28 Şubat 2016

Erdoğan, Türkeş ve insan hayatının değeri

Türkeş 'küçük ve ordusu yok' diye Lüksemburg'la alay ederken Erdoğan da Rusya'yı 'iki tane pilot' yüzünden Türkiye'yi kaybetmekle suçladı

Tuğrul Türkeş bu hafta "talihsiz" bir açıklama daha yaptı.

Söylediklerini okurken birden aklım yıllar öncesine gitti.

Sanırım yaklaşık çeyrek asır öncesiydi.

Moskova'da bir işadamı tanıdığım, beni o dönemin ünlü Kosmos Oteli'nde bir restorana davet etmişti.

Buluştuğumuzda "Seni önemli birisiyle tanıştıracağım" dedi.

"İyi, tanıştır bakalım" dedim, ama doğrusu yüzündeki hin ifadeden bir parça rahatsız oldum.

Restorana girdiğimiz sırada Tuğrul Türkeş'i görünce şaşırdım.

Yanımdaki iş adamı ise sanki ben kaçacakmışım gibi koluma girdi ve "MHP'li üst düzey bir isimle eski bir komünistin aynı masada oturması nasıl olurmuş, görelim" türünden bir şeyler mırıldandı.

"Gazeteciyim, benim çekinecek bir şeyim yok; çekinirse o çekinsin" diye cevap verdim.

İçimde hem bir merak doğmuştu, hem de işgüzar tanıdığımın "provokasyonları" sonucu doğabilecek bir tartışmanın geceyi berbat edebileceği hissi.

Ayrıca o dönemler, o restoran öylesine eğlenceli olurdu ki, şimdi bizim sıkıcı bir ortama kendimizi hapsedebileceğimizi düşününce neşem biraz kaçmıştı açıkçası.

Ama hiç de öyle olmadı.

Tuğrul Bey çok enerjik ve şakacıydı. Hiçbir konuda kendini de karşısındakini de sınırlayacak ve sıkacak bir tavır ya da söylem sergilemiyordu. İçki eşliğinde Rusya sohbeti sırasında epeyce de şakalaştık ve bazı siyasi konularda birbirimizi "iğneledik".

Bizi tanıştıran arkadaşımız bir ara ayağa fırladı ve cebinden çıkardığı fotoğraf makinesini ikimize doğrultarak "Bir komünist ve bir milliyetçi Moskova'da bir arada; bunu mutlaka belgelemeliyim" şakasıyla birkaç kez deklanşöre dokundu.

*    *    *

Aradan onca zaman geçti. Çoktandır görmediğim o tanıdığımın "belge" dediği fotoğraflar ne oldu, bilmiyorum.

Başlangıçta ne zaman Tuğrul Türkeş'le ilgili haber duysam, o görüşmeyi hatırlardım.

Sonra unuttum gitti.

Ta ki Tuğrul Bey'in "Şapkamdan tavşan çıkarıyorum" söylemiyle MHP'yi terk edip AKP'nin seçim hükümetine girmesine kadar.

O sırada bazılarının Tuğrul Türkeş'i kötülemek için onun özel hayatına ilişkin içki, kadın-kız muhabbetine girmesi bence düzeysizlikti.

Ancak bir eliyle "Babamın partisi" diyerek bırakmadığı MHP'ye, diğer eliyle kapağı atmak üzere olduğu AKP'ye sarılan Tuğrul Bey'in ne kadar acınacak durumlara düştüğünü görmek zor değildi.

Özellikle de kısa sayılabilecek bir süre önce "O silahlar (TIR'lar) vallahi de billahi de Türkmenlere git-mi-yor-du" diye haykıran bir adamın, şimdi bu konudaki soruları gülüp geçiştirmeye çabalaması, hatta "Onu bırakın, ben size bir Nasreddin Hoca fıkrası anlatayım" demesi, dahası hiç sıkılmadan "O sözlerim, Türkmenlere yardımın daha iyi, daha sağlıklı yapılması amacıyla söylenmişti" diyecek kadar kendine saygısından taviz verebilecek hale gelmesi ilginçti.

Belli ki o da, Murathan Mungan'ın yürek yakacak kadar derin saptamasını çok iyi kavrayanlardandı: "Türkiye'de her şey olabilirsiniz, ama rezil olmazsınız."

Bu arada istediği koltuğa oturmuş, biraz da son zamanlarda farklılaşan imajıyla eski dinç ve enerjik halini iyice terk ederek o koltuğa sanki hiç kalkmamak üzere yığılıp yayılmıştı.

*    *    *

İktidar koltuğu Tuğrul Türkeş'e daha birçok "marifet" yaptırıyor ve yaptıracak gibi.

Bunlardan birini onun bugünlerde yaptığı bir açıklamada gördük.

Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn'un NATO adına verdiği demeçte, riskli Suriye politikasından dolayı Ankara'yı uyararak "Rusya'nın Türkiye'ye yönelik açık bir saldırısı olmadıkça NATO bu duruma müdahale etmeyecektir" sözlerine tepki gösteren Türkeş garip bir yöntem seçti.

"Avrupa'nın ortasında ufacık bir ülkesin sen! Ordun bile yok! Anlamazsın o işlerden... 60 yıldır NATO, Türk Silahlı Kuvvetleri ile bizim Mehmetçiğin gücüyle övündü..." diye alay etti.

Başbakan Yardımcısı'nın, Asselborn'un NATO adına konuştuğunu, hatta NATO'nun verdiği görevle konuştuğunu anlamayacak kadar "saf" olabileceğine ihtimal vermiyorum.

O halde Türkeş, herhalde iç politikanın malum düzeysizliğine oynuyor.

"NATO içinde ABD'den sonra ikinci büyük ordu" ve "Mehmetçiğin gücü" gibi "hamasiyet edebiyatı"nın adresi de aynı olsa gerek.

Ancak dünyanın ekonomik olarak en gelişmiş ülkeleri arasında adı geçen Lüksemburg'u küçümseyici ifadeler kullanması doğrusu beni güldürdü.

Yok "çok küçük"müş, yok "orduya sahip değil"miş, falan filan...

İnsani Gelişmişlik Endeksi, Yaşam Kalitesi gibi uluslararası ölçütlere göre Türkiye'nin katbekat ilerisinde bulunan Lüksemburg; Dünya Bankası (2014) ve Uluslararası Para Fonu (2015) verilerine göre, kişi başına düşen gelir açısından dünyanın bir numaralı ülkesi: Her bir yurttaşına yılda 110.665 veya 103.187 ABD doları düşüyor. Aynı sıralamada Türkiye, sırasıyla 63. (10.542 dolar) ve 64. (9.290 dolar).

Onlar memleketlerini dünyanın en gelişmiş ve en fazla yatırım alan ülkelerinden biri yapmış, vatandaşına senin verdiğinin 10 katından daha fazlasını veriyor; sen doğurganlığınla, toprağının büyüklüğüyle, ordunla ve silahınla övünmeye çalışıyorsun.

Oysa çeyrek asır önce Moskova'da bana sorulan sorular, genellikle yıkılan Sovyetler'le yeni doğan Rusya Federasyonu'nun ekonomik imkânlarıyla ilgiliydi. Ve karşımdaki Türkeş, her seferinde "En önemlisi ekonomi, mesele halkına sunduğun hayat şartları" diyerek önceliklerinin altını çiziyordu.

Evet, gerçekten de en önemli şey, halkın, insanların hayatıydı, sahip oldukları ekonomik ve sosyal şartlardı.

Dün de öyle, bugün de...

Koltuk kavgasından ve "şapkadan tavşan çıkarma" numaralarından bağımsız olarak...

*    *    *

İnsan hayatının önemini vurgulamışken, Tuğrul Bey'in bugünkü liderinin bu konuya yaklaşımını gösteren iki küçük örneği eklemek istiyorum.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Rusya'yı bir türlü anlayamadığını bu hafta içinde sarfettiği küçük bir cümleyle bir kez daha ortaya koydu:

"Rusya, iki tane pilot için Türkiye gibi bir dostunu kaybetti."

Cümle küçük, ama neresinden tutsan elinde kalıyor.

Rus uçağını "birkaç saniyelik ihlal" yüzünden neden vurduğunu hâlâ net olarak açıklayamayan, pişmanlığını özür dileyerek ortaya koymaktan ölümüne kaçınan, üstüne üstlük bir de Rusya ile savaşa doğru dolu dizgin ilerleyen Erdoğan, bakın o olayı nasıl aktarıyor:

"İki tane ("tane"?) pilot için..."

"Alt tarafı iki pilot... Büyütmeyin!"

Bu mu söylemek istediği?..

"İki tane sıradan insan hayatı"...

Bizim memlekette, Haziran'dan bu yana yüzlerce insan hayatı kanla sonlandırıldı; ne olmuş yani?

Alt tarafı "iki tane"...

*    *    *

Erdoğan, eğer ölen kendi yakını değilse, ölümleri hiç önemsemediği izlenimini veriyor.

Bir de bunu "diplomasi hamlesi" olarak Rusya'ya ve dünyaya karşı dile getirmesinin ne derece aşağılayıcı ve iç acıtan, sorunu çözmekten ziyade büyüten bir adım olduğunu sanırım gerçekten anlayamıyor.

Bu konu, sadece "Rus pilotlar" veya "Kürt teröristler" ya da 400 milletvekili talep ederken tabutlarına rahatlıkla elini koyabildiği "devlet güvenlik güçleri" ile sınırlı değil.

Erdoğan'ın ailesinden, yakınlarından ve sevdiklerinden olmayan bütün ölüler için geçerli.

Ha 3 kişi ölmüş, ha 5 kişi; ne fark eder!..

Kaybedilen insan hayatı için yüreği cız etmiyor!

İçi acımıyor!

Daha önce verdiğim bir örneği tekrarlayayım:

30 Ocak 2013’te Gaziantep’te bir patlama sonucu ölen işçilerle ilgili kısa bir konuşma yapan Erdoğan, beş kişinin öldüğünü söylüyordu. Salondan sekiz diye düzeltme gelince “Canım, ha beş ha sekiz; ne fark eder!” dercesine “Neyse” diyerek düzeltme yaptı; bu sırada gözleri ve sağ eli “Bununla mı uğraşacağız şimdi!” der gibiydi... (Merak ediyorsanız, 20 saniyelik videoyu siz de izleyin)

İnsan hayatı...

İnsanların içinde yaşadıkları hayat şartları...

Ortalama bir yurttaşın yıllık kazancının sadece 9 bin dolar olması veya 103 bin doları aşması...

Savaşmamak, ölmemek...

Yaşamak, sevdiğin şeyleri yapmak, sevdiklerinle bir arada olmak, sevmek...

Galiba bütün bunların Erdoğan için de, Türkeş için de, iktidarın öteki temsilcileri için de pek anlamı yok.

Yazık...

Çok yazık...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"