Mevsimi geldi. Bu zamana kadar milletin içinde önce sakin sakin, sonra kıpır kıpır oturan birçok kişi, artık milletten biri değil, milletin vekili olmak için er meydanına çıktı.
Gerçi buna
“er” meydanı demek ne kadar uygundur, bilemem. Burada ne herkes sözünün
“er”i, ne de kimse generallik dururken
“er” olmak istiyor… Öyle ya da böyle,
“er” geç oyunun kuralları her bir milletvekilini çarkın dişlilerinden biri haline getiriyor.
Aslında böylesi yağlı bir çarka şöyle iri kıyım bir dişli olmak, pek çok aday adayının hayali. (Bu
“aday adayı” kavramı da bir garip geliyor bana, hani
“suyunun suyu” gibi.)
Dün bir haber kanalı, bu zeki ve çevik aday adaylardan birini yakalamış. Adam tam bitirim, gözleri çakmak çakmak. Amacını bir açık bir kapalı cümlelerle yalpalayarak anlatıyor:
“Mesele, liderimizle (Erdoğan’ı kastediyor)
uzaktan da olsa göz teması kurabilmek. Hem onu görünce kendimizi daha iyi hissediyoruz haliyle.” Ve bu cümlelere uygun cin bir gülümseme dudaklarında.
* * *
Ne güzel anlatım değil mi? İyi bir
“göz teması”: Aday adayısın. Sıkı bir
“göz teması” daha: Adaysın… Aday olduysan artık, gerisini düşünme. Yani lider sana iyi gözle bakarsa, tamamdır. Milletvekilliği işinde, işin
“millet” tarafını fazla dert etmesen de olur.
Bir düşünsene sonrasını. Seçilmişsin. Herkes kutluyor seni. Eşin dostun, hatta kırk yıldır görmediğin eski arkadaşların bile ortalara dökülmüş. Sana karşı bir başka saygılılar. Duruşları ve gülüşleri bile değişmiş, birçoğu seninle
“göz teması” kurmaya çalışıyor.
Kesiyorsun koyunları, develeri. Şenlik düzenliyorsun. Millet etrafında pervane! Milletvekilliğin başladı işte!
Yemin ediyorsun Meclis’te. Kameralar çalışıyor, flaşlar patlıyor. Havan bin beş yüz!..
Sonra her geçen gün daha fazla ilgi görüyorsun. Ve seninle
“göz teması” meraklıları çoğalıyor çevrende. Kimisine bakıyorsun yumuşak. Kimisine bakıyorsun sert. Çoğunu fark etmiyorsun bile, omuzlarının kenarından gizlice süzerek.
Sonrası artık bildiğin gibi. Ya da henüz daha tam bilmediğin, ama fena halde zevkle hissettiğin gibi. Kartvizitin yürüyecek senin önünde, yolları açacak sana. Sen ilerleyeceksin, ağır ve mağrur adımlarla.
Toplantılar, oylamalar, iç ve dış geziler, basına mülakatlar, eh ara sıra da karşı partiden birileriyle kavgalar…
Bu arada yukarıdan
“göz teması” sayesinde kucağına düşen projeler, ihaleler, fırsatlar… Aşağıya “göz teması” dolayısıyla aktardıkların… Ve kendine sakladıkların…
Haşa, kendin için bir şey istiyorsan namertsin tabii!
Ve sınır yoktur elbet hizmette (rahmetli Erbakan’ın deyişiyle “hızmette”)…
* * *
Bu rüya adamı rahat uyutur mu?
Uyumayanlar patır patır ortaya dökülüyor.
Kimler yok ki bunların arasında? Her dönemin adamları, pardon, milletvekilleri ve ayrıca yepyeni isimler…
Şarkıcılar, artistler, futbolcular, yargıçlar, sendikacılar, işadamları, profesörler ve gazeteciler…
Son cümlenin son kelimesini yazarken zorlandım biraz doğrusu. İnsanın kendi meslektaşlarından bahsetmesi şakaya gelmiyor galiba.
Ne diyeyim, elbette bütün milletvekilleri aynı değil, hepsinin amacı bir değil… Ama…
Bana öyle geliyor ki, o çarkların içine girenlerin işi zor. Çok zor…
Mesleğini, hele de gazeteciliği bırakıp milletvekilliğine adım atma kararı almak da kolay değil herhalde.
Yani kendini zaten gazeteci olarak görmeyip de siyasi misyonların ve parti çıkarlarının arasında kalem sallayanlara değil sözüm (onlar gazeteci sayılmaz, her ne kadar meslektaş görünseler de).
Ama gerçek gazeteci olanların bırakması mesleği… Ya da ara vermesi…
Ne kadar isabetli?.. Ne kadar doğru?..
Ama madem öğrendik artık birden fazla doğru olduğunu hayatta, o zaman bütün şeylere, ne deniyordu, ha,
“aday adayları”na bugünlerde söylenen sözleri biz de yazalım buradan, ne de olsa adettendir:
Hayırlı olsun!.. Millete ve vatana…