09 Mart 2011

BİR DE ‘O HAREKET’ VAR YA!..

Gözaltına alınmak – öteki bütün etkilerinin yanı sıra - bir de kırılmaya, incitilmeye, ahlaki-psikolojik...


Gözaltına alınmak – öteki bütün etkilerinin yanı sıra - bir de kırılmaya, incitilmeye, ahlaki-psikolojik olarak bozguna uğratılıp sindirilmeye yönelik bir darbe yemektir.
Birilerinin seni evinden, eşinden, çocuklarından koparmasıdır; işini yapmanı, arkadaşınla buluşmanı, telefonda konuşmanı, sokağa çıkmanı, denize bakmanı, sevdiğin bir yemeği yemeni, sinemaya veya sergiye gitmeni, istediğin zaman istediğin yerde bulunmanı, uyumanı, sevişmeni, yazmanı, hatta canın istemediğinde hiçbir şey yapmamanı yasaklaması demektir.
Özgürlüğünün elinden alınması can sıkıcıdır, zordur, çetrefilli bir sınavdır…
Ne adına olduğunu bildiğinde ve kendini korumaya kararlı olduğunda bütün bunlara dayanma gücün var demektir.
Gözaltına alınsan da kendini güçlü hissedebilirsin, hatta gücünü ve özgüvenini göz altına alınmanla özgürlüğünün bittiği mekana girme arasında geçen kısa zaman diliminde herkese gösterebilirsin.
“Güvenlik güçleri” eşliğinde evinden, işinden veya “her nerede yakalandıysan oradan” çıkıp resmi araca bindirilene kadar çevrendekilere gülümseyebilirsin, el sallayabilirsin, birkaç kelimeyle seslenebilirsin…

*      *      *

Sınırlı özgürlüğün bitiş noktası, resmi araca biniş anıdır. Ondan sonra dış dünyayla bağlantı kurma özgürlüğün daha da azalır. Ve kısa sürede biter.
İşte tam o anda, belki sen sınırlı özgürlüğünde birkaç saniye daha kalmış olabileceğini düşünürken, bir müdahale gelir. Hem de fiziki bir müdahale. Senin arabaya binme sürecine birileri elini senin başına koyarak müdahale eder.

Hangi kuralın gereğidir, bilmem, kimseye sormadım da. Gözaltına alınan kişi kafasını araba kapısının tavanına çarpmasın, ya da kendini o kapıya bilinçli olarak vurup intihara kalkışmasın diye mi, başka bir nedenle mi… 
Ama sonuçta o güne kadar hiç bilmediğin ve tam da özgürlüğünün sınırlandığı tatsız bir anda karşına çıkan yabancı birinin eli, senin yaşam alanına – hem de çok yakından – girer ve başına hafif bir baskı yaparak seni arabaya sokar.
İşte, nedense bugüne dek yüzlerce kez gördüğümüz ve doğal kabul edip sorgulamadığımız “o hareket”, görülecek baskıların ilk canlı işaretlerinden birisidir.

*      *      *

En son Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın başlarına uzanan “güvenlik gücü” ellerini ve bu gazetecilerin arabaya biniş anlarını gördük.

“Resmi bir el”
onları arabaya tıktı. Düşünen kafalarını bastırdı. Bu baskı, uzunca bir süredir yaşadığımız baskılarda yeni bir perdenin daha açılması anlamına geliyordu. 
Gazeteci olmanın, kitap yazmanın, yorum yapmanın artık tümüyle tahammül edilmez bir konuma geldiğinin soğuk bir belgesi gibi, Nedim’in ve Ahmet’in kafalarını özgür sokaktan resmi arabalara tıktı o eller.
Epeydir devam eden, ama çeşitli kamplara ayrılmış gazeteciler ve öteki aydın kesimler açısından bile kolay anlaşılmayan bir sürecin yeni bir aşamaya taşınmasıydı bu an.
İktidar partisi, savcılar, içişleri güçleri, hepsi birlikte, “daha uzunca bir süre devam edeceklerinden artık pek kuşku duymadıkları bir döneme girmenin rahatlığıyla” hareket alanlarını genişlettiler.
Ergenekon tutuklamalarının açtığı ve referandumla temizlenen yolda “ileri hamleler” yaptılar.
Bu aşamayla birlikte, Ergenekon’un sınırlarının nerelere kadar uzandığı konusu, iyice dumanlanan ortam arasında kayboldu gitti. 
Ve bu duman bulutu arasında eskisinden de kolay ilerleyeceğini sananlar, birdenbire ciddi bir muhalefetle karşı karşıya geldiler.
Direniş başladı. 
Ne bu direniş yeterince güçlü ve geri dönülmez bir kararlılık içinde, ne de iktidar bu direnişin mesajlarını alıp tutumunu yumuşatmış durumda. Ama yine de bu, bugünkü tepkilerin dünkünden daha güçlü ve kitlesel olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 

*      *      * 
Bu ülkede çok geniş bir kesim, ülke yönetimine askeri müdahaleye ve darbe tehlikesine karşı çıkıyor. AKP tabanıyla falan sınırlı bir kamuoyu değil bu. Son yıllarda yaşananlar sonucunda, Ergenekon’a ve daha önemlisi “Ergenekoncu zihniyet”e siyasi ve ahlaki bakımdan hukuki alana kıyasla çok daha güçlü bir darbe indirildi.
Ancak darbeciliğe karşı mücadelenin sınırlarını, her türlü muhalefetin bastırılması olarak genişletmekten yana olanlar da var. Başta iktidar. Ardından da onun “koşulsuz yandaşları” ve çıkarlarını iktidara bağlamış çevreler. 
Bir de, şu ya da bu nedenlerden dolayı, bir dönem iktidara umut bağlayan, destek veren ve o sırada söyleyip yazdıklarının ağır yükü altında bugün değişen durumu algılamakta az veya çok zorluk çeken aydınlar var.
Bunların bir kısmı, bugün “Nedimler’in bile” özgürlüklerini kaybetmesi karşısında doğan tepkilerden, hatta “militan Ergenekon karşıtları” içinden bazılarının “Bu kadar da olmaz!” demesinden rahatsız olmuşa benziyorlar. “Dozu iyi ayarlanmış” bir iktidar eleştirisi eşliğinde, asıl olarak referandumda sergiledikleri “iktidara mantıklı destek” çizgisini sürdürmeye çalışıyorlar.
İktidar ne onları, ne de başka bir şeyi umursuyor. O, yeterli oy desteği ile her türlü tavrı rahatça sergileyebileceği hesabıyla dolu dizgin gidiyor.
Bu durum sürdükçe dün Nedim’in ve Ahmet’in olduğu gibi, yarın da başka aydınların (ve bu arada Ergenekon’la uzaktan yakından ilişkisi olmayan, hatta iktidara çeşitli biçimlerde destek vermiş olan kişilerin) başlarının üzerinde “resmi bir el” görebiliriz. 
Bu eller, o düşünen kafaları özgürlük alanından koparıp resmi araçlara tıkacak, yeterince güçlü karşı tepki görmedikçe karanlık bir iştahla yeni yeni kafaları bastırmaya uzanacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"