muhaliflere karşı değil, bazı iktidar yandaşlarına karşı da kullanılabiliyor bu söylemler.

Alın işte, vaktiyle Hürriyet’e “usta gazeteci” diye övülerek transfer edilen iktidar yandaşı, hatta sözcüsü bir gazeteci de düşmanlık oklarının hedefine konabiliyor.

Geçtiğimiz günlerde Devlet Bahçeli’nin söylemediğini bırakmadığı Abdulkadir Selvi’den söz ediyorum.

MHP’yle ilgili yaptığı yorumu beğenmediği Selvi’ye verip veriştiren Bahçeli, en ağır darbeyi “kılıcıyla” indirdi:

“Kılıç artığı” dedi onun için...

Selvi sadece söyleyip yazdıklarıyla değil, Alevi olarak doğduğu için de Bahçeli’nin tepkisini çekmişti.

“Kılıç artığı”: Tonlarca ağırlıktaki tarihsel nefreti bağrında toplayan bu iki kelime, iki kurşun gibi saplandı "usta gazeteci"nin bedenine.

Selvi savunamadı kendini. Kem küm etti. “Benim dedelerim falanca savaşta şehit düştü. Köklerim de Oğuz Türklerine dayanır” gibi bir şeyler geveledi.

Tercümesi “Vurmasana abi bee!” diye yapılabilecek silik bir savunma.

Öyle “sen nasıl bana kılıç artığı dersin?” türü cesur bir çıkış yok.

 

*             *             *

 

Ne demek “kılıç artığı”?

Vaktiyle “kılıçtan geçirilenler” arasına girmemiş, tesadüfen kesilmemiş, kaçıp kurtulmuş veya canı bağışlanmış azınlıklar...

Ermeniler... Aleviler...

“Haklı davamız” uğruna böylelerini kılıçtan geçirmek iyidir, haktır, caizdir...

Biz adamı keseriz. Ortaçağ’da da keserdik. Şimdi de keseriz. İster keseriz, ister yakarız.

Zaman bize işlemez, bizi değiştiremez, bize adım attıramaz.

Titizlikle koruduğumuz kalıplarımız arasında “kılıçtan geçirmek” gibi, “kılıç artığı” gibi düşmanlık söylemleri de vardır.

Ve bu söylemi, siyasi varlığını ve geleceğini kendi partisinin kitlesinden ziyade Saray’a bağlamış olan Bahçeli, referandum sürecinde bir iktidar yanlısı gazeteciye karşı kullanıyor.

Bahçeli zor günler geçiriyor. Karmaşık duygular yaşıyor; tavırları bazen saldırgan, bazen çaresiz üslupta.

Ama hep sinirli, hep asıp kesen tavırlar içinde.

Zaten “ezeli düşman” komünizm yok olduktan sonra ülkücüler kendilerini bir türlü toparlayamadılar. En yakın “can simidi” Kürtler oldu. Ve ardından diğer Türk ve Sünni olmayanlar...

Hiçbirini insandan saymıyor Bahçeli.

“Onların bayrağı bezdir” diyor, örneğin, sinirlerini bozan Barzani için (dediği de doğru elbette, bayraklar bezden yapılıyor).

“Ama bizimkisi...” diyor ve şanlı, şaşaalı, tehditkâr nutuklar atıyor sonrasında...

 

*             *             *

Bahçeli’ye yeni doğmuş iki bebek gösteriyorum hayalimde. Ufacık, yumuk yumuk, birbirinin kopyası bebeler...

Biri, diyorum, Türk, Müslüman, Sünni...

Öteki değil...

Bizden değil...

Ne kanı bizden, ne geni...

Az önce bebelere aynı bakışla bakan Bahçeli’nin duyguları değişiyor.

Ee, ne de olsa biri “bizden”, diğeri “onlardan”...

Ne acı, değil mi!..

Yıl 2017!..

Bu arada, bitmez tükenmez MHP tartışmalarıyla ilgili merak ettiğim bir şey var:

Muhalif lider adayları, Bahçeli’ye karşı çıkarken partiye ideolojik-siyasi olarak ne getiriyorlar?

Irkçılıkla ilgili görüşleri ne?

Mesela, “kılıç artığı” kesimlere nasıl bakıyorlar?

MHP’yi savaşkan ve militan milliyetçilikten merkeze doğru, demokrasiye ve insani değerlere daha yakın bir çizgiye çekebilecekler mi?

Yoksa mesele, eldeki kılıcın veya dildeki kılıç söyleminin kimin tarafından telaffuz edileceğinden ibaret mi yalnızca?

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"