Sizden nasıl bıktım, bir bilseniz!..
Her yerde, her zaman karşıma çıkıyorsunuz. Kendime sığınak yaptığım evimden dışarı adım atar atmaz sizinle karşılaşıyorum.
Durakta sizinle birlikte otobüs bekliyoruz. Gelen otobüste oturabilmek için açıkgözlük edip önüme geçmeye, ufak tefek kol ve dirsek hareketleriyle beni saf dışı etmeye çalışıyorsunuz.
Otobüs sizlerle dolu. Biriniz hemen yanı başımda korkunç bir sesle sümkürüyor. Bir başkanız üzerime abanıp yolculuğunu benim sırtımda yapmaya hevesleniyor. Uyardığım zaman, bana “ne olmuş yani biraz şey ettikse!” gibisinden kırgın bakıyor.
Arka sıralara doğru ilerleyerek sizden kaçmak istiyorum. Ama orada da varsınız. Ağzınızdan yayılan kokuyu duyunca insanın “afiyet olsun!” diyeceği geliyor. Bu hoş (!) kokudan sanki herkesin yararlanmasını ister gibi derin nefeslerle onu yüzüme doğru üflüyorsunuz.
Korkunç şapırtılarla, garip ağız hareketleriyle ve dilinizin yardımıyla, kürdan kullanmadan dişlerinizin arasında sıkışmış et parçasını çıkarmaya çalışıyorsunuz bir de.
Yana çekiliyorum. O da ne? Ayağımın üzerine bir buldozer çıktı. Yine siz! Nereye bastığınızın farkında bile değilsiniz.
Zorlukla çekiyorum ayağımı. Siz kaygısız gözlerle bana bakıyorsunuz. Öyle ya, ayağımın incisi mi döküldü sanki?
Bunlar yetmedi gibi, burnumun dibinde bağıra çağıra konuşmaya başlıyorsunuz. Aman Tanrım, insanlar birbirlerine 20-30 cm mesafeden konuşurken neden bu kadar bağırırlar? Yoksa konuştuklarının otobüsün en arkasından da duyulması şart mıdır?
Üstelik o kalabalıkta bir de ani el-kol hareketleriyle destekliyorsunuz anlatınızı; parmağınızın gözüme girmesine son anda engel olabiliyorum.
* * *
Otobüsten inip de yolun karşısına geçmeye çalıştığımda sizlerden oluşan bir şoförler ordusu, sanki canımı almak için üzerime sürüyor arabalarını. Ne birbirinize, ne de yayalara yol vermeye ant içmişsiniz anlaşılan. Güçlükle kurtarabiliyorum canımı.
Sizden kaçmak, sizi unutmak istiyorum. Örneğin, sinemaya gitmek işe yarayabilir.
Bilet almak için sıraya giriyorum. Ve aynı anda sizi görüyorum. Şunun sırasında 3-4 kişilik bir sıra var; neden biriniz beni iteler, neden diğeriniz uyanıklık yapıp başını başka yerlere çevirerek ve gözlerine safça bir ifade vererek çaktırmadan sıranın önüne dalar? Biraz bekleseniz kıyamet mi kopar sanki?
Neyse, size çok uzakta bir koltuk seçmeye özen göstererek yerleşiyorum ve kendimi filme vermeye hazırlanıyorum. Film başlıyor.
Olamaz! Yanımdasınız! Sizin sohbet, gülüşme ve popcorn seslerinizden filmdeki konuşmaları duyamıyorum. Ha bir de ışıklarıyla dedikodu yayan cep telefonlarınız var...
Ya sabır çekiyorum.
Ama o da ne? Arkamda da siz varsınız. Dizlerinizi benim koltuğum arkasına dayadınız ve film müziğinin ritmine uygun olarak benim koltuğu sallamaya başladınız. İyi de, size benim müziğe göre beşik misali sallanmak istediğimi kim söyledi?
Alın size hemen her uçak yolculuğunda karşılaştığım sahneler: Arkadan sallayanlar, yan koltuktan taşanlar, bağır çağır sohbetler...
Uçaktan vazgeçmem çok zor. Ama sinema... Acaba filmleri yalnızca evde izlemeye mahkûm olmayı mı seçeceğim “pek yakında”?
* * *
Evet, eve dönmeli.
Yani sığınağa, kaleye, siperlerimin ve surlarımın gerisine.
Şükür ki orada yoksunuz.
Kapıyı çektiğim zaman sizden uzak rahat nefes alabiliyorum.
Ama sokağa çıkmadan da yaşanmaz ki!
O sokaklar ki sizin işgaliniz altında...
Yollarda cep telefonuyla bağırarak gezinen sizsiniz.
Arabanızı üç arabanın park edebileceği bir yere bırakıp “benden sonra tufan” diyen de sizsiniz.
Aynı arabanın direksiyonunda yeşil ışık yanar yanmaz hiç beklemeden kornaya basan da.
Tepemize halı silkerek, herkesi kirletme pahasına temizlik yapan sizsiniz.
Her yeri, küçücük asansörleri bile o vazgeçemediğiniz sigaranızın dumanıyla zehirleyen, hoşgörü beklemekten çok, kayıtsız bir itaat talep eden yine sizsiniz.
Her yerde, her zaman karşıma çıkarsınız.
Sizden nasıl bıktım, bir bilseniz!..