Özür dilemesini bilmeyen bir toplumda, birilerinin özrünün kabul edilmemesi gerektiğini savunmak beni rahatsız ediyor.
Ama her özür kabul edilmez. Ne yazık ki edilmez.
* * *
Dün akşam televizyon kanallarında haberleri izliyordum. Şile Oruçoğlu köyünde kaybolan 3 yaşındaki çocuk (Berat Coşkun), haber bültenlerinde büyük yer tutuyor. Herhalde bayram dolayısıyla siyasi gündemin zayıf olmasından.
Kanal D de bölgeden yayın yapanlar arasında. Üstelik kayıp çocuğun evine girip annesini (Emine Coşkun) canlı yayına çıkarma becerisini gösteriyor.
Habercilikte amaç, olabildiğince kısa sürede başarılı olmak, rakipleri geride bırakmak değil mi zaten?
Ne var ki birdenbire acayip bir şeyler oluyor.
Olayın önemini vurgularken gazeteci olmasının yanı sıra bir anne olmasını da dile getirerek içtenliğini ve dürüstlüğünü sergilemeye çalışan muhabir (Özay Erad) bir ara afallıyor.
Aynı sıralarda ekranın üst köşesinde “SON DAKİKA” yazısı çıkıyor.
Böylece “reji” ya da “haber merkezi” denilen şeyin, o sıralarda muhabirin kulağına bombardıman misali durmadan direktifler yağdırdığından kuşkumuz kalmıyor.
Muhabir, önce bir “son dakika haberi” aldığını duyuruyor, sonra kayıp çocuğun abisinin (o da çocuk) odadan dışarı çıkarılmasını istiyor.
O sırada, kayıp çocuğun az önce sorulara cevap veren annesi, muhabirin yanında, merak ve korkuyla ona bakıyor.
Ekran başında ben taş kesildiğime göre, oradaki duyguları gelin siz tahmin edin.
Ve muhabir “SON DAKİKA” yazısı eşliğinde “haber”ini veriyor:
- Olay bölgesinde bir çocuk cesedi bulundu!..
…
Bir ömür kadar upuzun birkaç saniye…
Anne önce ağlamaya, sonra çıldırmaya başlıyor.
Verdiği “haber” yüzünden büyük bir insanlık trajedisi yaratan muhabir, çaresiz tavırlarla kadını yatıştırmaya çabalıyor.
Oradaki başka insanlar da çıldırıyor. Bir ara ışık sönüyor. Bağrışmalar, ağlaşmalar, derken biri kamerayı eliyle kapatıyor. Kanal’a yönelik tepkilerin ilk somut işareti bu.
Bu arada muhabir, nihayet, az önce “felaketi haberi”ni duyururken ekranın altında görülen yazının içeriğini seslendiriyor ve olay yerinde “çocuk cesedinin değil, çocuk sesinin bulunduğunu” (muhabir öyle diyor telaş içinde) söyleyerek “haber”i düzeltmeye çalışıyor. Ama ne çare!
Haber Merkezi’ne bağlanılıyor. Sakin bir şaşkınlık yaşayan sunucu (Serdar Cebe), tecrübe birikimini “gerektiğinde hiçbir şey olmamış gibi davranabilme” yeteneğine yansıtma kararı alıyor; ne bir tepki veriyor, ne bir açıklama yapıyor; en kolayını yaparak bir sonraki habere geçiyor.
Az sonra rezaletin etkileri silinmek için tekrar Şile’ye bağlanılıyor. Çekim ekibi odadan çıkarılmış. Belli ki orada epeyce tatsız şeyler yaşanmış. Muhabir, yine kendisinin yalnızca gazeteci değil, aynı zamanda anne olduğunu dile getirerek herkesi içtenliğine inandırmak istiyor ve yaptığı hatadan dolayı defalarca özür diliyor.
Ama hangi hatayı kastediyor?
Herhalde yanlışlıkla “çocuk sesi” ile “çocuk cesedi”ni birbirine karıştırdığından dolayı özür diliyor.
* * *
Burada duralım lütfen. Elbette, meseleyi Kanal D Haber’in ciddi bir beceriksizliği olarak yorumlayıp konuyu kapatmak mümkün. Yani o karmaşık ortamda muhabirin kulağına fısıldanan kelimeler içinde “çocuk sesi” ile “çocuk cesedi” birbirine karıştırıldı. Ve çok kötü bir ortam oluştu.
Bu bir hata. Hatta skandal.
Ve bir daha olmamalı!
Zaten sonradan çocuk sapasağlam ortaya çıktı. Olay tatlıya bağlandı.
…
Bu kadar mı?
* * *
Hayır, mesele bu kadar değil.
Muhabirin kulağına neler fısıldandığını bilemeyiz. Ama bildiğimiz şu: Ya tek başına muhabir, ya da muhabirle birlikte birileri daha (“reji”, “rejiden biri” veya çekim yerinde birileri) çocuğun ölüm haberini, canlı yayında “SON DAKİKA” olarak, ÇOCUĞUN ANNESİNİN YANINDA duyurma kararı aldı. Ve “son derece insanî bir düşünce” ile felaket haberini duymasın diye çocuğun kardeşini odadan çıkardı. Ve “haberi patlattı”!
Peki, ya ÇOCUĞUN ANNESİ? Ya kadın o “haber”i duyunca kalp krizi geçirip ölseydi?
Bir annenin hemen yanında oturup “Sayın seyirciler, şimdi aldığımız son dakika haberine göre, yanımdaki kadının çocuğu öldü” gibi bir şeyler telaffuz etmek nasıl bir insanlıktır?
Ne adına?
Amaç, canlı yayında “SON DAKİKA” başarısı mı?
Trajik haberle kahrolan annenin tepkisini, feryatlarını, sinir krizini ilk kez ve naklen veren kanal olmak için mi?
Öteki kanalları geride bırakma hırsı mı?
Profesyonel başarı uğruna mı?
Reytingler yükselsin diye mi?
Reytingler yükselince kanala daha çok reklam gelsin, patronun da cebi dolsun diye mi?
Bütün bu kirli hengame içinde kazanılacak mesleki zafer, ün ve para adına mı?
Neden?
Neden?..
* * *
Zaman geçince her şey gibi bu haber de sıradanlaşacak. Ve bütün hatalar gibi bu hatanın günahı da giderek silinecek.
Dahası “canlı yayında bu tür şeyler olabilir”, “herkes yanlış yapabilir” cümleleri daha bir kolay dile getirilecek.
Ama Kanal D Haber Merkezi’nin, dün geceki haberlerin sorumlularının ve bizzat muhabirin kendilerini, ahlaki ve mesleki yeterliliklerini ve hatanın olası kötü sonuçlarını (annenin ve çocuğun öteki yakınlarının sağlığını, hatta canını tehdit edecek bir gelişme olması ihtimalini) iyice düşünmesi gerekir bence.
“SON DAKİKA” başarısı… Rakip kanalları geride bırakmak… Reytingleri yükseltmek… Şefin ve patronun gözüne girmek… Mesleki başarı, ün ve para sahibi olmak…
Bütün bunların toplamı, bir insan hayatı kadar değer taşımaz.
Ve gazetecilik denilen meslek, asla hayattan daha önemli değildir.
İyi bir gazeteci olmak, iyi bir insan olmanın yanında koskoca bir hiçtir.