Atv’nin önceki akşam yayınladığı Amiral adlı film, şahlanan Rusya sinemasının son yıllardaki en önemli örneklerinden biriydi.
Filmin kahramanı Aleksandr Kolçak, Çarlık ordusunun en seçkin komutanlarındandı. 1917 Devrimi sonrasında Kızıl Ordu’ya karşı savaşan Beyaz Ordu’nun liderlerindendi. Ve kısa bir süre için “öteki Rusya’nın Yüksek Önderi” olmuştu.
Film, Kolçak’ın ne denli güçlü ve dürüst bir kişiliği olduğunu, yıllarca “dokunmadan yaşadığı” aşkını anlatıyor ve bir ülkenin tarihine yeniden bakmayı deniyordu.
* * *
Birinci Dünya Savaşı. Kolçak, Almanlar’a karşı büyük başarılar kazanmaktadır. Bir akşam, bir baloda, yardımcısı Sergey Timirev’in eşi Anna ile tanışır. Birbirlerine aşık olurlar. Karısına verdiği sözden dolayı aşkını içine gömer. Çar İkinci Nikolay 1916’da onu Karadeniz Filosu’nun komutanlığına atar. Ertesi yıl Geçici Hükümet’in başı olan Kerenski, ABD’ye kaçmasını emreder. Bir süre sonra ülkesine dönerek Sibirya’da yayılan direnişin lideri olur.
Anna, “her şeyin anlamsızlığını gördüğü ve artık ailesinin güvenliğini düşündüğü için” Kızıl Ordu’ya geçen eşini terk ederek Kolçak’ın Beyazlar’ı yönettiği kent olan İrkutsk’a gider. Ama bir süre gizlenir. Sevdiği adamın mücadelesini anlamak ve paylaşmak ister; savaşta hemşirelik yapar. Bir gün birleşirler, ama aralarında iki engel vardır: Birincisi, dindar bir insan olan Kolçak’ın önce Fransa’da yaşayan karısından resmen boşanmayı beklemek istemesi. İkincisi, Kızıllar’ın Sibirya’daki ilerleyişinin onlara fazla zaman tanımaması.
Tarih, bu iki insana aşklarını yaşayacak fırsatı bırakmamıştır. Kolçak Bolşevikler’in eline düşer ve Lenin’in gizli emri ile 7 Şubat 1920’de kurşuna dizilir. Cesedi Angara Nehri’ne atılır. Anna’nın payına da 37 yıllık bir sürgün düşmüştür.
İç savaş yılları Rusya’ya 10 milyonu aşkın ölüm, 2 milyon göç getirmiştir. Beyazlar’ın bir kısmı katledilmiş, bir kısmı Batı’ya veya Türkiye’ye kaçmış, orada yeni bir hayat kurmaya çalışmıştır. İstanbul’da “Beyaz Ruslar” kentin kültürel hayatına renk katmış, kimileri “kısmen Türkleşerek” aileleriyle birlikte bugünlere kadar gelmiştir.
İlginçtir, Amiral Kolçak’ın kökeni de bizim topraklara, İlyas Kolçak Paşa’ya uzanır.
* * *
İki yıl önce gösterime giren film, Rusya’da büyük tartışmalar yarattı. Filme hayranlık duyanlar da vardı, ondan nefretle söz edip yasaklanmasını isteyenler de.
Ezber bozan yöntemlerle tarihin yeniden ele alınması, eski yaklaşımların gözden geçirilmesi uzun ve sancılı bir süreç. İleriye doğru atılan her bir adım direnişle karşılaşıyor. Devletin, resmi ideolojinin, partilerin, gazetelerin, “sokaktaki adam”ın ve “insanın iç dünyası”nın direnişi bu.
Sovyet yurttaşlarının on yıllar boyunca okuduğu tarih kitapları Kolçak’ın “halk düşmanı” olduğunu yazıyordu. Toplumun etine kemiğine işleyen devlet propagandasına “yanlış” diyen ve tam tersini savunan bu film, küçük çapta bir şok oldu Rusya’da.
* * *
Filmden sonra içimden mırıldanıyorum:
“Beyazlar’ın elinde kalan
son kıyıya varmak için
dağlardan ve ovalardan
ilerledi partizan.”
Ben hiç Sovyet yurttaşı olmadım. Ama vaktiyle, onların bir süre sonra dağılacak olan devletlerini ve bugün tartışmalı hale gelen resmi tarihlerini savunurken, coşkuyla Partizan marşını söylediğim olmuştu.
Şimdi Rusya’da arşivler açılıyor. Devlet emriyle işlenen suçların belgeleri yayımlanıyor. Bu konuda edebi eserler, belgeseller yapılıyor. Bunların bir kısmını okudum ve izledim. Lenin’in emriyle yapılan katliamların belgelerini gördüm. Stalin zamanında sürgüne gönderilen insanların akrabalarıyla tanıştım. Brejnev döneminin sahtekârlıklarını bizzat yaşadım.
Ama bütün bunları anlamak, daha doğrusu içine sindirmek o kolay değil. Bazen insan sanki geçmişinden vazgeçiyor, çocukluğunu ya da gençliğini reddediyor gibi hissediyor kendini...
Elbette, mesele yalnızca Rus tarihi değil. Aynı zamanda bizim tarihimiz. Bizim liderlerimiz, savaşlarımız, devrimlerimiz, reformlarımız... Ve yıllardır dilimizden düşmeyen marşlar...