Hani kısa boylu, kaprisli ve sinirli bir Fransız var ya. Geçenlerde Portekiz’de herkesin birbirine diş bileyerek “tarih yazdığı” NATO zirvesinde yönünü Türkiye’ye dönerek bir laf etmiş:
- Biz kediye kedi deriz!
Füze Kalkanı’nın hedefinin (İran olarak) kağıda geçirilmemesine bozulan Jean-Paul Belmondo tavırlı adama bizim Başbakanımız cevap vermiş ve yönünü Fransa’ya dönerek şöyle demiş:
- Ne olacak yani, biz de kediye kedi deriz!
Bu mertlik söyleminin büyüsünden kendini kurtaramayan Başbakan dün de Lübnan’ı fethederken yönünü İsrail’e dönerek benzeri bir söz söylemiş:
- Biz katile katil deriz!
Demek ki her şeyi ve herkesi adıyla sanıyla apaçık konuşmak lazım.Lafı dolandırmadan, eğilip bükülmeden.
Adam gibi konuşarak…
“Adam gibi”?..
* * *
Adamlar ve hatta “adam gibi adamlar” tamam da…
… Bir de kadınlar var.
Eğilip bükülerek kendilerine “kadın” diyemediğimiz onca kadın…
Halkımızın yarısı. Çoğu kez hayatımızın da yarısı…
Kediye kedi, katile katil diyebiliyoruz. Ama kadına kadın diyemiyoruz.
Biz diyemeyince de “elin adamı” bu durumu hissediyor, görüyor, araştırıyor ve bizim saklamaya çalıştığımız kirli çamaşırları ortaya döküveriyor.
Mesela, Dünya Ekonomik Forumu, 2010 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’nda, Türkiye’nin 134 ülke arasında 126. sırada süründüğünü söyleyiveriyor.
Oysa biz tam da zirvelere alışıyorduk. Ekonomimiz dünyanın 16. sırasında geliyor. Kalkınma hızımızla da dünyayı ikiye katlıyoruz.
Yakışır mı bize sondan 9. olmak?
Bugün, 25 Kasım Uluslararası Kadına Karşı Şiddete Hayır Günü’nde, günde ortalama üç kadını şiddete kurban ediyoruz.
Bu sayıda son 7 yılda yüzde 1400 artışla rekora koşuyoruz.
Yaklaşık 5 milyonunu cahil bıraktığımız kadınlarımıza her fırsatta baskı uyguluyoruz, hatta dövüyoruz, dahası öldürüyoruz.
Ama yeri gelince “erkeklerle asla eşit olamayacağı belli olan” kadınlarımıza kendi canımız(dan çok) malımız gibi sahip çıkıyor pozlarına giriyoruz.
Ve önemli günlerde (bazı) kadınlarımızın ellerini öpüp onlara saygı gösterisinde kusur etmiyoruz.
Hatta kadınlara öylesine saygı duyuyoruz ki, bu saygıdan dolayı onlara “kadın” bile diyemiyoruz.
Kediye kedi, katile katil diyebiliyoruz. Ama kadına kadın diyemiyoruz.
Ne diyoruz?
Nazik bir üslupla “bayan” diyoruz.
* * *
Özellikle son yıllarda gizli bir el dilimizi değiştiriyor. Neyi nasıl yapıyor, bilmiyoruz, ama bir de bakıyoruz, eşek arısı sokası dilimiz farklılaşıvermiş.
En “kulak tırmalayan” kelimelerden biri “bayan”...
Kadına kadın diyemez olduk. Bayan aşağı, bayan yukarı...
Önümüzde farklı cinsiyetten iki kişi varsa, biri erkek öteki bayan oluyor artık. Kadınların cinsiyetini “bayan” olarak ifade ediyoruz. Bunu derken de özel bir kibarlık gösterdiğimizi sanıyoruz.
Konu spor alanına kadar taşıyor. Basketbol Federasyonu, “Bayanlar Ligi” yerine “Kadınlar Ligi” ifadesini kullanacağını bildiriyor. Ama Voleybol Federasyonu “Bayanlar Ligi kavramı devam etmeli” buyuruyor.
Türk Dil Kurumu, “kadından yana” tutum açıklarken, “bay” ve “bayan” kelimelerinin, hitaplarda, soyadlarının önünde kullanılan saygı sözü olduğu hatırlatıyor.
Ama “bayan kelimesinin yaygın kabul görmesi” ve “bazı kesimlerin ‘kadın’ denmesinden tedirgin olması” gibi argümanlar havalarda uçuşuyor. Bu tür “duyarlı arkadaşlar”, herhalde “bayanlar 100 metre koşusu başlıyor” gibi garip bir cümleyi teklemeden telaffuz edebiliyor.
Biz de bunu yüz ifademizi hiç değiştirmeden dinleyip olağan karşılayabiliyoruz.
Kediye kedi, katile katil diyebiliyoruz. Ama kadına kadın diyemiyoruz.
Ne diyelim, bu garip nezaket anlayışıyla, dilimizin en anlamlı kelimelerinden birinin gündem dışı bırakılmasına ses çıkarmayacaksak, 3.5 ay sonra “8 Mart Dünya Bayanlar Günü” kutlamalarına hazırlanalım şimdiden.