31 Mart 2020

Bir ölümün ardından: Can korkusu, yaşama isteği ve yılgınlık duygusu arasında

Bir kez daha ölüm, ancak susarak ve sabrederek kabul edebileceğiniz bir yenilgi olduğunu kanıtlıyor

Her gün ölümü düşünmekten yoruldum.

Ölüme karşı önlem almaktan, garip bulduğum şeyleri yapmaktan, kuşku duymaktan usandım.

Ölüm haberlerinden, yorumlarından, uyarılarından sıkıldım.

Ölümden korkmaktan bıktım.

Tam da bu yılgınlık cümlelerine alışıyordum ki haber geldi:

"Kalbi durdu."

Meğer bu anlatım "öldü" demekten daha yumuşakmış; onun için tercih ediliyormuş bu gibi durumlarda hastanelerin akrabaları bilgilendirmek için yaptığı aramalarda.

"Kalbi durdu"... Ve bir daha da atması sağlanamadı.

Öldü...

* * *

Yorulduğum, usandığım, sıkıldığım, bıktığım ölüm...

İşte çıkageldi. Ve işini yapıp karanlıklara karıştı.

Geride bir kadının cansız bedenini ve durmuş kalbini bırakarak.

Ne düşünmeliyim şimdi?

Ne hissetmeliyim?

Bu soruları daha soramadan bir acı saplandı içime.

Oysa bu ölüm sürpriz değildi; yıllardır kendimce hazırlanmaya çalıştığım bir sondu.

Ama en fazla hazır olduğunuzu sandığınız ölüm bile, iki kelimelik kısa bir cümleyle yüreğinizden bir parçayı koparıp akıllı ve mantıklı fikirlerinizin üzerini tümüyle kaplayacak şekilde önünüze fırlatabiliyor.

Bir kez daha ölüm, ancak susarak ve sabrederek kabul edebileceğiniz bir yenilgi olduğunu kanıtlıyor.

* * *

Ölüm yenilgi mi sahiden?

Korkunç bir şey mi?

Neden herkes bu kadar korkuyor ölümden?

Neden son birkaç haftada milyarlarca insan her gün ölümü düşünerek ve ondan korkarak değişiverdi?

Ülkeleri, kentleri, mahalleleri, sokakları, onlar içindeki her şeyi ve herkesi tanımak bile zor şimdi.

Bir ay önce nasıldılar? Şimdi nasıl oldular?

Demek bu kadar güçsüzmüş hayat adına üretilenler! Güvendiğimiz ne varsa bir anda buharlaşıverdi.

Hiçbir şey kâr etmiyor. Ne nükleer silahlar, ne uzay mekikleri, ne sert ifadeli ve kurnaz bakışlı devlet yöneticileri, ne -en zengininden en yoksuluna- hayatını paraya bağlamış sınırsız kalabalıklar!..

Fareler gibi kaçışıverdik hepimiz (fareler bağışlasın beni); bir markette birbirimizi gördüğümüzde ters taraflara savruluveriyoruz can korkusuyla; sevdiklerimize sarılıp öpemememizin sıkıntısını gidermek için hiç de komik ve elzem olmayan şakacı açıklamalardan medet umuyoruz.

Acizlik ne kötü şey!

Ölüm bizi böyle teslim alıyor zaten: Acizlikle...

 * * *

Fotoğraflarına bakıyorum. Videolarını izliyorum. Sesini dinliyorum.

İnsanın hâlâ kulaklarında çınlayan bir sesin sahibinin artık yaşamadığını kabullenmesi ne kadar zor!

Geride yüzlerce, binlerce anı kaldı. Çoğunu unuttuğum. Belki bir kısmı ansızın karşıma çıkar bir gün. Veya bir gece rüyamda selamlar beni.

Kışın istemiyordu "kalbinin durmasını". Her ne kadar yaz gelmese de, baharda vedalaşmış oldu bizimle.

Şimdi pencereden gördüğüm ağaçların dallarında bahar tomurcukları filizleniyor ne zamandır. Kuşlar ötüşüyor. Ortalık yemyeşil. Doğanın kokusu insanı sarhoş ediyor.

Yaşamanın, mutlu olmanın, sevmenin, gülmenin tam zamanı, derken...

Bütün dünya, burnunun dibinde küstahça gezinen ölüme teslim...

Ben ise mağrur adımlarla uzaklaşan bir ölümün ardından, duygularımı kelimelere dönüştürmekte zorlanacak kadar çaresizim.

Fotoğraflarla, videolarla, ses kayıtlarıyla bir geçmişe, bir bugüne gidip geliyorum.

Kolay değil, 58 yılı aşkın tanışıklığımız vardı.

Ve 20 yıl kadar önce onu başlamaya ikna ettiğim güncesini okuma zamanı geldi ne yazık ki. ("70’inden sonra günceye mi başlanır!" demişti önce bana. Sonra bir gün beklediğim soru geldi: "Günce nasıl yazılır?" Bu konuda en son birkaç yıl önce konuşmuştuk. Bana güncesinin bir bölümünü okutmak istemişti; ben de reddetmiştim. O zaman anlaşmıştık, benden önce ölürse günceyi ilk okuyan ben olacaktım.)

* * * 

Koronavirüs’ten kaç kişi ölecek acaba dünyada? Ya Türkiye’de?

Ya sevdiklerimiz arasında?

Ya biz? Biz sağ çıkabilecek miyiz?

Kim öksürdü? Ateşiniz mi var yoksa? Soluk almakta güçlük mü çekiyorsunuz ne?

Sağlık Bakanı’nın "akşam bülteni"nin sonundaki "maalesefli sayı"yı yükseltecek kişi aramızdan biri olmasın?

"Yaşamak" dediğimiz şeyin sonu geliyor mu?

Ne yaşamakmış ama! Şu hayatımıza bir bakın!

Darbeler, işkenceler, yasaklar, baskılar, savaşlar, krizler, depremler... Yetmedi... Kendi hayatımızı veya yakınlarımızı tehdit eden türlü hastalıklar, karşılaştığımız felâketler, parasızlıklar, adaletsizlikler, ihanetler, vurdumduymazlıklar, varlık yokluk mücadeleleri... Bütün bunlar yetmedi... Şimdi de böyle bir virüsün avucuna düştük.

Ne eksik kaldı? Üzerimize göktaşı yağması mı?

Bu mu hayat gerçekten?

Arkadaşlarımın çoğu -benim de yıllarca telaffuz etmeye alışkın olduğum- "kavga", "direnme", "aydınlık gelecek" mesajları paylaşıyor. Nâzım’ın umut verici şiirlerini serpiştiriyor neredeyse kararmaya yüz tutmuş cevahirlerimize doğru.

Sonra yeni bir kötü haber geliyor. Yine değişiyor mevsim.

Belki 2,5 milyon yıllık geçmişe dayanan insanlık tarihi içinde bize düşen ortalama ömür zaten 60-70, bilemedin 80 yıl; toplamın içinde bit kadar küçük yani!

O zaman dilimini de böyle mi yaşayacaktık?

İsyanımı yatıştıracak şeylerden biri mizah bu günlerde; virüsle ve ölümle ilgili ironik satırlara, sözlere, görüntülere bayılıyorum.

Sonra bir an geliyor; epeydir hatırlamadığım İspanyol Meyhanesi’nden birkaç dize kırıyor sabrımın zincirini:

"Yeter yeter! Öleceksek ölelim! Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur..."

Ardından yine aynı çelişki:

"Bir insan ömrünü neye vermeli? Tükenip gidiyor ömür dediğin..."

* * * 

Öksüz kalmaktan yüksek sesle yakınamayacak kadar ilerledi yaşım.

Ama önceki gün annemi kaybettiğimde içimde tahmin ettiğimden daha büyük bir boşluk doğduğu hissine kapıldım.

Belki bu yara da kapanır.

Ya da kapandığı hissiyle hayat dediğimiz o garip hengameye tutunmaya devam ettikçe her şeye alışırım  ben de.

Hem zaten ağaçlarda bahar tomurcukları filizleniyor. Kuşlar ötüşüyor. Doğanın kokusu insanı sarhoş ediyor.

Mezarlıklarda bile...

Yazarın Diğer Yazıları

Ne şarkılara pranga vurulabilir ne de anılara

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar

Bahsedilen sayı değil insandır

Gerçekleri örten sayıların ruhunu tanımaktaki isteksizliğiniz yüzünden savaşlar, çatışmalar, trafik kazaları sürüp gidecek...Ve siz hep kaygısız dinleyeceksiniz o kanlı sayıları...

Bir sonraki Cumhurbaşkanı kim olmalı?

Türkiye'de aynı anda hem akıllı hem de ahlaklı olmak, seyrek rastlanan bir durum. Liderin bu iki özelliği taşıması benim en büyük dileklerimden biri