11 Kasım 2018

Çocukları çok mu seviyorsunuz, milliyetçi bayım? Hangilerini?..

Bir sürü çocuğa doğru eğilmiş, onların 'nereli' olduklarını soruyordunuz. Hangi ırktan? Hangi milletten? Hangi dinden? Hangi mezhepten?..

Rüyamda sizi gördüm dün gece.

Yüzünüz uzak ve karanlıktı önce.

Sonra yaklaştınız.

Kaşlarınız çatık, yüz ifadeniz sertti.

Biliyorum, çok beğeniyorsunuz bu çehrenizi.

Erkekseniz güçlü ve dövüşken, kadınsanız ciddi ve namuslu olduğunuzu ilan ettiğinizi düşünüyorsunuz bu keskin bakışınızla.

Birdenbire bir ışık doğdu ve siz ona doğru gülümsediniz.

İlginizi çeken o ışığa doğru sıklaştırdınız adımlarınızı.

Ben de peşinizden geldim.

*   *   *

Bir sürü çocuk vardı o ışığın içinde.

Birbirine hem hiç benzemeyen hem de çok benzeyen ufacık çocuklar...

Siz onlara baktıkça gülümsüyordunuz.

Çocuklar gülmüyordu.

Siz neden gülümsüyordunuz acaba?

Çocuk, büyüğün küçük ve biraz komik bir modeli olduğu için mi güldürüyordu sizi?

Belli ki siz kendi gülüşünüze çok daha ağır bir anlam yüklüyordunuz.

Az önceki sert bakışınızı bir süreliğine rafa kaldırmanız, herkesten çok sizi etkilemişti; bambaşka bir insan olduğunuz hissine kapılmıştınız.

“İyi insan” olmuştunuz yanılmıyorsam...

Dikkatli, şefkatli, yumuşak, hoşgörülü, sevgi dolu...

Gerçekten böyle miydiniz siz?

Yoksa sadece küçük çocukları görünce mi bu özellikleriniz ortaya çıkıyordu?

*   *   *

Bir an geriye baktınız ve sanki bana doğru sessizce haykırdınız:

“Ben çocukları çok severim!”

...

“Nasıl?”, diyecek oldum... diyemedim.

Gülümsemeden vazgeçmek üzere olan yüzünüzün yeniden sertleşmesinden korktum.

Onun yerine kendi kendime fısıldadım:

“Nasıl seversiniz çocukları?”

...

Siz duymadınız.

Sevmek kelimesinin sözlükteki karşılıklarından biri - en hafifi – “okşamak”tı.

Daha fazlasını yüklenebilir miydi yüreğiniz?

*   *   *

Biliyorum, duysaydınız, bu konuda “özel bir hassasiyetiniz” olduğunu söyleyerek beni susturmaya çalışacaktınız.

İçinde “çocuk” kelimesi ile beraber “fedakârlık”, “aile”, “gelecek”, “vatan” gibi bir şeylerin yüksek sesle telaffuz edildiği ağdalı cümleler biriktirdiğinizin farkındayım.

Ama çocuklarınızı doğurduktan sonra karınlarını doyurmaktan öte neler yaptığınızı sorma eğilimindeyim yine de ben.

Onlara ayrı kişilikler olarak ne kadar saygı gösterip, özgür insanlar olmaları için hangi şartları sağladığınızı öğrenmek isterdim.

Neden kendinize hak etmediğiniz bir “büyüklük” kazandırmak amacıyla çocukları durmadan “küçümseyen” ve “henüz tam insan saymayan” yaklaşımlar içinde olduğunuzu sorardım.

Ve herkesin sizin kadar “çocuksever” olduğu bir ülkede neden ensestin bu kadar yaygın olduğunun, binlerce küçük kızın geleneklerin altına gizlenmiş ticari kaygılarla zorla evlendirildiğinin, milyonlarca çocuğun öğrenim hakkının gaspedildiğinin, birçoğunun oyun çağında çalışmaya mecbur edildiğinin ve nasıl olup da bütün bunlara toplumdan güçlü bir tepki gelmediğinin cevabını arardım.

*   *   *

Tam o sırada siz çocuklara gülümsemekle ve yaklaşmakla yetinemeyeceğinizi hissettiniz ve onlara dokunarak “daha da iyi” olmaya karar verdiniz.

Ellerinizi o ışığın içine daldırarak bir çocuğu kucağınıza almak istediniz.

O kargaşa içinde kara derili kocaman gözlü bir çocuk ellerinizden kayıverdi.

Nasıl oldu bu? O mu aniden kurtuldu ellerinizden? Yoksa elleriniz mi ondan?

Sonra Afrikalı çocuğun yanındaki Güney Asyalı bir başka esmer çocuk yaklaştı size. Duraksadınız.

Çekik gözlü, sarı derili bir yaramaz hopladı. Belli belirsiz geri çekildiniz.

Ardından “beyaz çocuklar” ve “Orta Doğulu olanlar” arasında gözlerinizle telaşlı turlar atarken yüzünüzdeki gülümsemenin içi iyice boşalıverdi.

Birkaç dakika önce sizi heyecanlandıran ışık sönükleşmişti.

Çevrenizdeki çocuklar azalmıştı.

*   *   *

Siz onlara eğilmiş, benim zorlukla duyabileceğim bir sesle “nereli” olduklarını soruyordunuz.

Hangi ırktan?

Hangi ülkeden?

Hangi milletten?

Hangi dinden?

Hangi mezhepten?

Nereli?..

Işık söndü.

Çocuklar bir toz bulutu içinde uzaklaşarak hızla kaybolmaya başladı.

Geriye döndünüz.

Kavruk tenli, gür saçlı, yumuk gözlü bir çocuğun elinden tutuyordunuz.

Çocuk, dudaklarına yapışan donuk bir gülümsemeyle size bakarak aynı sözleri papağan gibi sürekli tekrarlıyordu:

“Türküm, Müslümanım, Sünniyim!.. Türküm, Müslümanım, Sünniyim!.. Türküm...”

*   *   *

Siz aradığınızı bulmanın memnuniyetiyle çocuğun başını okşadınız (böylelikle “sevdiniz” onu).

Ve uzaklaşan toz bulutuna aşağılayıcı bir bakış fırlattıktan sonra az önce içinden çıktığınız karanlığa doğru yöneldiniz.

Kaşlarınız çatık, yüz ifadeniz sertti.

Tam önümden geçerken yakanıza sarılıp sizden hesap sormak istedim.

Ama ellerimi hareket ettiremiyordum.

Bağırmak istedim.

Ama sesim çıkmıyordu.

Bütün gücümü toplayarak silkindim; üzerimdeki her şeyi yırtarak-parçalayarak atıp, bu arada “ırk, millet, vatan, din, mezhep vs.” adına sahip olduğum ne varsa bir kenara fırlatıp kaybolmak üzere olan toz bulutunu son anda yakaladım.

Işıl ışıl gülen gözlerle bana bakan çocuklardan, çoğunu bilmediğim birçok dilde anlamının güzel olduğundan hiç kuşkulanmadığım kelimeler duydum.

Her yer aydınlandı.

Sabah olmuştu.

Karanlık bir gün daha başlıyordu.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"