04 Haziran 2013

Bir ağaç devirirsin Gezi Parkı’nda, kökleri toz kaldırır ta Moskova’da!

Öpüşüyorlar. Ne öpüşmesi! Resmen sevişiyorlar. Hem de metroda! Olacak şey değil!

Öpüşüyorlar. Ne öpüşmesi! Resmen sevişiyorlar. Hem de metroda! Olacak şey değil!

Az ilerde başkaları da öpüşüyor. Hem de binlerce insan arasında!

Genç kızlar delikanlıların kucağında oturuyor. Ana babaları görse ne der acaba?

Böyle bir sürü çift... Metroda, otobüste, sokakta, parkta... Dudak dudağa!..

Kızların bacakları ortada! Göğüsleri falan da!.. Bakarken utanıyor insan...

Ve orada burada “tıksırıncaya kadar” içenler... Ellerinde bira gezenler... Ayyaşlar, sarhoşlar, nahoşlar!..

Namus ve ahlak, tehlikeli biçimde sallantıda buralarda! Elden gitti gidecek!

Bu reziller ne zaman uyarılacaklar, ne zaman tutuklanacaklar, ne zaman “kamuoyu”ndan tepki görecek veya sopalanacaklar, diye gergin bir bekleyiş içindeyim. Öyle bir gerildim ki, biber gazı bile gelebilir şimdi diyerek nefesimi tutmuş haldeyim.

Ama heyhat, ahlaklı bir uyarı ateşi, pardon, uyarı anonsu bile yok!

Bir kez daha kendime geliyorum. Hay Allah! Moskova’ya geldim ya ben! Türkiye değil burası! Kimsenin öpüşene, “açılana”, içene baktığı ve de bunları taktığı yok!

Ancak öylesine esir olmuşum ki “yerli gündemimiz”e, bir türlü buraya adapte olamıyorum.

İşte bakın, şurada bir çift daha! Bu nasıl öpüşmek! Kızın eteği, miniden çok “yok sınırında”.

Havalar da pek sıcak Moskova’da. Terliyor insan ister istemez...

*      *      *

Yine Nâzım Hikmet’e geldik. Ölüm yıldönümünde O’nu anmaya. Moskova’daki mezarı başında. Ve O’nun için düzenlenen sanat gecesinde.

Bu kez her şey daha da özel; çünkü Nâzım’ın ölümünün 50. yıldönümü. Aramızda kimler yok ki: Edip Akbayram, Ayşe Yaltırım, Rutkay Aziz, Tarık Akan, Zülfü Livaneli, Zuhal Olcay, Hıfzı Topuz, Zeynep Oral, Nebil Özgentürk, Coşkun Aral, Taner Barlas, Moris Gabbay, Arif Keskiner, Doğa Rutkay, Nedim Saban, Vecdi Sayar, Selçuk Yöntem ve daha onlarca aydın...

2 Haziran gecesinde Zülfü Livaneli, Zuhal Olcay, Güvenç Dağüstün ve Çellistanbul’dan lezzetli bir konserle selamlanıyoruz. Ertesi sabah Novodeviçye Kabristan’ında toplanıyoruz.

Etkinliklerin organizatörü Rus-Türk İşadamları Birliği (RTİB) adına konuşan Nâzım Hikmet Anma Komitesi Başkanı Ali Galip Savaşır, Moskova’daki “Nazım geleneği”ni anlatıyor. Pür dikkat dinliyorum. Duygulanıyorum. Çünkü 17 yıllık kitlesel anma törenlerinin birincisi de dahil ilk 13’ünün organizasyonunda ben de vardım; çoğunda komite başkanı olarak. 2000’deki etkinlik özellikle önemliydi: Hem çok kalabalık bir topluluk olmuştuk o yıl, hem ölümünün arifesinde Türklere kırgınlığını geride bırakan sevgili Vera Tulyakova’yı aramıza almayı başarmıştık, hem de değerli Büyükelçi Nabi Şensoy’un şahsında ilk kez “devlet katılımı”nı sağlamıştık.

Bu kez aramızda yok devlet. Geçen yıl “50. yıldönümünde birçok etkinlik yapacağız” diyen Kültür Bakanlığı 3 Haziran’ı unutmuş görünüyor. Herhalde eski sinemaları nasıl kırpıp kırpıp AVM yaparım çabasıyla meşgul. Moskova Büyükelçisi Aydın Sezgin ise muhtemelen olası tepkilerden çekinerek etkinliklere katılmıyor. Ama mezarlığı ayrıca ziyaret edip çelenk bırakarak ve Türkiye’den gelen sanatçılarla görüşerek olumlu “kişisel” tavrını sergilemeye çalışıyor.

*      *      *

Olası tepkiler dedim. Ne anlama geldiğini anladınız. “Gezi Parkı”ndan bahsediyorum. Nasıl ki sadece İstanbul değil ayakta olan; Ankara, İzmir, Antalya, Eskişehir, Muğla ve daha birçok kent direnişte... Dünyanın pek çok ülkesinde ve kentinde de “Gezi ile dayanışma eylemleri” var. Geçtiğimiz günlerde Moskova’da da yapılmış böyle bir gösteri.

2 Hazirandaki gecede ve 3 Haziran sabahı mezar başında pankartlar açılıyor, sloganlar atılıyor: “Gezi Parkı direniyor!”, “Dayan Gezi!”,Taksim Gezi ile el ele!"... Zülfü Livaneli, Nâzım Hikmet'in “Bir ağaç ölür, bir millet uyanır” cümlesini seslendiriyor. Türkiye’den gelen hemen hemen bütün konuşmacılar Gezi’den söz ediyor.

İşte böyle bir dünyamız var artık! Bu kadar iç içe, böylesine zor, bu denli keyifli... Bir ağaç deviriyorsun Gezi Parkı’nda, kökleri toz kaldırıyor ta Moskova’da!..

Konuşmalar, buluşmalar, etkinlikler... Yanıma yaklaşıp halimi hatırımı soranlar, geçmiş 3 Haziranlar’dan dem vuranlar, yine damarıma basar gibi “Ne o, döndün mü yoksa Moskova’ya?” sorusunu yöneltenler...

Selamlaşıyorum, kucaklaşıyorum, şakalaşıyorum... Ama... I-ıh!..

Hiç keyfim yok bu sefer...

Moskova’nın havası iyi gelmedi bu kez bana. Aklım fikrim Türkiye’de, İstanbul’da, Gezi Parkı’nda. Bir de bizim T24’te...

Buranın havası – bugünlerdeki tüm coşkuya karşın – biraz “tatsız-tuzsuz” geldi bana.

Oysa bizim memlekette hava hem tatlı, hem tuzlu, hem de “biberli”. Buradaki dostlara anlatıyorum: “Bu biber bambaşka bir şey; yedikçe alışkanlık yapıyor, dönüp herkesle birlikte tekrar tekrar yiyesin geliyor!”.

Velhâsıl, pek tadım yok bu sefer Moskova’da. Her zamanki gibi Nâzım’ın mezarına dokunurken bile, oradaki herkesten gizleyerek bir şarkı söylüyorum içimden:

“Şimdi İstanbul’da olmak vardı, anasını satayım!..”

 

[email protected]

@AksayHakan

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"