Olayı biliyorsunuz.
Herhalde bol miktarda yorum da okudunuz ve duydunuz.
Haberi olmayanlar için: Ercan Kızılateş isimli bir adam, üniversite öğrencisi Asena Melis Sağlam’ı minibüste “şort giymiş olduğu için” taciz ediyor, yüzüne vuruyor. Sonrasındaki gelişmeler de ellerinizden öper: “Kanun adına” yakalama ve serbest bırakma seansları, “Ramazan’a böyle giyinilir mi? Bak, tahrik etti işte!” bahaneleri, bini bir para olan yalanlar, yalanlar, yalanlar!..
Allah bilir sıkılmışsınızdır bile bu haberlerden. Bol bol tekrarlanan, giderek daha sık karşılaşılan bir öykü.
Yapılan yorumların önemli bir bölümü, olayı “dindarların artan baskısı” ekseninde ele alıyor.
Saldırgan da “dindar” oluyor bu durumda.
Adamın da zaten canına minnet.
Eh, koskoca bir Müslüman toplumu (hatta belki de “İslam alemini”) arkasına almış hissediyor kendini.
Elbette işin bir ucu da Müslüman iktidara uzanıyor.
Bu durumda, şortlu kıza tacize karşı çıkmak da neredeyse “siyasi muhaliflik” sayılacak.
Ancak bir ayrıntı var bu arada.
Hem de aslında öyle “ayrıntı” denilmemesi gereken bir mesele.
Minibüs videosundan saptanan bir gerçek bu: Adam saldırmadan önce hafifçe saçlarını okşuyor kızın…
* * *
Adam hiç tanımadığı ve birazdan şiddet kullanacağı kızın saçlarını okşuyor.
Ne düşünüyor acaba o an?
Daha doğrusu ne hissediyor?
Kıza “tepki duyduğu için” mi okşuyor saçlarını?
Mesela, saçı okşanan (ve bunu hissetmeyen) kız, ona dönse ve gülümsese, adam birazdan “Ramazan’da şort giyme” tiyatrosunu sahneye koyar mı?
Saldırgan, saldırısından az önce kızdan nefret mi ediyor sizce, yoksa ondan hoşlanmış mı? (Yani “kendince” hoşlanmış mı?)
Olay sonrasında medya, adamın bir sürü özelliğini bulup çıkardı. Maşallahı var abinin. Her yolu denemiş gibi duruyor. Suç dosyası çiçeklenmiş. Uyuşturucu ile muhabbet de tamam...
E hani “Müslüman”dı Ercan kardeşimiz?
Peki, biyografisi birçok açıdan zengin olan bu saldırgan Ercan’ın kız arkadaşı var mı?
Onu bilmiyoruz.
Ama minibüs kamerasının görüşüne göre, arkadaş “biraz aç” gibi duruyor.
Ve Ramazan’da “açlık” iyice başına vurmuş anlaşılan.
Önce okşuyor kızın saçını, sonra yüzüne darbe indiriyor.
Ve tabii bir araba dolusu “Müslüman Türk toplumu hassasiyeti” sallıyor orta yere.
Bu arada babası olan “saygıdeğer beyefendi” de oğluna ve tavırlarına (kıza saldırı da dâhil) sahip çıkıyor. Artık “oğlunun babası” mı, “babasının oğlu” mu, yoksa her ikisi mi!..
* * *
Pardon, ben şu saç okşama işine biraz takmış durumdayım.
İnsan tanımadığı birinin saçını okşar mı?
Hem de kız ona hiç pas vermemişken…
Eh, bu arkadaş pek Brad Pitt’i falan da andırmıyor.
Yani “şansı yok”, bu daha baştan belli.
O sadece birdenbire kendisine bir nefes kadar yaklaşıveren “o imkânsız karşı cinse” dokunma isteğiyle yanıp kavruluyor.
Üstelik Ramazan günü “şort yardımıyla” kızın bacaklarını da iyice görmüş…
Fantazmalarında işin gerisini de az buçuk aklıyla tamamlayabilir bu Ercan.
Hatta muhtemelen bu işlerin senaryosunda çok usta olabilir.
Hayal dünyasında kim bilir kimlerin hakkından gelmiştir bugüne kadar.
Sorun da anlatsın, ne “süper erkektir” o hayallerinde.
Her gün, tonla “karşı cins” fethediyordur.
Peki, ya “gerçek hayatta”?
Onu bilmem…
Belki de fazla bir başarısı yoktur.
Öyle bakar durur “karşı cinse”, yutkunur, dellenir, belki kendince ona ulaşmaya çalışır, ulaşamazsa kızar, düşman olur kadınlara, aklından nice tacizler geçer, hatta oradan da taze seks hülyaları üretir.
Böyle yaşar gider bu ercanlar…
* * *
Bu tür adamlar az değil.
Açlar ordusu mensupları…
Normal değiller.
Belki de sapık bunlar!..
Görüntüleri ise “normal gibi”.
Bu tür durumlarda eşin-dostun ve konu-komşunun dediklerini bilirsiniz: “Çok iyi biridir, karınca incitmez, sakindir… Vallahi olayı duyunca şaşırdık! İnanmadık! Olamaz!”
“Normallik” ile “anormallik” arasındaki sınır nereden geçiyor?
Söz gelimi kamu ulaşım araçlarının değişmez ögesi olan bacaklarını iki tarafa doğru sonuna kadar açmış erkekler…
Niyetleri ne? Rahat etmek mi? Erkekliklerini mi havalandırıyorlar, “kendilerince” hava mı atıyorlar?
Yanında oturan kadınlarla omzuyla, koluyla, bacağıyla (bazen de kokusuyla, bakışıyla, sözüyle vs.) “temas kurma” ihtimalini zorlayan (veya “hafiften deneyen”) adamlar normal mi?
“Karınca incitmezler ordusu” kurulur bunlardan, bahse girerim.
İhtimal, bu yolla gerçekleştirdikleri her bir taciz eylemini “hayattaki cinsel başarılar” listesine ekler bu “karınca ezmez” arkadaşlar...
* * *
Suçlu mu bunlar?
Aaa! Olur mu?
Ne olmuş biraz rahat oturduysa! Hem kadın da yanına oturmuş; belki “rızası vardı”. Üstelik “kolsuz giymiş” ya da “eteği bilmem kaç derece açılmış”... “Hafifletici nedenler” biter mi hiç?
Genel eğilim, kadınların suçlu olduğu, ya da en azından “suça azmettiren”, “yol açan”, “neden olan” özne sayıldığı yolundadır.
Gazeteler ve televizyonlar giderek artan tecavüz haberleriyle dolup taşıyor. Tümü “dini bütün” ve “ahlakı yüksek” insanlardan oluşan toplumumuz, dünya tecavüz liginde şampiyonluğa oynuyor.
Çoğunlukla kadınların ve çocukların kurban edildiği olayların önemli bir kısmı aydınlatılamıyor. Ortaya çıkan suçlarda ise zaman zaman güvenlik güçlerinin ve yargının tutumu, tecavüzcüleri yüreklendiriyor.
Hal böyle olunca memlekette tacizler, tecavüzler hızla yayılıyor. Hatta hızını alamayıp hayvanlara, dahası eşyalara, vitrin mankenlerine, damacanalara bile tecavüz edenlerin ülkesi burası.
Türkiye'nin ensest ilişki bakımından dünyada ilk beşe girdiğini, Google'da “child porn / çocuk pornosu” kelimeleriyle en çok arama yapılan ülke haline geldiği yazılıp söylenip duruyor. Türkiye'de her 4 saatte bir tecavüz suçu işlendiği de.
Ama hiçbir siyasi parti, bu sorunu tüm yakıcılığıyla gündeme getirmiyor. Hiçbir iktidar, bu konuyu öncelikli gündem olarak ele almıyor. Hiçbir devlet yöneticisi - herhangi bir somut tecavüz rezaletine el atarak kameraların karşısına geçip - bu rezaleti yerden yere vurmuyor ve kamuoyu tepkisi oluşturmuyor.
Sanki herkesin uyduğu gizli ve sessiz bir anlaşma var, tecavüzlerin “fazla abartılmaması” ve belki de sessizce devam etmesi konusunda.