Türk taksi şoförlerinin dünyanın en kültürlü insanları olduğunu biliyor musunuz? Hayır, öyle çok eğitimli olduklarından veya binlerce kitap okuduklarından değil. O direksiyonun başına geçince birdenbire “insan sarrafı” olma yeteneklerinden ve siyasetten spora, ekonomiden magazine kadar her konuda anında uzmanlaşmayı başarmalarından dolayı.
Geçen gün bunlardan biriyle seyahat etme ve yüksek fikirlerinden yararlanma fırsatını buldum. 20-25 yaşlarında görünmesine karşın özgüveni arka koltuğa kadar taşıyordu.
Önce her zaman olduğu gibi “yasakları cesurca delerek” takside içtiği sigarayı, oldukça mütevazı nezaket anlayışıyla birleştirip “Seni rahatsız etmez, di mi, abi?” diye sordu; ardından cevabı hiç beklemeden iç politikaya ve ekonomiye dalıverdi.
“Şu gösteri işi de çok uzadı”, dedikten sonra direnişçilerin Gezi Parkı'nı “pisletmesi”nden, “camide içki ve grup seks alemleri”ne kadar bir dizi tanıdık iddiayı tekrarladı. Sonunda lafı en çok önemsediği konuya getirdi:
- Para kazanamıyoruz, abi! Ne otelciler, ne taksiciler! Ekonomi o kadar iyi giderken bu eylemciler her şeyi mahvettiler!..
Gezi Parkı'nda defalarca gördüğüm gençler aklıma geldi. Onlar mı “her şeyi mahveden”?..
- Tabii ki onların boyunu aşar, abi! Arkalarında faiz lobisi var!
- Faiz lobisi ne demek ki?..
- Iıı... Şey işte ya... (Hin bir gülümsemeyle:) Sen bilirsin, abi, okumuş adama benziyorsun...
- Faiz lobisine kadar her şeyi bana sormadan tıkır tıkır anlatıyordun ama...
- Ya işte, faiz lobisi şey demek abi: Dış mihraklar! (Kendi bulduğu cevabın coşkusuyla sesini iyice yükselterek:) Yabancı parmağı, abi! İçimize sızdılar! Amerikalısı da bize karşı, Almanı da, Rusu da!..
* * *
Birden Gezi Parkı olaylarının ilk günlerinde yoğun gaz altında utanılası bir zorunlu kaçış sırasında istemeden çarptığım yabancı bir kadının yüzü geldi aklıma. Nasıl üzülmüştüm ona çarptığıma! Nasıl da şaşkın ve ürkekti bakışı! Acaba hangi “dış mihrakın içimize sızmış ajanı” idi?..
Başka turistler de zarar gördüler o günlerde. Gezip eğlenmek için geldikleri bir ülkede onca gaz, coplama, dayak olayının içinde kalıverdiler. “Asla kimseyi takmayacak kadar güçlü olan devlet”, uzlaşma arayışı yerine şiddeti seçerken onları da umursamadı.
Sonunda başta Taksim olmak üzere oteller ve alışveriş merkezleri boşaldı. Dahası birçok ülkeden turistler yaza yönelik turlarını iptal etmeye başladı. Ama “resmî tavır” değişmedi. Sırada Gezi Parkı'nın “zor kullanılarak boşaltılması” vardı...
“Turizmin merkezi” Antalya’da “bu yıl yüzde 5’lik bir azalma yaşanabilir, maddi kayıp 1 milyar doları bulabilir” tahminleri dile getirilmeye başladı. “Turizmin yükselen yıldızı” İstanbul'un 2013 hedefi olarak belirlenen 10 milyon turist sayısına ulaşması zorlaştı. Aksaray, Laleli ve Sirkeci'de iptaller yüzde 50’leri buldu. Asya yakasında bile yüzde 30'luk iptal oranından söz edilir oldu. 2013 yılında, ay bazında yüzde 15-25’lerde gerçekleşen gelen turist artış oranı, Haziran ayında yüzde 2 civarında kaldı.
Ve tabii o günlerde başta Turizm Bakanı Ömer Çelik olmak üzere hiçbir üst düzey turizm yetkilisi turizmin göreceği zarardan söz etmedi ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın sertlik yanlısı çizgisini eleştirmedi.
Oysa turizm son dönemde ulusal ekonominin “motor gücü”, hatta kimilerine göre “Türkiye'nin petrolü” idi. Turist sayısı bakımından dünya turizminin 6. basamağına, turizm gelirleri bakımından da 10. sıraya yükselmiştik. 2012 yılında turist sayısı 36,7 milyona, turizm geliri ise (GSMH içindeki payı 6.4'e çıkarak) 29 milyar 351 milyon dolara ulaşmıştı.
Bu coşkulu yükseliş, Gezi olayları ile aniden sarsıldı. Moraller bozuldu. Yakın zamanlara kadar “rakip Mısır karışıkken" ellerini ovuşturanlar birdenbire kendilerini aynı konumda hissederek paniğe kapıldı.
Başbakan korkusu yüzünden yüksek sesle sorgulanmayan iç politika giderek sertleşirken, yabancı turistlerin hiçbir şey fark etmemesi ve huzur içinde çok para harcaması gerektiği gibi tuhaf yaklaşımlar savunulmaya başladı.
Bakan Çelik'in “Türkiye, istikrarı ile, demokrasisi ile, dış politikası ile bir dünya markasıdır.” demesinin ardından, Turizm Bakanlığı kolları sıvayıp “her derde deva” reklam ve imaj kampanyalarıyla, “tanıtım ataklarıyla” durumu düzeltme çabalarına girişti.
* * *
Genç taksici "sıkı yorum" saydığı her bir cümlesini yüksek sesle tekrarlıyordu:
- Yabancılar, abi! İçimize sızdılar! Gençleri tahrik ettiler! Olayları “protokol” ettiler!
- Provoke ettiler...
- He... (Burada asla takılmayıp hiçbir şey olmamış gibi devam ederek:) ABD de bize karşı, AB de, Rusya da!..
- Rusya niye karşı ki?
- KGB ezeli düşmanımızdır, abi. Sızar her yerimize!..
- KGB kapatılmamış mıydı? Hani şimdi FSB diye...
- Ya abi ya!.. (Sözümü keserek ve sanki sinirlenerek:) Bırak FS'yi BS'yi! Koca KGB kapanır mı? Komünistler bizi rahat bırakır mı?
Şaşkınlığım aptallaşma aşamasına doğru ilerlerken duruma ve kendime hâkim olmaya çalışıyorum:
- Kaç doğumlusun sen, delikanlı?
- Ben mi? (Sonunda ilgi gördüğünden dolayı büyük bir memnuniyetle ve "ben" kelimesine iyice bastırarak:) Ben 91'liyim, ama 92'li sayılırım. Çünkü 91'in Aralık ayında doğmuşum ben...
Tanrı'nın işine bak! KGB için de, SSCB için de Aralık 1991 "ölüm tarihi" olarak geçmişti kayıtlara...