Yumruklar, tekmeler ve küfürler eşliğinde aynı emir bir kez daha duyuluyor:
- “Türk polisini seviyorum, Türk devletini seviyorum” diyeceksin! Hadi lan!..
Ve yeni darbeler yağıyor.
Bu nasıl bir devlet ve polistir ki, yurttaşlarını dayaktan ve işkenceden geçirerek kendisine ilan-ı aşk etmeye zorlar?..
Bu korku dolu sevgi cümlesini tekrarlaması "ricası" ile işkence tezgâhında karşılaşanların sayısı üç değil, beş değil. En son Ayşe Arman'ın söyleşisinde, bir öğrenci (Erkan), Gezi Parkı olayları sırasında polis otobüsü içinde 26 yaşındaki bir genç kızı (Pınar) taciz eden, hatta tecavüze yeltenen Süleyman adlı bir polisin, kendisine zorla aynı sloganı attırdığını söylüyordu:
- “Türk polisini seviyorum, Türk devletini seviyorum” diyeceksin!
Devlet dediğin, ordusuyla ve polisiyle, valisiyle ve başbakanıyla "halka hizmet etmek" amacıyla var olan bir kurum değil miydi? Onu/onları neden sevmemiz gerekiyor ki? Finanse etmemiz yeterli değil mi?
Ama mesele başka elbette. Bu topraklarda yüzyıllardan bu yana devlet, halka tepeden bakan, sık sık da tepesine inen, ele avuca ve denetime gelmeyen bir şiddet aracı olarak görülüyor ve kullanılıyor.
Daha düne kadar "halk" içinde bulunan, işsizliğin ve eğitimsizliğin pençesindeki sıradan bir genç, polisliğe atanır atanmaz "devlet" olmanın zevkini çıkarmaya başlıyor: Yürüyüşü ve konuşması değişiyor, kısa süre önce kendisinin de aralarında yer aldığı sıradan insanları küçümsüyor, onları kendisinden korkmaya (kendisini "saymaya" ve "sevmeye") zorluyor.
Eh, bu sadece bir polis! Bir de kaymakam ve vali olunca, bakanlığa ve başbakanlığa yükselince "devletlûm" ne hale gelir, onu da siz düşünün artık...
* * *
Eskişehir'de korkunç bir şey oldu. 2 Haziran'da Gezi Parkı direnişine destek gösterisine katılan 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz, beş kişi tarafından acımasızca dövüldü ve 38 gün komada kaldıktan sonra öldü.
Gerçeğin ortaya çıkarılmasının önünde o kadar çok engel vardı ki. "Kaybolan" kamera kayıtları, suçluları gizleme çabaları, katillerin yakalanmasını isteyenlere karşı uygulanan baskı ve propaganda... Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna'nın tüyler ürpertici "Ali İsmail'i arkadaşları öldürmüştür" sözleri de bunların arasındaydı.
Olayın aydınlatılması için büyük çaba sarfedildi. Radikal muhabiri İsmail Saymaz, gerçeğin ortaya çıkarılması mücadelesinde son derece önemli rol oynadı. Ve bundan dolayı birçoklarını rahatsız etti. Rahatı kaçanlar arasında Vali Tuna ön sıralarda geliyordu.
"Devletin valisi" geçenlerde, sabaha karşı (saat 03.56'da!) resmî e-mail adresinden meslektaşımıza "Oğlum İsmail, yine rahat durmuyorsun" diye seslenen, içinde "adi", "şerefsiz" ve "Yerin altı da var unutma, eninde sonunda orada görüşeceğiz” hakaret ve tehditleriyle dolu bir mektup yolladı.
Sonra eli ayağına dolaştı; önce "mektubu ben yollamadım" dedi, ardından yolladığını kabul etti. "Kişiye özel" bir "sitem" (!) mektubunu "süratle kamuoyuyla paylaşması oldukça manidardır" diyerek akıl almaz bir mantıkla İsmail'i suçlamaya kalkıştı.
Her adımıyla ve sözüyle iyice zor duruma düşen Vali'nin hemen görevden alınması - aslında onu bile beklemeden derhal istifasını vermesi - beklenirdi. Ne var ki kısa sürede böyle bir şey olsaydı, "devlet düşmanları" sevinebilir ve yeni eylemler için cesaret bulabilirdi. Onun için iktidar temsilcileri Vali'nin tutumunu onaylamadıklarını belirterek "konunun araştırıldığını" açıklamakla yetindiler. Şimdilik durum böyle.
İsmail arkadaşımız, "Eskişehir’de, 2-3 Haziran akşamında 40 kadar polisi 'sözlü talimat' ile görevlendiren kimdi? Vali Tuna, bu emri veren kişiyi saptadı mı? Eskişehir’deki 11 ayrı iş kamerasında sopalarla koştukları görülen polisler açığa alındı mı? Bir amir hakkında işlem yapıldı mı?" gibi kilit önemde soruları da dile getirdiği onurlu ve cesur bir açıklama yaptıktan sonra Vali'ye karşı dava açtı.
Bekliyoruz...
* * *
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Eskişehir Valisi'nin gönderdiği elektronik postayla ilgili bir soruyu cevaplarken, demokrasiyle yönetilen herhangi bir ülkede en azından büyük şaşkınlık yaratacak şu sözleri sarf etti:
- Aslında iyi bir arkadaşımız, hoş bir arkadaşımız... Ama nasıl bir boşluğa düşmüş?.. Gerçekten kendisi mi?.. Yanlış...
Erdoğan her ne kadar Vali'nin davranışını tasvip etmediğini ve İçişleri Bakanlığı'nın konuyu incelediğini dile getirse de, Güngör Azim Tuna'yla ilgili olarak "iyi", "hoş", "boşluğa düşmüş" gibi ilginç ve düşündürüсü kelimeler seçti.
Nasıl yani, "iyi arkadaş"? Arkadaşlığı mı iyi?
"Hoş"? Sohbeti mi hoş?
Doğrusu biz Güngör Bey'in arkadaşlığını ve hoşluğunu bilmiyoruz. Sadece onun valiliğinden söz ediyoruz. Bunca "inci"den sonra o sıfatı bırakıp "iyi bir arkadaş" ve "hoş bir insan" olarak kalabilir, eğer böyle özellikleri varsa gerçekten.
"Boşluğa düşmek" ne demek acaba? "Boş bulunmak" mı? Yani aklından geçeni ve içindeki duyguları gerekli resmî jelatinleri ve bulanık kelimeleri kullanmadan, "pat diye", "kör kör parmağım gözüne" ifade etmek mi? Yani "tasvip edilmez yanlış" öze mi ilişkin, yoksa yalnızca biçime ve üsluba mı?
Sonuç olarak bir yanda iki İsmail var (devletin istemediği bir eylem sonrasında öldürülen bir genç ve devletin valisiyle polisini zor durumda bırakan haberler yapan bir gazeteci), öteki tarafta ise koooskoca bir devlet!..
Şimdi bütün dürüst gazetecilerin İsmail Saymaz'la dayanışma içinde olması gerekir. Elbette okurların da.
@AksayHakan