8 Mart’ta bir e-mail aldım.
Ama ne dediğini anlamadım.
Bilmediğim bir dilde yazılmıştı çünkü.
Kuzey’deki uygar ülkelerden birinin dili, mesela, İsveççe olabilir diye düşündüm.
Ama hemen araştırmadım.
Önce bilmediğim dildeki mesajı incelemeye koyuldum.
Böylelikle kendi kendime heyecan yaratma, belki de bir hikâye yazma şansım doğabilirdi.
Söz gelimi, “meçhul bir kadından gelen mektup” olabilir miydi bu?
15-20 yıl öncesinden bir anı canlanabilir miydi?
Birkaç paragraflık iletiye en sonuna kadar bakıp anlamaya çalıştım; ı-ıh...
En sonda bir şeyler yazıyor ve bir isim var:
Annika Saarikko.
Bir kadın!..
Evet, o kadarını anladım.
Sonra mektubu Google’ın çeviri sayfasına yerleştirip “dili otomatik algılama” tuşuna bastım.
Fince idi.
Çeviriyi okumadan bir durup kendi kendime oynadığım oyunu sürdürdüm.
Finlandiya’dan Annika Saarikko adında “meçhul” bir kadın bana bir mektup yazmıştı.
Hem de 8 Mart’ta.
Kafamı tavana dikerek hafızamı yoklamaya çalıştım.
Leningrad’da son sınıftayken Finlandiya’dan bir grup gelmişti bizim öğrenci yurduna. O grubun yöneticisi olan kadınla arkadaş olmuştum.
Kısa saçlıydı. Ela gözlü ve kumraldı. Çok içten bir gülümsemesi vardı. Evinde hiçbir zaman televizyon olmadığını söylemişti.
Adı Annika olabilir miydi?
Bu kadar hayal gücü zorlaması sonunda beni güldürdü.
Oyundan yorularak çeviri sayfasına baktım.
Hayallerim önce sarsıldı...
Sonra da yıkıldı.
Benim “meçhul kadın” olarak görmeye çalıştığım Annika, yani Annika Saarikko bir bakandı.
Finlandiya Aile ve Öncelikli Yardımlar Bakanı.
Ve nedense benim mail adresime Finlandiya’daki eşit işe eşit ücretle ilgili Fince bir ileti göndermişti...
8 Mart’ta...
Annika bunu neden yapmıştı acaba?
Yoksa... Yoksa...
Annika o kadın olabilir miydi?
Yine Google’a başvurdum ve Annika Saarikko adını yazarak bir arama yaptım.
Sarışın bir kadın. Mavi gözlü.
Ve 1983 doğumlu.
Ben o Finli kadınla tanıştığımda 3 yaşındaymış...
Morali bozuk halde resmî mesajı (evet, artık resmî bir mesajdı o benim için) okudum.
Kadınların çalışma yaşamlarıyla ilgili güzel şeyler yapıldığını bildiriyordu.
Aferin, dedim, bir kez daha aferin Finlandiya’ya...
Ve sarışın, mavi gözlü Annika’ya. Yani Sayın Bakan Saarikko’ya...
Sonra yorgun bir hamleyle iletiyi silmek için uzanıp biraz durdum.
Günde ne kadar çok ileti alıyor, ne kadarını siliyordum?
İleti gönderenler arasında kimler yoktu ki!
Partiler, sendikalar, dernekler, gazeteciler, bazı uluslararası kuruluşlar...
Şimdi de Annika...
Benim gönüllü olarak abone olduğum, bir kısmı Rusça konu başlıklarına göre gelen mesajlar...
Her gün yüzlerce ileti...
Arada reklamlar...
Bıktıranlar, bunaltanlar ve “bloklama” gerektiren adresler...
Soru, öneri, eleştiri, teşekkür ileten okurlar ve seyirciler...
Sadece dertleşenler...
Küfür ve tehdit edenler...
Az, hem de çok az sayıda arkadaş mektubu...
Öyle kuru “e-mail” falan değil, gerçekten mektup denilecek sıcaklıkta satırlar...
Silemediğim, çok uzun süredir sakladığım bazı yazışmalar...
Bu mektupların yanında, başlangıçta bana adımla bile hitap etmeyen “özel değil genel” iletiler ne kadar anlamsız kalıyor, diye düşündüm.
Hiç okunmadan silinmeyi hak ediyorlardı belki.
Ama yine de göz ucuyla da olsa bakmak gerekiyordu gelen iletilere.
Annika küçük çaplı bir düş kırıklığına dönüşmüştü belki.
Ne var ki yine de, bir gün gelebilecek “beklenmedik” bir mektubun içimde hâlâ bir kıpırtısı olduğunu anlamıştım bu 8 Mart sabahı.
Facebook ve Vkontakte gibi sosyal medya araçlarından birçok eski arkadaşımı buldum. Ama kaybettiklerimin ve bir türlü ulaşamadıklarımın sayısı hâlâ fazla.
Onlardan birinden bir ileti gelmez mi acaba bir gün?
Mesela, yıllar önce benim en iyi okurlarımdan biriyken, katılmadığı birkaç siyasi konudaki yazılarım yüzünden aniden benimle kavga eden, sonra da çekip giden o iyi ama biraz kızgın arkadaş geri döner mi bir sabah?
Sanırım 12-13 yıl kadar önce o zamanlar popüler bir mesajlaşma hattı olan ICQ’den bana yazan, yüzünü hiç görmeden büyük değer verdiğim, haftada bir gününü yaşlı insanlara yardım faaliyetlerine ayıran o güzel yürekli genç dişçi şimdi nerede acaba?
Uzun süredir görmediğim eski bir can dostum, bir gün ansızın internetten yazar ve bunca yıldır neler yaptığını anlatır mı?
Bir tarihte kırdığım veya kırıldığım birileriyle sıcak bir ileti yardımıyla buluşabilir miyiz?
Bunca fuzuli siyasi mesaj ve reklam yerine, işe yarar, dişe ve kalbe dokunur bir şeyler çıkar mı şu internet iletişim hatlarından?
Çıksa da ben de oturup duygularımdan nemli ve kırılgan cümleler kursam bu beklenmedik mektuba cevap verebilmek için.
Olsa da, okumaya, yazmaya değse...
Değmezse ne anlamı var!
İsterse Finlandiya’dan 34 yaşında mavi gözlü ve sarışın bir kadın olan Annika’dan gelsin.
Cevap yazmaya gitmez elim...
Sen de kusura bakma artık Sayın Finlandiya Aile Bakanı!
Bu yazımdan haberdar olur da ne dediğimi anlamazsan Google çeviri sayfasına yerleştir. “Otomatik algılama” tuşuna basarsan dilimi anlarsın da...
Yüreğimi hisseder misin, onu bilemem sevgili Annika...