Acaba Silvio Berlusconi dönemi kapanıyor mu derken, o yine güvenoyu alarak krizi atlattı. Nereye kadar? Bilmiyoruz. İtalya sokakta. Ama o her zamanki pişkin ve kaygısız haliyle geleceğe ilişkin yeni tasarılar yapıyor...
İtalya’nın en zengin adamı. Dünyada da ilk 25’e girdiği söyleniyor.
1936 doğumlu. Ama yılları önemsemeyen bir havası var.
Bir başkasının “İşte başarı ve mutluluk bu” diyebileceği yerde o durmuyor, bitmez tükenmez hırsıyla yeni bir alana saldırarak sanki gizli hedefine bir adım daha yaklaşmaya çalışıyor.
* * *
Milanolu bir banka memurunun oğlu olan Silvio Berlusconi hukuk okudu, ama hukukçu olmak istemedi. Bir süre bir inşaat şirketinde çalıştı. 24 yaşında kendi şirketini kurdu. İnşaat sektöründeki başarılarıyla para kazanmış, ama tatmin olmamıştı.
Gözü daha ünlü ve güçlü olmanın anahtarı olarak gördüğü medya dünyasındaydı. Yerel bir televizyon kanalıyla başladığı mücadele, 70’li yılların ortasında onu birkaç televizyon kanalının ortaklığına getirdi; 80’lerin başında ise bir medya devi idi. Bir dizi mağaza, ticaret ve emlak şirketinden sonra, ünlü futbol kulübü AC Milan’ı devralarak onu Avrupa’nın en büyüklerinden biri yaptı.
Artık İtalya’nın en zengin adamıydı. (Forbes dergisine göre serveti 12 milyar dolardı.) Ama yeterince mutlu değildi. Başkalarının emekliliği düşündüğü bir dönemde, 57 yaşında siyasete atıldı.
Ertesi yıl (1994) dokuz aylık bir başbakanlık dönemi yaşadı. 2001’de, ortalama hükümet ömrü iki yılı bile bulmayan İtalya’da başbakanlık koltuğunda rekor kırmak üzere tekrar hükümet kuruyordu. 2006’da gitti, 2008’de tekrar geldi ve üçüncü hükümetini kurdu.
* * *
Para, spor, medya, politika... Ahtapot misali kollarını attığı bütün bu alanlardaki başarıları onu doyurmuyordu. Başbakanken kafasına saç ektirmesi ve cildini gerdirmesi, ona sahip olduğu servet ve iktidarın yeterli gelmediğini gösteriyordu.
“Ben politikanın Hz. İsa’sıyım” diyordu Berlusconi. Avrupa tarihinde yalnızca Napolyon’u kendisinden daha başarılı bulduğunu söylüyor, ama Napolyon’dan üstün yanını vurgulamadan da yapamıyordu: “Ben ondan daha uzun boyluyum!” (Bir aralar da “Putin ve Sarkozy’den daha uzunum” diye övünmüştü.)
Fiziksel görüntü Berlusconi için yaşamsal önem taşıyordu. Öyle olmasa her sabah bir saat “güzellik seansı” yapar, yanık teni ve moda giysileri ile objektiflere sık sık poz verir miydi?
Hakkında zimmete para geçirme, vergi kaçırma ve sahtekârlık iddiasıyla çok sayıda dava vardı; Napoli mafyası ile ilişkileri dillere destan olmuştu. Ama o aldırmıyor, her konuda bildiğini okuyor, ağzına geleni söylüyordu.
Patavatsızlıkta üstüne yoktu. Solculara, gazetecilere, yargıçlara yönelik hakaretleriyle ünlendi. Mussolini’nin kimseyi öldürmediğini söyleyecek kadar ciddiyetsiz, “Bizim uygarlığımız, İslam uygarlığını döver” diyecek kadar pervasız, seçim kampanyası boyunca seks yapmayacağını ilan edecek kadar densiz, katıldığı düğünde Tayyip Erdoğan’ın gelini Reyyan Uzuner’in elini öpmeye çalışacak kadar işgüzardı. Ve Danimarka Başbakanı olduğu dönemde Rasmussen’in yakışıklılığından dem vurarak “Acaba karımı onunla tanıştırsam mı?” diyecek kadar ölçüsüz...
* * *
İkinci karısı Veronica onun çapkınlıklarına ve ilgisizliğine yıllarca dayandı. Berlusconi’nin, 1997’de İtalya güzellik yarışmasında dereceye giren Mara Carfagna’ya “Evli olmasaydım seninle evlenirdim” demesi bardağı taşırdı. Veronica basına yazdığı mektupta eşinden yazılı özür talep etti. Aile krizi, sonunda Veronica’nın boşanmayı seçmesiyle sonuçlandı. Ama Berlusconi aldırmadı. Skandallarla dolu hayatına devam etti.
Defalarca genç kızlarla ve fahişelerle adı çıktı. Medya onun cinsel içerikli skandallarıyla çalkalandı. O bana mısın demedi. Tersine bu konuyu hep gündemde tutmaya gayret etti. Daha 13 Nisan 2008 seçimlerini yüzde 47’lik oy desteğiyle kazanmasından sonra kurduğu hükümette bakanlık koltuğu verdiği dört kadından birinin aynı Carfagna olması, dahası tören sırasında ona “Partimizdeki kadınların ilk gece hakkı lidere aittir. Hem bilirsin, ben kolay kadınları severim” demesi akıllarda kalmıştı.
“Sağcı kadınlar daha güzeldir” ve “Solcular kadından anlamaz” gibi demeçleri dünya basında yankılandı. Yabancı ülke büyükelçilerini toplayıp “İtalya’ya ülkenizden güzel kadınlar getirin” demesi de öyle.
Bir ara, parlamentonun bir oturumu sırasında kürsüden iki kadın milletvekiline gizli not gönderirken yakayı ele vermişti. Notta yazılan “Orada yan yana çok güzel görünüyorsunuz. Benim konuşmama boş verin, dediklerimin pek önemi yok. İkinizi de öpüyorum” cümleleri, belki de onun farklı alanlara yayılan güç ve iktidar hırsının gerisindeki asıl isteği içtenlikle yansıtıyordu.
* * *
O hep en seksi, en yakışıklı, en güçlü erkek olmak istemişti. “Yaşına karşın çok dinç, şık, zeki ve şakacı” imajı, onu en mutlu eden şeydi.
Berlusconi’nin kara günleri de oldu. 26 Kasım 2006 ve 19 Mayıs 2007, onun baygınlık geçirerek kameraların önünde bir çuval gibi yığılıp kaldığı, hayatın gerçeklerinin hayal ve isteklere attığı iki sert tokadın tarihiydi. 13 Aralık 2009’da (tıpkı ondan dört yıl önceki gibi) bir saldırı sonucu kanlar içinde hastanenin yolunu tutarken de “güçlü lider” imajı ciddi darbe almıştı.
O sanki hakkındaki skandal iddialara ve siyasi krizlere değil, “gençlere taş çıkaran, seksi ve güçlü erkek” imajının zarar görmesinden etkileniyor gibiydi.
Galiba onun asıl meselesi ve arzusu sonsuz iktidardı. Yalnızca siyasi değil, aynı zamanda cinsel iktidar…