T24 de dahil "bir kısım medya" takınca takıyor.
Bu sefer de Egemen Bağış'a taktı.
Güya Bağış'ın adı, rüşvet ve yolsuzluklara karışmış.
Adam kendisi açıkça konuşuyor:
"Aldım" diyor.
Ne almış?
- Çikolata (hangimiz almadık?)...
- Kravat (lafı bile edilmez)...
- Gömlek (aynı şekilde)...
- Takım elbise (herhalde gömlek ve kravatın aksesuarı olarak)...
Para almış mı?
"Almadım" diyor.
Alsa almadım der mi? Bakın, çikolatayı falan kabul etmiş...
Ama bizimkiler takmışlar bir kere, bastırıyorlar:
"Aldın! Çikolata kutusunda 500 bin lira aldın!"
Adam soruyor:
"Niye alayım ki?"
"Reza Zarrab'ın yakınlarına vize parası olarak almışsın."
Adam cevaplıyor:
"Kim gelse vize için yardımcı olurum; bunun için 500 bin TL mi alınır?"
Anladınız mı? Rica edelim, tekrar etsin:
"Kim gelse vize için yardımcı olurum..."
Devam edelim. Aldıkları için Reza Bey'e telefon açıp teşekkür ettiğini de cesurca açıklıyor:
"Beşerî ilişkiler içinde arayıp teşekkür ettim." ("Beşerî", yani insanoğluyla ilgili, insani.)
Ve aldıklarıyla ilgili kısa bir tarihsel analizi de ekliyor:
"Hediye alıp vermek Türk geleneğidir."
'Neşeli ve afacan bakan'
Bu geleneğe geleceğim.
Ama önce - çoktan beri pek ortalarda görünmeyen - Bağış'tan bahsedelim.
Bence hükümetin, parlamentonun ve halkın neşe kaynağıydı o.
Tavırlarını, şakalarını, gülüşünü hatırlıyor musunuz?
Siyaset sahnemizin AK yakasındaki en renkli kişiydi belki de.
AB ile müzakerelerden sorumlu bakan olarak "ecnebiler"in ağzının payını az vermemişti.
"Teklif etme veresiye, dost kalalım ölesiye." demişti mesela AB yetkililerine. Hanginiz akıl edebilirsiniz böyle bir çağrıyı?
Ya da Güney Kıbrıs yönetimini işaret ederek "Hristofyas su kaynattı" demesi!..
Sık sık kapıştığı Hollandalı milletvekili Barry Madlenar'a yönelik sözleri:
"Oğlum, bak git!.."
"Al o karikatürü, münasip bir yerine ... koy!"
Ne kadar şirin ve bizim anlayabileceğimiz bir üslup, değil mi?
Sosyal medyaya, internete pek meraklıydı kendisi. Ama bir "Bakara makara" latifesi yüzünden herkes üzerine çullandı garibin.
Dün baktım Bağış'ın kişisel sitesine. Eski havası yok. Biyografisi bile sanki yarım kalmış, yaralanmış gibi.
"2002–2013 yılları arasında yürüttüğü görevler" bölümünde AK Parti yöneticiliğinden bakanlığa kadar bir sürü başlık var. Ama "Egemen Bağış’ın halen yürütmekte olduğu görevler" (görev değil, "görevler" yazıyor) hanesinde mahzun bir tek kelime: Milletvekili...
Belli ki, enerjik ve çocuksu adamın neşesi kaçtı.
Oysa o afacan ve çocuksu özellikleriyle topluma moral veriyordu.
Belki doğum gününün bile çocuk bayramına (23 Nisan 1970) rastlaması tesadüf değildi.
Ve soyadı da sembolikti: Bağış.
Yani "bağışlamak" kelimesinden: Bir malın veya hakkın karşılık beklemeden birine verilmesi anlamında.
Şimdi siz bu adamı, birilerine bir şeyleri karşılık bekleyerek, menfaat gözeterek vermekle ve karşılığında çikolata yanında 500 bin TL almakla suçlarken hiç mi yüreğiniz sızlamıyor?
Üstelik 500 bin TL için!..
Yani onu da "hediye" olarak alsaydı bile, ne olurdu ki!
Alt tarafı yarım milyon!..
Rüşvet sorun değil çözümdür
Ne demiş Egemen Bağış:
"Hediye alıp vermek Türk geleneğidir."
Kesinlikle çok doğru bir saptama!
Sırf ona saldırmak için milletimizin "hediye alıp verme" geleneğini göz ardı edenlere benim de bir çift sözüm var.
Bizim bütün hayatımız "hediye" alışverişiyle geçer.
Hadi daha açık konuşalım: Sizin "rüşvet" dediğiniz şeylerle.
Diyelim ki bebekken size ağlamamamız için gerekli gereksiz verilen "hediyeler"i unuttunuz. Peki, çocukken kaç kez anne ve babanızın istediği, ama sizin pek mantıklı görmediğiniz konularda, bir dondurma veya basit bir oyuncak karşılığı prensipli tutumunuzu terk ettiğinizi de hatırlamıyor musunuz?
Büyüklerinize yardımcı olma ya da onların isteklerine boyun eğme karşılığında, arkadaşlarımızla buluşup gezme hakkı elde etmenizde hiç mi "etik sorun" yoktu sizce?
Birçok evin bilinen sırrına ışık tutalım: Eşinin cinsel isteğini karşılama şartı olarak ev eşyası alınması veya başka bir maddi karşılık şartı ileri sürülmesi (aksi takdirde "baş ağrısı"nın kesintisiz sürmesi) haline hiç mi rastlamadınız?
Okullarda, işyerlerinde, bazen "bağış", bazen "zorunlu hediye" vermek zorunda kalmadınız mı?
Tapuda, vergi dairesinde, gümrükte hiç mi sıkıntı yaşamadınız?
"Bu işlerin raici..." diye başlayan cümleleri hiç mi duymadınız ve kullanmadınız?
Aldığınız cezayı iptal ettirmek veya azaltmak için yalancı gülücüklerle elinizi cebinize attığınız tek bir gün bile olmadı mı?
Bir işin hallolması için günlerce gidip gelmekten ve uzun kuyruklardan kurtulmak amacıyla birileriyle "menfaat karşılığı" anlaşmadınız mı hiç?
Kormayın, sizi suçlayacak değilim.
Bu konu asırlar öncesine uzanıyor. Osmanlı'da işlerin yapılması "hassas bir hediye-rüşvet mekanizması" ile organize ediliyordu. (Çoğu bu meselenin köklerini, sizin Muhteşem Yüzyıl'dan tanıdığınız Vezir Rüstem Paşa'ya bağlama eğilimindedir, ama o tek değildir elbette.)
Rüşvet ve yolsuzluk dediğiniz müessese, bir sorun değildi, sorunların çözüm yöntemiydi.
Sonuçta alan razı, satan razıydı.
Kimse de çıkıp "yolsuzluktur, rüşvettir" gibi densiz lakırdılar etmezdi.
Mesela, başınız sıkıştı ve yargı sistemine baş vurmanız mı gerekti? Kadı sizi dinledikten sonra kısa sürede gelir-gider hesabı yapıp sonucu nazik bir lisanla bildirirdi: "Bu davayı kazanmak için 15 şahit bulman lazım!"
Hâlâ mı anlamadınız? 15 altın getirin, kadı işi çözsün!
Nasıl mı? Onu da ben mi söyleyeceğim! Bir kutu baklava (veya çikolata) yaptırın; baklavaların (çikolataların) altına da altınları yerleştirin!
Size bu aklı verdiğim için "kuru bir teşekkür"ün yeterli olacağını düşünmüyorsunuzdur umarım.
Türk geleneklerini yaşatmanız için (şimdilik Twitter) adresim:
@AksayHakan