09 Ağustos 2014

Demirtaş: Her şeyden önce demokrat, solcu ve insan hakları savunucusuyum

Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'tan T24'e mülakat

Yorgun.

Karayoluyla saatler süren yolculuğu sonrasında dinlenme fırsatı bulamamış durumda.

Kısa süre sonra da mitingde konuşma yapacak.

Ama "gazeteci milletiyiz" biz; halden anlar mıyız!

Miting öncesinde zaman az da kalmış olsa, konuşacağız, konuşturacağız illaki.

Seçim maratonununu koşarken verdiği mülakatlar dizisinde T24'e de "bir çift söz" edecek.

Yorgun da olsa.

Yorgun musunuz?

Yorgunuz, ama seçim kampanyasının coşkusu ve morali bizi ayakta tutuyor.

 

Karşılaştığınız coşku ve gördüğünüz ilgi az değil. Bu kadarını bekliyor muydunuz?

Bekliyorduk. Belki bizim dışımızda pek beklenmiyordu bu kadar ilgi göreceğimiz, ama bizim hesaplarımız aşağı yukarı bunu gösteriyordu.

 

Neyle açıklıyorsunuz popülaritenizin bu denli güçlü olmasını?

Popülarite demeyelim de, şu var: Uzun süredir, birliğe dayalı, ezilenden ve emekçiden yana, kimliğe dayalı olmayan, öfke saçmayan, hakaret etmeyen bir siyaset diline hasret vardı toplumda. Biz bunu ölçebiliyorduk. Cumhurbaşkanlığı seçimleri buna fırsat verdi. Yani mesele benden değil, ilkelerden kaynaklanıyor.

 

Mütevazı konuşuyorsunuz, ama sizin kişisel rolünüz önemli...

Bunun sunum biçimi, ifade tarzı, hakikiliği, inandırıcılığı etkili olmuş olabilir. Ama ilkelerin kendisi benim icat ettiğim bir şey değil. İnsanlığın yüzlerce yıllık mücadelesinin sonuçları, ortak değerleridir.

 

Bu arada üslubunuz, neşeli ve espirili olmanız medyanın ve toplumun çok dikkat çekiyor. Bu özelliğiniz sadece seçim kampanyasında geçerli değil herhalde? Normal hayatınızda da böylesiniz, değil mi?

Ben en sıkıntılı anlarımda bile espiri yapmayı severim. İçimden gelir. Espiri zaten kurgulanacak bir şey değil, bir "proje" olamaz. Doğal hayattan gelir.

 

Eşiniz Başak Hanım da "Esprilerine vuruldum zaten" demiş bir mülakatta...

(Gülüşmeler.)

 

Seçim kampanyasında "cumhurbaşkanı nasıl olmalıdır?" konusu yerine sık sık adayların etnik ve dinsel kökenlerinden bahsedilmesi sizi de rahatsız ediyor mu?

Başbakan uzun süredir mezhep ve etnik kimlik siyaseti yapıyor. Bunu yaparken önce "biz milliyetçi değiliz, biz mezhepçi değiliz, biz dinci değiliz" diyerek çaktırmadan, toplumu uyuta uyuta bir Sünni kamp yarattı. Şimdi bu kampı o kadar rahat yönetiyor ki... Sürekli hedef gösteriyor: Bana oy vermezseniz eskiye dönersiniz... O gelir, bu gelir... Bölücü Kürtler gelir, Kemalistler gelir, Ergenekoncular gelir, paralelciler gelir... Gelir de gelir, diyerek sürekli düşman yaratıyor ve bu arada kendi kampında da mezhep üzerinden bir konsolidasyon sağlıyor.

Bence bunu sadece oy için de yapmıyor. Buna gerçekten inanıyor. Başka mezheplerin sapkın mezhepler olduğunu düşünüyor. Mesela, Aleviliğin sapkın olduğu kanısında.

Kendisinin Allah tarafından özel olarak gönderildiğine inanıyor. Halife olduğuna inanıyor. Birileri buna inandırmış. Haremden söz ediyor, mesela. Haremime girdiler, diyor. Bu kavramlar tesadüfen kullanılmış kavramlar değil. Bu, rüşvet meselelerinde de ortaya çıkıyor. İşadamlarından yüzde 10 toplamak da halifenin hakkıdır. Başbakan klasik bir mezhepçi değil. Bu işi aynı zamanda ideolojik olarak da benimsemiş durumda. Hitap ettiği "mezhepçilik kitlesi" Türkiye'de çok yoğun olduğu için, onu iktidarda tutacak bir güce dönüşüyor.

 

Size gelelim. Siz bir taraftan "Kürt aday" kimliğinizle ortadasınız, diğer taraftan da "sol aday" olarak gündemdesiniz. Siz kendinizi daha çok nerede görüyorsunuz: Kürt aday olarak mı, sol aday mı?

Etnik kimliğimin tartışılıyor olmasının nedeni, inkar edilen ve yok sayılan bir kimlikten geliyor olmam, inkara karşı mücadele yürütmüş bir halktan gelmem. Benim Kürt kimliğim milliyetçiliği değil, inkara ve zulüme karşı mücadele etmiş bir halkı temsil ediyor. Türkiye'de Kürt sorunu olmasaydı, bugün benim etnik kimliğim konuşulmayacaktı. Yoksa ben etnisitemi veya milliyetimi tanımlamıyorum bu şekilde... Ben kendimi daha çok demokrat, solcu, insan hakları savunucusu olarak tarif ediyorum.

 

Daha fazlasını da söylüyor musunuz solla ilgili? Kendinizi Marksist-Leninist ve komünist olarak da tanımlıyor musunuz?

Yok, hayır. Reel sosyalizm çöküşünden sonra sosyalizmle ilgili ciddi tartışmalar yürüdüğünü izliyorum. Belki demokratik sosyalizm tanımını kendime daha uygun görürüm. Yerele, lokale, yaşadığımız coğrafyaya uygulanabilir, kimlikleri ve mezhepleri görmezden gelmeyen, ulusları inkar etmeyen, ama aynı zamanda emek eksenli bir düzen olmalı diye düşünüyorum.

 

 

'Daha çok CHP tabanı mesajı aldı'

 

 

Çocukluğunuzda ailenizin sizi siyasetten ve Kürtlük, Zazalık gibi olgulardan uzak tutmaya çalıştığını söylemiştiniz bazı söyleşilerde. Aileniz muhafazakâr mıydı?

Ailemiz politik değildi. Babamın bir dönem Karaoğlan'a (Ecevit'e) oy verdiğini hatırlıyorum. Annem muhafazâkar, dinine bağlı oldu her zaman. Dedem hacıydı, defalarca Hacca gitmişti.

 

Sizi öğrencilikten tanıyan birinin internette hakkınızda "Kendi halinde biriydi, lider olacak birine benzemiyordu" türü bir izlenimini okudum...

E doğru demiş, mesela hiç sınıf başkanı olmadım...

(Gülüşmeler.)

 

Sosyal etkinliklere katılmaz mıydınız?

Çalışkan öğrenciydim. Temiz, düzenli, tertipliydim...

 

Spor?

Futbol oynardık okulun bahçesinde.

 

Çalmaya ne zaman başladınız?

(Hiç duraksamadan:)

Lise yıllarında, galiba lise ikide bağlama çalmaya başladım.

(Gülüşmeler.)

 

Ben de bu şakayı sizden çaldım. Gerçekten de "Bağlamadan başka bir şey çalmam" sözünüz çok tuttu seçim kampanyasında. Biz yine seçimlere, seçimlerde solun temsil edilmesi konusuna gelelim. CHP'liler ve bazı sol çevreler size oy verip vermemekte tereddütlüler...

Tabii ki haklılar. CHP tabanıyla bugüne kadar bir temasımız, dokunmamız, ortak çalışmamız olmadı. Ben CHP'yi, tabanını biliyorum, anlıyorum. Onlar da beni izliyor. Ayrı siyasi kulvarlardayız yıllardır. Bu seçimde kimsenin siyasi kulvarını değiştirmesini beklemiyorum. Bu seçim, parti tercihi yapılan bir seçim değil. Partiyi değiştirmeden de ilkeler adına oy verilebilir. Her CHP'linin elini vicdanına koyarak şu soruyu sormasını isterdim: Sosyal demokrat ilkeleri seçimlerde - ortaya koyduğu söylemle, tarzıyla, yaşamıyla, pratiğiyle - kim temsil ediyor?

Siz ilkeleriniz için mücadele edersiniz; sonuçta kaybetseniz de onurlu bir çaba harcamış olursunuz. Gelecek nesillere mücadelenizi miras bırakırsınız. Bizim geçmişten, Deniz'den, Mahir'den, Hüseyin'den, Ulaş'tan devrimci mücadeleyi devraldığımız gibi. Onlar ilkelerini terk etselerdi geriye ihanet tarihi kalmış olurdu.

CHP'liler bunu sormalı bence: İlke mi, yoksa "koltuk uğruna" ilkesizlik mi?

 

Sizce CHP cephesinden size doğru bir adım var mı? Ya da sizden ona doğru?

Bence ilkesel duruşun kıymeti anlaşılıyor. Benim cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyası süresince hedefim CHP'den oy koparmak değildi. Onu özel olarak hedefe koymadım. Herkese, tüm partilerin kitlesine hitap ettim. Ama sanırım daha çok CHP tabanı mesajı aldı. Bunda, çıkarılan adayın yarattığı hayal kırıklığının da etkisi vardı.

Sonuçta, bana verilen her oy ilkeler adına verilen oydur. Çatı aday için kullanılan oy ise başka başka anlamlara geliyor.

 

Çatı demişken, geçenlerde MHP milletvekili Sinan Oğan "Türkiyelileşme" konusunda sizi övdü. Bu, MHP ile aranızda bir temas kurma ve bir ortak yol arayışına yönelme anlamına gelebilir mi?

İlla ortak yol bulmak zorunda değiliz MHP ve benzer partilerle. Ama birbirini anlama çabası bakımından bu iyidir. Bize karşı "düşman", "vatan haini", "terörist" deme noktasından o noktaya gelmiş olması iyi... O tarifler, bizi böyle itham etmeler, toplumsal gerilim ve kutuplaşma konusunda çok olumsuz rol oynuyordu. MHP bizi yine eleştirsin, eleştirecek de. Herhalde benimle ilgili fikir beyan eden milletvekili, partimizi ve ideolojimizi beğendiği için böyle söylemiyor. Ama üslup, toplulumun bir arada yaşaması için uygun bir üslup olmalıdır.

 

Peki, Cemaat'te size yönelik bir hareket, bir kıpırdanma var mı?

Hissetmedim hiç...

 

Seçimler ikinci tura kalırsa, seçmenlerinizi kimseyi desteklemeye çağırmayacaksınız. Ama onların Erdoğan'a oy vereceklerini düşünenler az değil.

Bizim seçmenimiz, "Tayyip Erdoğan'a oy ver" desek bunu dikkate alacak bir seçmen değil. Öyle olsaydı bizim partimizde kalmazdı. Bizim partimizi desteklemesinin çok ağır bir bedeli vardır. Cezaevine giriyor, gaz yiyor, cop yiyor, hakaret görüyor. Onun için gitmiyor AKP'ye, gitmiyor. Şimdi onun adayına oy vermeye çağırsak "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" der bize. Gitmez, gitmez...

 

Boykot mu yani fiilen?..

Gitmez. Ekmeleddin Bey'e oy ver, desek de ona da gitmez. Biz seçmenin blok olarak hareket edeceğine ihtimal vermiyoruz. Genel eğilim budur. Ama yüzdesini kestirmek zordur.

Bu arada bana ikinci turda ne yapılacağını soranlara ben şunu soruyorum: İlk turda ne yapacaksınız? Ya iş ilk turda biterse, o zaman ne olacak? Madem ilk turda bitiyordu, bari ilkesel olarak Demirtaş'a oy verseydik, diye pişman olmazlar mı acaba?

 

 

'Yerel seçimde aldığımız oyun üzerine çıkamazsak bu bir kayıptır'

 

 

Barış süreci seçimlerden sonra da devam edecek mi sizce?

Bence devam edecek. Toplum barış istiyor, haklıdır da. Bu, Tayyip Bey'in iktidarına bağlı bir şey değil. O da, Ekmeleddin Bey de seçilse devam edecek. Ben seçilirsem daha hızlı sürecek.

 

"Roboski'yi unutursak yüreklerimiz kurusun" dediniz. Bu konuda bundan sonra neler yapacaksınız?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne ve Anayasa Mahkemesi'ne götürdük. Anayasa Mahkemesi bu konuda adil yargılama olmadığı kararı verirse önemli gelişme olur. Anayasa Mahkemesi son zamanlarda çok önemli kararlar verdi. Roboski'de 34 insan katledildi, bir onbaşıya ceza verilmedi. Anayasa Mahkemesi bunu gözetir diye düşünüyorum.

 

Seçimlerde sizin ortaya çıkmanız şimdiden bir başarı olarak görülüyor. Peki, sizce hangi durum bir kayıp, bir başarısızlık olur?

Son yerel seçimde aldığımız oy civarında oy alırsak bu bir kayıp olur. Bu kadar söz söylendikten sonra, bu kadar Türkiye'nin geleceğine dair umut yaratıldıktan sonra, bu, seçmen tarafından sahiplenilmiyorsa, uzattığımız el, ezilenler adına birlikte yaşayalım söylemi sahiplenilmiyorsa, seçmenler arasında karşılık bulmuyorsa, "Birlikte yaşamak istenmiyor kardeşim, sana ne oluyor!" algısı doğabilir.

 

Galiba zamanımız azaldı. Birkaç ufak tefek soru ekleyelim. Mesela, TRT konusunu. Son zamanlarda TRT sizi yordu sanırım. Ya da siz TRT'yi yordunuz...

Bence TRT'ciler yoruldu.

(Gülüşmeler.)

 

Arınç'ın "Sen kimsin, o kim?" açıklamasına ne diyorsunuz?

Ben biraz Arınç'ın kendisinin bir şaka olduğunu düşünüyorum. Bir şaka olsun diye yeryüzüne gönderilmiş. Söylediği şeyleri kulakları duyuyor mu, bilmiyorum. Sorumluluğunda olan TRT gibi bir kurumun bana ve Ekmel Bey'e yönelik ayrımcı tutumunu bu kadar pişkince savunması, bırakın bakanlığı, hukukçu olarak da yadırgatıyor. Kendisi iyi bir avukattır.

Ama eşitliğe adaletten bağımsız bir tanım getiriyor. En tanınan, en popüler olan en çok yayınlanır, diyor. Oysa içinde adalet olmayan hiçbir eşitlik eşitlik değildir.

Ayrıca Arınç, TRT'ye yaptığım ironiyi anlamayacak kadar da şaka gibi biri...

 

Sizce ironiyi gerçekten anlamadı mı, yoksa?..

Bence üstüne alınmamak için öyle söylüyor. Cevap vermemek için görmezden geliyor, bu arada topluma da "algılamama" mesajı veriyor.

 

TRT demişken: Sizce Başbakan, canlı yayında üç adayın katıldığı toplantılara neden karşı?

Bu toplantılar olsaydı ne iyi olurdu! Ben gerçekten Başbakan'ın demokrasi ve özgürlükler çıtasının çok çok düşük olduğunu, sanılanın çok altında olduğunu düşünüyorum. Kendisine "suflör" yardımı ve prompter olmazsa gerçek kapasitesi ortaya çıkacaktır ve bu da toplumda hayal kırıklığı oluşturacaktır.

 

Bu arada sizinle aynı düzeyde ve eşit durumda görünmek istemiyor da olabilir?

E tabii, bunun da etkisi vardır. Arınç'ın dediği gibi: "O kim, bu kim?" Onun o kadar parası varken ve parayı koyacak yer bulamazken... Bizde ise yer çok, para yok.

(Gülüşmeler.)

 

Bu arada ben sizi televizyondan izlerken daha heybetli sanırdım, sandığımdan daha ufak tefekmişsiniz. Başbakan'la yan yana tartışmak tehlikeli olmaz mı? Mesela, Feyzioğlu'nun üzerine yürümüştü...

(Gülüşmeler.)

Evet, böyle bir risk olurdu. Ama riski göze alırdım.

 

Polemiğe hazır mısınız? İstiklal Marşı'nı ezberlediniz mi?

Ezberlettiler.

(Gülüyor.)

 

Bir söyleşinizde beste yaptığınızı, çok okuduğunuzu ve bu arada bir şeyler yazdığınızı söylemiştiniz. Neler yazıyorsunuz?

Bazen şiirler, anekdotlar, kısa öyküler yazıyorum. Karşılaştığım şeyleri aktarıyorum.

 

Yayımlamayı düşünüyor musunuz? Teklif geldi mi?

Yayımlamayı düşünmedim hiç...

 

Teklif gelirse düşünür müsünüz? Hemen size T24 adına onları yayımlama teklifi yapabilirim! Parasız olarak tabii...

(Kahkaha atıyor.)

Yazarsam zaten parasız yazarım. Şimdilik böyle bir planım yok. Bakalım...

 

 

'Başkanlıktan, milletvekilliğinden ayrılmak istedim, ama olmadı...'

 

 

Zaman zaman umutsuzluğa kapılıp "bu ülke değişmez" dediğiniz oluyor mu?

Sürekli bir durum değil, ama bazen oluyor. Mesela, bir ay boyunca her yerde bir konuyu anlatıyorsunuz. Sonra pat diye bir aydır anlattığınızın hiç anlaşılmadığına dair bir olay çıkıyor karşınıza... Özellikle bizim gibi toplumu değiştirmeyi amaçlayan siyasetçiler için böyle durumlar ara sıra ortaya çıkıyor.

 

Geçen yılın sonlarında kendinizi geriye çekme, yönetimden ayrılma isteğinizi akla getiren demeçler vermiştiniz...

Ben seçimle göreve getirilme, seçilmişlik gibi durumlardan kaçınmak istedim. Milletvekilliğinin kandırmaca, aldatmaca olduğunu içine girdikten sonra anladım. Milletvekilliği, genel başkanlık gibi statüler beni rahatsız etti. Göz önünden uzaklaşıp geri çekilmek istedim. Yoksa mücadeleyi bırakmak değildi niyetim. Ama olmadı, bırakmadılar...

 

Aileden de tepki gelmiş galiba. Küçük kızlarınız babalarını daha çok görmek istemiş...

(Gülüyor.)

 

Sizce yaşanacak yer neresi desem?

Diyarbakır.

 

Yurtdışında gidilecek, yaşanacak yer deyince aklınıza gelen?

San Francisco bana çok ilginç geldi. Oradaki toplumsal ilişkiler de, coğrafyası da. Belki de buraya çok uzak olmasından.

(Gülüyor.)

 

Beş yıl sonra Selahattin Demirtaş nerede olur, nasıl bir hayatı olur?

Vallahi, beş yıl önce sorsaydınız burada olacağımı hiç hesaplayamazdım.

(Gülüşmeler.)

Mücadelenin içinde olurum, sağsam eğer...

 

Son olarak medya özgürlüğü ve gazeteciliğin durumu hakkında görüşünüzü öğrenebilir miyiz?

Trajik, travmatik bir alan bu. Çok kaliteli gazeteciler var. Ama Türkiye'de medya-patron ve medya-hükümet ilişkileri gazeteciliği farklı hale getirmiş durumda. Medya emekçilerinden bağımsız olarak şunu söyleyebilirim: bu alan - tırnak içinde - "en kepaze alandır". Ahlaksızlığın, yozluğun, dejenerasyonun en yoğun yaşandığı alandır. Yargı da, yürütme de, yasama da yıpranmıştır; ama medya en beteridir.

 

Peki, internet medyası?

İnternet medyası ve sosyal medya bu ortamda bir nefes alma şansıdır. İnanın ki ben, sadece sosyal medya ve internet medyasından besleniyorum. Onun dışında okunacak çok fazla bir şey kalmadı. Mesela, yaptığım bir açıklamanın, ertesi gün hangi medya grubunda hangi başlıkla, nereden ve nasıl görülebileceğini tahmin edebiliyorum.

 

Her türlü banal ve acemi gazetecinin soracağı soruyla bitireyim: T24'ü izliyor musunuz?

Kurulduğundan beri okuyorum, yeniden yapılanmasını da izliyorum. İlk kurulduğunda bir arkadaşınız ilk röportajlarından birini benimle yaptı, ben o zaman grup başkan vekiliydim. O zamandan beri takip ediyorum. Son zamanlarda özellikle medya baskısından bunalan özgürlükçü ve demokratik yazarlarla daha da güçlendi. Daha iyi oldu. Seviyorum T24'ü, izliyorum.

 

Tamam, istediğimi elde ettim böylece. Çok teşekkürler.

(Kahkaha atıyor.)

Çok sağolun.

 

@AksayHakan

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"