19 Temmuz 2015

Hayatı değil ölümü kutsayanların lanetli memleketi

Kutsal hayat kuramadık 90 yıldır, ama kutsal ölümün birçok çeşidini icat ettik

Bayram ziyareti...

Ama öyle düşündüğünüz gibi değil...

Ne el öpme...

Ne kucaklaşma...

Ne şeker...

Ne harçlık...

Burası mezarlık...

“Ev sahibi” bir ölü...

Ziyarete gidenler ufacık çocuklar...

Aralarından en büyüğü kendisini asla duymayan ve duymayacak olan mezar sahibine gözyaşlarıyla bir şeyler anlatıyor:

“Keşke toprağın altında ben kalsaydım. Babasız hiç durulmuyor. Kimin arkasında gezeceğim belli değil. Kimin eline gideceğim belli değil...”

Son iki cümleyi tam anlamamakla birlikte büyük bir ağırlık duygusu taşıdıklarını hissediyorum.

Ama özellikle ilk beş kelimeye takılıyorum:

“Keşke toprağın altında ben kalsaydım...”

Çocuk, kaybettiği babasıyla yer değiştirmek istiyor.

Yani ölümü tercih ettiği bir yaşamın içinde olduğunu haykırıyor.

12 yaşında bir kız çocuğu, daha hayatın bir sürü rengini ve mutluluğunu tanımadan nasıl olur da ölümü ister?

Bu nasıl bir ülkedir ki çocuklar gözyaşı dökerek ölümü özlerler?

*     *     *

 

O kız çocuğunun adı Semanur Haznadar.

Öyle ünlü biri değil.

Babası da ünlü değildi.

Ali Haznadar, geçen yıl 28 Ekim günü, Ermenek'in Pamuklu Köyü'nde Has Şekerler Madencilik Şirketi'ne ait linyit ocağını su basınca 17 arkadaşıyla mahsur kalmış, 38 gün sonra da – tıpkı ötekiler gibi – ancak eller üzerinde ocaktan çıkarılmıştı.

Ali Haznadar gibi binlerce kişi sessiz sedasız iş kazalarına kurban gittiği ve bu korkunç rezaletler hem devletin tepesinde hem de toplumun yüreğinde “fıtrat” ve “kader” olarak geçiştirildiği için, bu haber pek öne çıkarılacak cinsten değildi.

Bunlar, ahlaksızlık ve duyarsızlık lügatinin önde gelen kelimeleri olduğundan, pek bir sevilen ve yaygın kullanılan anlatımlardı.

Her vicdansız, kendi şartlarına kolayca uydurabiliyordu onları.

Daha önceden de bilinen geçmişiyle artık pek “ünlü” olan Metro Turizm’in sahibi, kaza üstüne kaza yapmış otobüsleri ve yerlerde kan içinde yatan ölü müşterileri hakkında "Kaderdir bu kader, imanın şartıdır, uzatmayın öyle trafik kazası falan diye..." mesajı veriyordu.

Ve “uzatanları” neredeyse tehdit eder gibi konuşuyordu.

Ne olmuştu ki yani, orada biraz insan öldüyse...

Bunlardan daha çoook vardı bu memlekette...

“Ölenle ölünmez”di ve hayat “bir şekilde sürüp gidecek”ti” işte.

Ve para kazanılmaya devam edilecekti.

Rahat hayat sürmeliydi çünkü.

Ölen ve her an ölmesinde pek bir sakınca olmayan insanların paralarıyla satın alınması gereken daha epeyce konfor vardı.

Hem zaten Metro Turizm - hakkında açılan dava ve çıkarılan söylentilere rağmen – AKP’ye, devletine ve dinine sonuna kadar bağlı örnek bir şirketti; daha ne?..

 

*     *     *

 

Devlet ve iktidar konusuna girmişken...

Bizdeki kadar halkını bin bir türlü “kutsal” amaçla bir an evvel öteki dünyaya göndermek için yanıp tutuşan başkası var mı acaba?

Düşünün... Bir devlet ki, durmadan savaş içinde. Tarihi boyunca.

İçerde savaşıyor, dışarda savaşıyor...

Gelmişsin ta 2015 yılına. Adam planlarını hâlâ savaş ve kan üzerine kurmayı tartışıyor.

"Başlarım Kürt sorunundan!.." (“Başlangıcı” bu!)

Yani?

Yani tekrar başlayalım iç savaşa!

30 yılda 40-45 bin insan öldüyse ne çıkar!

Nüfus 80 milyona dayandı.

Devede kulak!

Hem nasılsa ölenler "onlar"...

Onun için “derin stratejiler” kurmak sandığınız kadar zor değil.

"Bak, ne diycem: Acaba, diyorum, biraz Suriye'ye girsek...

Birkaç yüz kişi öldürüp, eh, haliyle biraz da 'şehit' verip şöyle güzel bir 'tampon bölge' kursak?..

Sonra duruma göre davranırız. Olmazsa biraz daha savaşır kan dökeriz. O arada içerde de 'antiterör operasyonlar' falan...

Bir de bakarsın, öyle yüzde 41-45 falan hesaplarıyla, anket çarpıntılarıyla hop oturup hop kalkmaya falan gerek kalmaz. Belki birkaç yıl idare ederiz öyle 'olağanüstü durum' filan. Oradan da, hooop, (başka türlü olmuyor ki, görüyorsunuz!) başkanlık sistemini tesis ederiz.

Ha, o arada binlerce insan ölmüş, ne olur yani!!!

Tohumuna... Yani... Şey...

Cennete gidecekler be! Daha ne işte!.."

 

*     *     *

Hayat değil ölüm için sulanıyor sanki bu topraklar...

Yaşamak pek fazla anlam taşımıyor, ama ölüm çoğu kez “kutsal” olabiliyor.

Mesela, bir “iş kazası”nın ardından acele verdiği demecinde ne demişti Başbakanımız Ahmet Davutoğlu:

"Ölenler bizim için şehit hükmündedirler!"

Pardon, ama sizin "hükmünüz" ne ki, kimin şehit olup olmadığına anında karar verebiliyorsunuz?

Hemen ölüleri (ve dolaylı olarak kalan yakınlarını) "ödüllendirmeye" çalışırken nasıl bu kadar bol keseden “paye” dağıtabiliyorsunuz?

Ama “suç” sadece iktidarda mı?

Ya insanlar? Ya toplum?

Belki de hemen herkes, İstanbul eski valisi Avni Mutlu’nun dediği gibi, "ölümü severek mutlu oluyor"...

Olur mu olur! E zaten "bu dünyadan daha iyisini vaat eden" dinî referanslarımız da arkamızda...

Fıtrat-mıtrat, derken - eski bakan Erdoğan Bayraktar'ın mükemmel anlatımıyla söylersek - "sinek gibi insan ölüyor".

Yine de iş ve trafik kazaları, deprem tehlikesi, iç savaş falan kimsenin pek umurunda değil.

Ölüp duruyoruz; ama önemli değil, doğuyoruz da.

"Üç çocuk, beş çocuk" derken sonuçta sandık başına gidecek epeyce insan çıkıyor ortaya. Varsın bir kısmı da başka sandıkların içinde toprağın altına tıkıştırılsın.

Ölseler ne olacak?

Haydi, açık konuşalım: Biraz daha ölüm olsa bile hayatımıza devam etmenin, konuşup gülüşmenin, yiyip içmenin, eğlenip sevişmenin bir yolunu bulacağımızı bilmenin rahatlığını taşımıyor muyuz?

Kolayca kabullenilmiş bunca “ölüm” arasında “hayat” diye bir değer var mı ki?

Şehit cenazelerinde dökülen gözyaşlarının arasında oğullarını savaşa feda etmekten gurur duyan bunca ana ve baba varken, yaşamanın kutsallığından söz edilebilir mi?

Ölmek, yaşamaktan daha anlamlı bu topraklarda.

Yaşamasını pek öğrenemedik, beceremedik bir türlü kendimizi ve yanımızdakileri mutlu etmeyi.

Onun için pek değer veremedik hayata, ister bizimki olsun, ister başkasınınki.

Yaşamak, aşk, edebiyat, sanat, bilim pek bir önem kazanamadı.

Kutsal yaşam kuramadık 90 yıldır; ama kutsal ölümün birçok çeşidini icat ettik ne yazık ki.

 

@AksayHakan

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"