03 Mart 2011

Devrimler, hayatlar ve hayaller

Biz hep devrimlerin ve ayaklanmaların kahramanlarıyla, onların savaşlarıyla ilgiliyiz...


Biz hep devrimlerin ve ayaklanmaların kahramanlarıyla, onların savaşlarıyla ilgiliyiz. Aktif azınlıkla yani. Ve acımasız iktidar entrikalarıyla.
Ya geride kalan ve başkalarının mücadelelerinin sonucuna bakarak hayatına şekil vermeyi bekleyen milyonlar? Kendini ateşin içine atmayan, can ve mal korkusunu “görmüş geçirmiş” bir edanın gerisinde gizleyen sıradan insanlar?
Yıllar önce Sovyetler Birliği’nde, 1917 Bolşevik Devrimi’nin ne kadar kitlesel bir hareket olduğunu, neredeyse tüm halkın devrime sahip çıktığını anlatan sanat eserlerinden sonra, bir gün bir kitapta farklı şeyler okumuştum. Kitapta Bolşevikler ve düşmanları arasındaki savaşın gidişini uzaktan izleyen geniş kitlelerin kaygısızlığı anlatılıyordu. Dengelerin bir o yana bir bu yana değiştiği birçok kent ve köyde, halk son derece temkinli (bazen de riyakâr) davranarak durumu idare ediyordu. En çok aklımda kalan da, birçok evde hem Çar hem de Lenin tablolarının olmasıydı; duruma bakarak bir tabloyu duvara asıyorlar, ötekini indirip gizliyorlardı.

Şimdi bunca “kitlesel hareket” yaşandığı bir ortamda, yalnızca Zeynel Abidin Bin Ali, Hüsnü Mübarek, Muammer Kaddafi ve benzerleri ile onlara karşı savaşanlar mı var sanıyorsunuz? Ya “beklemedeki” milyonlarca insan?
Kim bu milyonlar? Nasıl yaşarlar? Devrim önceleri ve devrim sonraları? Umutları, kaygıları nedir? Bizim pek bir meraklısı olduğumuz “büyük siyasi hareketler”in gerisinde nasıl bir “sıradan” hayatları vardır? 
Sıradan olanın pek ilgi çekmeyeceğini bilirim. Ama yine de sizinle paylaşmak istediğim bir eski öyküm var.

*        *        *

Öğrencilik yıllarında gittiğim bir kitaplık vardı. Ve orada kim bilir ne zamandır çalışan bir kadın. Zayıftı, kederliydi, hiç kahkaha atmamış gibi ölçülüydü gülümsemesi her zaman. Güzeldi, ama yorgundu. Yoksuldu, topu topu birkaç elbisesi vardı yanılmıyorsam. Orantısız büyük kol saati ucuz ve yeşildi. 
Arkasındaki kitap ordusunu çok iyi bilirdi. Her istediğinizi anında bulur, zayıf elleriyle usulca raflardan çıkararak önünüze koyuverirdi. Ara sıra öksürürdü, sigaradan olsa gerekti. 
Yıllar geçti. Başka pek çok şeyle birlikte onu da unuttum. 
On beş yıl sonra oraya gittim. Kitaplık pek değişmemişti. Eski tahta sıralar, gıcırdayan masalar yerindeydi. Perdeler bile aynıydı sanırım. Bir tek Lenin’in portresi inmişti duvardan. Yerine asılan Putin portresi daha küçük olduğundan duvarın bir kısmı beyaz kalmıştı.  
Kitaplıkta çalışan kadın yerindeydi. Yine zayıf ve yorgundu. Güzel sayılırdı hâlâ. Ve yoksuldu yine. Kitapları uzatan zayıf elinde kocaman bir yeşil saat göze çarpıyordu.  
Beni tanımadı. Kibarca hangi kitabı istediğimi sordu. Cevabımı beklerken elini ağzına götürerek öksürdü. Sigarayı bırakmamıştı demek.

*        *        *

Kaç kez söyleşmiştik eski yıllarda onunla. Daha çok kitaplarla ilgiliydi konuşmalarımız. Bir defasında aldığım kitaplara bakarak psikoloji fakültesinde okuduğumu tahmin etmişti. Ben gazetecilik deyince gözleri parlayarak çok sevdiği bir yakınının da gazeteci olduğunu söylemişti. Kim diye sormadım. Özel hayatını kurcalamak için fırsat yaratmaya da çalışmadım. Utandığımdan değil. Bazen gizemli kalan şeylerin daha çekici olduğunu düşündüğümden. 
O kadar zaman sonra onu orada bulacağımı doğrusu düşünememiştim. Şaşırmış, heyecanlanmıştım. On beş yıl sonra her şey aynıydı. Zaman durmuştu sanki burada. Kadın on beş yıl önceki kadındı. On beş yıldır hep aynı saatte işe gelmiş ve aynı saatte evine dönmüştü. Evini de değiştirmemişti belki. Ve on beş yıldır aynı otobüse biniyordu günde iki kez. 
Oysa ben bu on beş yıl içinde kaç ev, kaç iş değiştirmiştim. Üç ülkede yaşamış, beş kol saati almıştım. Birçok kez düşlerim yıkılmış, birçok kez onları yeniden kurmuştum. Geriye dönmekten kaçınarak durmadan yeni bir şeyler aramış, bulduğumla yetinmemiş, başka, daha başka arayışlar içine girmiştim. 
O ise on beş yıldır aynı usta hareketlerle kitaplara uzanıyor, onları raflardan alıyor, daha sonra yerlerine koyuyordu. Aynı pazara gidiyor, aynı yemekleri yapıyor, aynı odaları temizliyordu. Aynı pencereden bakarak hiçbir zaman gelmeyecek aynı düş kahramanını bekliyordu belki. 

*        *        * 

Bu on beş yıl içinde dünya tersine dönmüştü. Sovyetler yıkılmıştı. Savaşlar çıkmıştı. Darbeler yapılmıştı. Partiler kapatılmıştı. Yenileri çıkmıştı. Televizyon ve gazeteler ağız değiştirmişti. 
O ise bütün bunlara bana mısın dememişti. Saatini, işini ve alışkanlıklarını değiştirmemişti. 

*        *        *

Bazen yaşadığım hayatın ne derece gerçek olduğundan kuşkulanıyorum. Yanı başımda gördüğüm insanlar bambaşka bir boyuttalar sanki. Ya da onların yaşadığı sahici değil… 
Kim bilir belki de hepsi birer hayaldir… 


Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"