18 Mart 2023

Batısında da doğusunda da yeni bir halt yok bu dünyanın

Kurbanı, belki de iyi arkadaş olabileceği bir gençti; savaşlar zaten birbirini tanımayan benzer insanların durup dururken birbirlerini öldürmesi için çıkarılmaz mı!

İnsanların en sık kullandıkları sorun çözme biçimlerinden biri şiddet.

Kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda, sert bir bakış ve bağırmadan, azarlamadan başlayıp savaşa kadar götürebilirsiniz konuyu.

Savaş…

Yalnızca sorun çıktığında değil, bazen sahip olunan toprakları daha da genişletmek için başvurulan korkunç bir yöntem.

Bazen de şu ya da bu ülke iktidarının, sırf kendini güçlendirmek, "tarihin altın sayfalarına geçmek" için kendi vatandaşlarını kandırarak komşularına saldırmasından başka bir şey değil.

İnsanlık tarihinde savaşlarda toplam kaç kişi öldü, bilmiyorum. Ama geçen yüzyıldaki Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında toplam olarak en az 59 milyon (9 milyon ve 50 milyon) insanın öldüğü sanılıyor. Bazı verilere göre bu sayı 95 milyonu buluyor (15 ve 80 milyon).

Sayılar büyüdükçe sıradan insanların, hayatlarının, kişiliklerinin, duygularının, amaçlarının, değerlerinin ne kadar önemsizleştiğinin en belirgin örneklerinden biri bu.

Savaşın korkunç bir trajedi olması, onun milyonlara yıkım ve ölüm getirmesinden değil sadece. O milyonların içinde bulunan her "bir kişinin" hayatını altüst etmesinden.

"Tek bir bireyin" dünyasını karartmasından, onu korku ve vahşet ile ele geçirmesinden.

İnsan hayatı "savaşın doğal zayiatı"

Biliyorsunuz, bir yılı aşkındır her gün Rusya-Ukrayna Savaşı'nı izlemeye, haftada birkaç kez de size aktarmaya, yorumlamaya çalışıyorum.

İlk günden başlayarak her zaman savaşın siyasi ve ideolojik boyutlarından öte, sıradan insanlara verdiği zararlara da dikkat çekmeye çalıştım.

Futbol taraftarı gibi şu ya da bu devleti tutanlarla, akan kanı "savaşın doğal zayiatı" olarak küçümseyenlerle aram hiç iyi olmadı.

Bazen iki ülke ordularının küçücük bir kasaba için (örneğin, 10 bin nüfuslu Soledar) aylarca birbirleriyle savaşarak kasaba nüfusundan çok daha fazlasının ölümüne yol açtığını anlattım. Şu sıralarda Bahmut kenti için yalnızca son birkaç haftada on binlerce insanın öldüğünü, ancak haritanın ölüm sayısına göre çok daha yavaş bir hızla değiştiğini, bazen de değişmediğini okuyoruz.

Dilimi eşek arısı soksun, geçen haftaki video programında "bu günlerde cephede önemli bir değişiklik yoktu" deyiverdim. Şehirler el değiştirmeyince, bir hafta önceki gibi o gün de "çarpışmalar hâlâ sürüyor" olunca, biz gazeteciler açısından "kayda değer haber yok" anlamına geliyor bazen.

Ama ya o hafta içinde ölen binlerce kişi? Onların aileleri, arkadaşları, amaçları ve özlemleri?

Doğrusu kendi cümlemden utandım.

Hiç tanımadığın birini öldürmek

Dün Netflix'te dört Oscar kazanmış olan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok filmini (2022) izledim.

Filmin başı biraz garipti. Askerler güle oynaya, eğlenceye gider gibi cepheye koşuyorlardı. Sevdiklerine "Biraz bekle, bir yıl sonra evleniriz" diyerek…

Ardından hemen kanlı sahneler başladı. Filmin kahramanlarıyla birlikte biz de değişimin olağanüstü hızıyla, bu kadar yakından gördüğümüz acımasız sahnelerle sarsıldık.

(Doğrusu Sovyetler Birliği'nde yaşadığım yıllarda İkinci Dünya Savaşı ile ilgili o kadar çok film seyrettim ki, "artık bundan sonra hiç savaş filmi izlemek istemiyorum" aşamasına geldim. Dün de önce elim kumandaya gitti, vazgeçmenin eşiğine geldim. Ama öylesine çarpıcı görüntüler vardı ki, vazgeçemedim, sonuna kadar izledim.)

Filmin ana kahramanı Paul (aslında gencecikken başından geçenleri anlatan, aynı adlı kitabın yazarı Erich Maria Remarque) öylesine şeylerle karşılaşıyordu ki…

Ölmenin ve öldürmenin ne anlama geldiğini, daha önce hiç düşünüp tasarlamadığı biçimde yaşıyordu.

Kim bilir kaç kez düşmana karşı atağa geçtiklerinde yanındaki o kadar çok insan vuruldu ki…

Kendisi kaç kez yaralandı…

Ve kaç kişiyi öldürdü…

Bunlardan birini en vahşi haliyle izlemekten öte, sanki biz de yaşadık. Amansız bir mücadeleden sonra düşman askerine beş kez bıçak sapladı Paul ve nefes nefese kendini kenara attı. Ama yanı başındaki o delikanlının uzun süre can çekişmesi öylesine iç parçalayıcıydı ki… Önce onun inlemesine son vermek için panik içinde ağzını toprakla doldurdu. Sonra gözlerindeki ifadeyi fark ederek sarsıldı (belki de barış zamanında iyi arkadaş olabileceği sıradan bir gençti kurbanı; savaşlar zaten birbirini tanımayan benzer insanların durup dururken birbirlerini öldürmesi için çıkarılmaz mı!). Onu tedavi etmeye çabaladı. Kaçınılmaz ölüm geldiğinde ağladı…

En akıllı hayvanın aptallığı

Birinci Dünya Savaşı'nda Almanlar, Fransızlara karşı savaşıyordu ve filmin sonunda öğreniyorduk ki, onca çatışma boyunca cephedeki genel denge ve ülkeler arasındaki sınırlar pek değişmemişti.

3 milyon insan ölmüştü ve her şey aynı gibiydi. Yani "bir hiç uğruna" milyonların hayatı sönmüştü.

Filmin sonunda duygularım karmakarışıktı.

Gördüğüm sahneler, 100 yılı aşkın zaman önce yapılan anlamsız savaş, vahşet, aptallık…

Ondan sonra yaşanan ve çok daha büyük bir felaket olan İkinci Dünya Savaşı…

Bugün yerli yersiz kullanılan "Yakında Üçüncü Dünya Savaşı çıkabilir" cümleleri…

Rusya-Ukrayna Savaşı'nın da etkisiyle dünyadaki silah ticareti epeyce artmış 2022 içinde. Silah üreticileri bayram ediyormuş.

Geçen yıl Avrupa'nın silah ithalatı bir önceki yıla göre yüzde 93 artmış. Artışın bu yıl da sürmesi bekleniyormuş.

ABD'nin toplam askerî teçhizat ihracatı, 2022 mali yılında yüzde 49 artarak toplam 205,6 milyar dolara ulaşmış.

Zaten savaş yakın zamanda bitmeyecek gibiymiş…

Herkes çok üzgünmüş…

Ne diyordunuz, "insan, en akıllı hayvan" mıydı?

Siz bu savaşlardan daha büyük bir aptallık yapmaya yetenekli bir hayvan türü tanıyor musunuz?

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

Yazarın Diğer Yazıları

33 yıl sonra: Kimleeer kimlerle beraber?

BDT, AEB, KGAÖ, ŞİÖ, BRICS, KEİ ve TDT üyeleri ve eski Sovyet cumhuriyetlerinin yeri üzerine

Beni başkan yaptıracaksınız, beni başkan yaptıracaksınız, beni başkan yaptıracaksınız!

Erdoğan ve Bahçeli’nin “yepyeni Kürt açılımı” hakkında kısacık bir yazı

Burada savaş yok, yani yok gibi, yani var ama…

Rusların savaştan etkilenmediğini savunanlar da var, tersini düşünenler de

"
"