İşte yine göz göze geldik.
Kalemim ve ben...
Bazen öyle alaycı bakıyor ki bana...
Gözlerimi kaçırmak zorunda kalıyorum.
Başka biri olsa anında haddini bildirirdim; ama o...
Beni iyi tanıyor; gücümü ve zaaflarımı biliyor.
Üzerimdeki etkisini de...
Birlikte yaratmamızın keyfini de...
Dokuz doğurup en sonunda kelime öbeklerinin arasında boğulmamızı da...
Başardığımızda zaferin hamurunu kendisinin yoğurduğunu savunuyor.
Başaramadığımızda sorumluluğu benim yeteneksizliğime veriyor.
* * *
Kalemim ve ben...
Kalemim kendini genç, dinamik, özgür, cesur ve isyankâr görüyor...
Beni ise yaşlı, yorgun, ihtiyatlı, korkak ve itaatkâr...
Kalemim yalnızca koşmak, sınırları aşmak ve yeniden koşmak istiyor.
Benim amaçlarım var. İmajım ve rollerim var. Sevdiğim ve sevmediğim insanlar var. Okurlarım var.
Bunlar kalemimin umurunda değil.
Benim bir kimliğim, kişiliğim, cinsiyetim, alışkanlıklarım, ahlakım, olurlarım ve olmazlarım var.
O beni ele geçirdiğinde tüm bunları elinin tersiyle itebiliyor.
Ben hayata inanıyorum.
O ölümsüzlüğü arıyor.
* * *
İşte yine göz göze geldik.
Kalemim ve ben...
"Ne o?", der gibi baktı bana. "Bu sıcak gündemde siyaset yazarak mı tatmin olmaya niyetlisin bugün; yoksa duygularını ve hayatı mı eşeleyeceksin?"
Ona her şeyden ve herkesten daha fazla tutkun olduğum halde, böyle zamanlarda içimden neredeyse nefret dumanları çıkararak haykırasım gelir:
"İster siyaset yazarım, ister aşkı veya hayatı! Yazmadım mı daha önce sanki? İyi yazılar çıkarmadık mı seninle birlikte?"
Kalemim sinsi sinsi güldü:
"İyi yazılar mı? Neye göre, kime göre iyi?"
Kızgınlığımı kontrol edemeden yapıştırdım cevabı:
"Beğenmedik mi onca yazıyı? Beğenilmedik mi? Onca okur yorumu, twitler, 'beğenme'ler, tıklar..."
Kalemim mağrur sessizliği ile sözümü keserek ders verir gibi konuştu:
"Dur bakalım orada! Seninle en beğendiğimiz yazıları hatırla! Onlar hâlâ arşivlerin mahzun gölgesinde bekliyor. Ama senin - yıllar öncesinin alışkanlığı ve mücadele hırsıyla - siyasi iktidarı eleştirdiğin coşkulu yazılar çok daha fazla okunuyor."
"Bu az şey mi? Özgürlüğün böylesine sınırlandığı ortamlarda demek ki okurun ihtiyacı..."
Yine cümlemin sonunu bekleme nezaketini göstermedi:
"Özgürlük değil o, kavga! Boş ver sen okuru! Kendin için yaz, benim için yaz! İbadet eder gibi çıkarsız ve inançla yaz!"
* * *
Uzun bir sessizlik oldu.
Bilgiç kalemime göstermeden bu pazar için doldurduğum heybeye usulca bir göz attım. Şimdi oradan ne çıkarsam çıkarayım kalemimden itiraz gelecekti.
Çılgın bir hızla otoriterleşen iktidarı eleştirip toplumu "kendimce" uyarmaya çalışsam... Neye yarardı ki?
Halkın büyük bölümü yolsuzluğu ve rüşvetleri gördü. Ama bunu seçimlere yansıtmaya niyetli olmadığını ortaya koydu. Suskun da olsa, aslında en büyük felâketimiz bu değil mi?
Sözde herkes dindar ve ahlaklı, rüşvet almak "günah" ve "vicdansızlık". Ama insanlar kendi çıkarlarını gördükleri anda, vahşi ormanda yolunu kaybeden bir ceylana dişlerini geçiren sırtlanlar gibi kutsal saydıkları değerleri yok edebiliyorlar.
Çünkü yüzyıllardır öyle yaşayagelmişler bu topraklarda. Kendilerine yalan söyleyenleri - aslında söylenenin yalan olduğunu hissetseler de - günlük çıkarları için göklere çıkarabiliyorlar. Ta ki, daha fazla çıkar vaat eden bir başkasının gücüne güvenene kadar.
Bu tutum genlere işlemiş neredeyse. Ne desen boş. Kelimeler kifayetsiz.
Üstelik sen onları "akıllı ve ahlaklı kelimeler" yardımıyla biraz fazlaca sarstığında, dudaklarından anında dökülüveren "millî ve dini söylemleri" var. Duruma göre, ezanları, bayrakları, vatanları, milletleri, örf ve adetleri...
Sıkıysa bütün yalanlarını ve demagojilerini, fikirlerini ve oylarını değiştirmek istediğin insanların yüzüne açıkça haykır!
Kaç kişide bu cesaret var? İktidarın yüzde 40'ıyla 49'u arasında ürkek hesaplar yapan muhalefette mi?..
* * *
Ben kalemime yansıtmamaya çalıştığım iç hesaplaşmalar arasında bunalarak yolumu kaybetmişken bir ses duydum.
Kalemimin sesiydi bu.
"Yine bildiğini okuyorsun", dedi bana. "Ömrünün 40 yılını büyük ölçüde siyasete verdin. Hayatının siyasetten kurtardığın bölümlerinde bile - beğenilme, onaylanma, saygı görme, destek alma gibi - siyaseti andıran ölçütlerle çevrelenmiş şeritlerde yürüyorsun."
Kalemim isyan ediyordu. Bana ve herkese. Her şeye. En başta yalanlara ve sahte hayatlara.
Doğrusu, ona sakinleşmesini söylemek gelmedi içimden. Kendimi savunmak için onca verip veriştirdiği ben olmadan kendisinin de istediği keşiflere çıkamayacağını kullanmaya falan da kalkmadım.
Sürü halinde davranmaya alışkın bir toplum içinde, birey olup kendimizi tanımaya çalıştıkça zaman zaman umutsuzca parçalanıyor, sessizce yarılıyor, acıyla ikiye bölünüyorduk.
Bir yanımız geçmişe ve eski yöntemlere esir kalmaya devam ediyordu, öteki yanımız ise özgürlük adına başkaldırıyordu.
Bir yanımız hayata sımsıkı tutunuyordu, öteki yanımız ise pek bilmediği ufuklara doğru akıp gitmek istiyordu.
@AksayHakan