Rus televizyonunda dünyanın en ünlü bale eserlerinden biri var: Kuğu Gölü. Ben ister istemez irkiliyorum. Acaba bir şey mi oldu?
Sonra kendime gülüyorum, bu kadar ünlü ve sevilen bir müziği duyunca telaşlanmam garip değil mi?
Pyotr İlyiç Çaykovski'nin unutulmaz müziği, hem kendi başına bir tarih, hem de “tarihin müzikal fonu”. Ama galiba Kuğu Gölü benim için sadece ünlü değil, aynı zamanda dünyanın en siyasi balesi.
19 Ağustos 1991'de
Gorbaçov’un devrildiği darbe girişimi sırasında, tanklar Moskova caddelerine çıktıklarında Rusya devlet televizyonu hiç ara vermeden Kuğu Gölü’nü yayımlamıştı.
“Kuğular”, Ekim Devrimi'ne de,
Stalin,
Hruşçov ve
Brejnev dönemlerine de tanıklık etti. İktidarlar, halka moral vermek için özellikle bu eserin sergilenmesine öncelik verdiler. Rusya'nın iç savaştan henüz çıktığı 1920'lerde de, İkinci Dünya Savaşı’nın salvo ateşi altında da...
Bir iddiaya göre,
Lenin hariç bütün Rusya liderlerinin Kuğu Gölü’nü çok sevdikleri söyleniyor. Lenin ise “düşünmeyi ve çalışmayı zaafa uğrattığı” için Çaykovski'nin müziğini “fazlaca burjuva” bulur ve evde kız kardeşlerinin yorumladıkları
Beethoven'in Appassionata ve Ay ışığı Sonatı’nı dinlemeyi tercih edermiş.
Kremlin, Kuğu Gölü'nü güçlü bir devlet sembolü ve protokol unsuru haline getirdi. Bale, her zaman Moskova'yı ziyaret eden yabancı devlet adamlarına ve politikacılara izlettirildi.
7 yıl ABD'nin Moskova Büyükelçiliğini yapan
Llewellyn Thompson, bu süre içinde Kuğu Gölü'nü tam 132 kez izlemiş. Thomson ne zaman bir Sovyet liderinin ruh halini öğrenmek istese, o kişiyle Kuğu Gölü'nün antraktında görüşmeyi tercih ettiğini anlatıyor.
Kuğu Gölü, aynı zamanda önemli yas seremonilerinin değişmez fon müziği oldu. Brejnev'in,
Andropov'un,
Çernenko'nun cenazeleri bu müzik eşliğinde kaldırıldı.
Ama Kuğu Gölü, ölümün ve siyasetin değil, hayatın ve sanatın yansımasıdır. O bir aşk öyküsüdür aslında.
Evliliğe henüz hazır olmamasına rağmen, onuruna verilen bir baloda annesinin dileğiyle bir eş seçmek zorunda kalan Prens Siegfried ile avlanmak üzere gittiği gölde, büyücü Rothbart’ın kuğu şekline soktuğu Prenses Odette arasındaki aşkın ve bu aşk sayesinde büyünün yok edilerek sevenlerin kavuşmasının öyküsüdür. Aynı zamanda iyi ile kötünün, aydınlık ile karanlığın mücadelesidir.
Kuğuları, daha doğrusu kuğuların müziğini ve estetiğini keşfeden Çaykovski’nin, bu eseri yaratırken, Rus masallarıyla ve özellikle de
Puşkin’in Çar-Sultan’ından dizelerle beslendiği söylenir.
Kuğu Gölü ilk kez 4 Mart 1877’de, Bolşoy Tiyatro’da sahnelenmiş, sonrasında dünyanın her yerine yayılmış, neredeyse bütün bale sahnelerini fethetmiş bir eserdir.
Bu bale, tüm dünyada seyircilerini çok etkilemiştir. Gün olmuş, insanlar bilet alabilmek için ucu bucağı gözükmeyen kuyruklarda saatlerce beklemişler, karaborsacılardan bilet almışlardır.
Giderek büyük bir müzik ve bale ziyafeti olarak algılanmaya başlanan iki sihirli kelime, değişik dillerde dünyanın dört bir yanına yayılmıştır:
- Lebedinoye Ozero…
- Swan Lake…
- Schwanensee…
- Le Lac des cygnes…
- El lago de los cisnes…
- Kuğu Gölü…