Küçük bir kıvılcımla şiddetli bir kadın ve seks tartışması içine girdik. TRT'deki bir iftar programında, Ömer Tuğrul İnançer adlı bir "tasavvuf düşünürü" hamile kadınların ortalıkta görünmesinin "terbiyesizlik" olduğunu söyleyince, kısa sürede birçok protesto eylemi düzenlendi.
Gezi Parkı ile beraber toplum artık çok çabuk tepki verip organize olabiliyor ve yaratıcı protesto biçimleri ortaya koyabiliyor. İnançer'in söylemine karşı hemen ve birkaç kentte yapılan gösterilerle sosyal medyadaki hareketlenme bunu kanıtladı.
Tepki duyulan konu, artık hemen iktidara mal edilip protestolara siyasi bir boyut kazandırılabiliyor. Başbakan'ın alkol kullanımıyla ve sosyal hayatla ilgili başka sınırlayıcı ve tepeden bakan sözleriyle üslubu, Gezi kıvılcımını ateşlemişti. Şimdi AKP'ye ait görünen bir kanalda, iktidarın düşüncesini yansıttığı kabul edilen bir "düşünür" aniden toplumun en az yarısını (kadınları) etkileyebilecek potansiyel taşıyan bir dalgalanma oluşturdu.
Gezi sürecini doğru okuyamayan Başbakan Tayyip Erdoğan ve yakın çevresi, bu veya benzeri bir nedenle yeni ve daha güçlü bir "Gezi eylemi" ile karşı karşıya gelebilir ve bunun faturası - yaklaşan seçimler de göz önüne alınırsa - AKP'ye pahalıya patlayabilir.
Kadın ve seks deyince, toplum olarak bedenimizdeki yaralar ve en kötüsü aklımızdaki-yüreğimizdeki hasarlar çok fazla. Burada bütün faturayı AKP'ye kesmek doğru olmaz. Ama AKP, "oy çoğunluğu olan ve dünya çapında bir lidere sahip" iktidar özgüveniyle davrandığından, ayrıca kendinden olmayana saygı ve nezaket göstermeye pek gerek duymadığından görüş ayrılıklarını iyice keskinleştiriyor.
Şimdi geldiğimiz nokta, "hamilelerin (özellikle 7-8-9 aylık "karnı burnunda" olanların) sokağa çıkması terbiyesizliktir". Nedenmiş o? Ömer Tuğrul Efendi'ye göre, estetik değilmiş. Acaba kendisi hep "90-60-90 kadınlar" mı görmek istiyor yolunun üzerinde? Peki, ya sokaklarımızda dolaşıp pek "estetik" sayılmayacak milyonlarca insanı ne yapacağız? Evlere mi kapatacağız? Mesela, bence Ömer Tuğrul Efendi hiç estetik değil. Neyse, dediğini ciddiye almaya gerek yok elbette. "Estetik olmayan" ile "terbiyeli olmayan"ın farklı kategorilerde olduğu gün gibi aşikâr.
Mesele başka. Bu "büyük düşünür" ve onun gibiler, günlük hayatta seksle ilgili hiçbir ima bulunmasın istiyorlar. Çünkü seks, akıllarına keyif duyma eylemini getiriyor, bu da "günah işleme" tabusu üzerinden kendileri ve toplum üzerinde (sahip olduklarını sandıkları) kontrolü kaybedecekleri hissini körüklüyor. Hamile kalan kadının ise "o yasak hazzı" yaşamış olması ihtimali, kabul edin ki, çok güçlü.
Bu arada Ömer Tuğrul Efendi, seks yaptığı dış görünüşünden belli olan hamile kadınları "Ortalıkta dolaşmayın, öteki genç kızlar sizi görüp de korkmasın!" diyerek evlere kovalarken, muhtemelen onun da büyük önderi olan Başbakan Erdoğan, durmadan "Üç çocuk yapın, beş çocuk yapın!" diye insanlara baskı yapıyor.
'Seks ayıptır, günahtır!'
Peki, ama bu çocuklar dua okuyarak mı dünyaya getirilecek? Nüfusun artmasına leylekler mi aracı edilecek? Velhasıl, kadın ve erkek - ne kadar dindar ve AKP'ye bağlı olurlarsa olsunlar - sonuçta bütün insanların yaptığı şeyleri yapacaklar: Soyunacaklar, öpüşecekler, sarılacaklar, birbirlerinin vücudunu ve kendi vucüdunu tahrik edip doyuma ulaştırarak zevk alacaklar.
Bu son cümle birçoklarınız için "ayıp" kaçmış olabilir, kusura bakmayın; ama billaha bu olay benim icadım değil. Üstelik ben hemen herkesin seks yaptığını ve yapmak için yanıp tutuştuğunu çok daha "sakıncalı" cümlelerle de anlatabilirdim. Ne var ki amacım "erotizme göz kırpmak" falan değil. Sadece bunun doğallığının altını çizmek.
Sonuç: Seks normal bir şeydir, beyler. Normal olan herkes (ve bu arada "anormaller" de) seks yapma isteğine sahiptir. Ve genellikle insanların seks yapmasının amacı zevk almaktır. Siz sadece "çocuk sahibi olmak" niyetiyle "nokta atışı" yapıyorsanız, o sizin bileceğiniz iş. Ama bunu topluma yayamazsınız.
Siz kutsal emirleri yerine getirmek için "minimum zorunlu seks"e katlanadurun ("seksmiş, tövbe tövbe!"); başkaları da banal ve fena arzulara dayanan "bağzı seksler" ile günah işlemeye devam etsinler...
AKP döneminde kadınlara yönelik baskılar
Sorun, İslam'ı "günlük hayatın yasaklarla düzenlenmesi aracı" olarak gören zihniyetin, kadınları olabildiğince gizleme, toplum hayatında fazla ortalarda dolaşmamasını sağlama, görünür olanların da cinsel cazibe uyandıracak her türlü özelliğini maskeleme isteğidir.
Burada izin verirseniz iki görsel kullanmak istiyorum. Biri, geçenlerde ölen Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez'in ve bir kadının - ister inanın ister inanmayın - çok doğal bir pozu. İkincisi de, her yeri kapanmış bir kadının "ayak bileğinden tahrik olan" bir erkek...
Mesele, kafada. Daha doğrusu, kültürde, onun günlük hayatı yönlendiren etkisinde, değer yargılarında, alışkanlıklarda...
Daha önce de yazdım: Türkiye, seksi gerçek hayatta hakkıyla yaşayamayan, ama aklı fikri "orada" olan insanlarla ağzına kadar dolu. Bunun nedenlerinden biri de dini baskılar. Ayıplar, günahlar, "kızlık zarları", durduk yerde "tahrik edenler-edilenler"...
Erdoğan'ın bir kadın eylemciyle ilgili olarak "Kadın mıdır kız mıdır, bilemem" demesi, CHP'li bir kadın milletvekilinin hükümetin kürtaj konusundaki tavrını eleştirmesi karşısında Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın "Evli ve çocuklu bir bayan milletvekili, 'organını' nasıl böyle açıkça konuşabilir, benim yüzüm kızarıyor" türünden garip suçlaması, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek'in, kürtaj konusunda kendisinden farklı fikirde olan bir kadına “Sen çok mu kürtaj yaptırdın? Bu kadar bağırmanın nedeni bu mu?” diyebilmesi, AKP milletvekili Zeyid Aslan'ın kadın gazetecileri "Sizin bacak aranızı çekip gazetelere basarım" diye tehdit etmesi, Yargıtay'ın anal ve oral seksi “tecavüz, sadist-mazoşist, hayvanlarla, ölmüş insan bedeniyle ilişki gibi değerlendirilmesi gereken doğal olmayan cinsel davranışlar” olarak mahkûm etmeyi kendine vazife edinmesi, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda görüşülen “Herkes; dil, din, (...) cinsiyet (cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği) ayrımı gözetilmeksizin hukuk önünde eşittir” yazılı 3. maddenin eşcinsel evliliklere yol açabileceği kaygısıyla reddedilmesi, AKP’li Bakan Fatma Şahin’in hamiliğinde düzenlenen Evlilik Okulları Projesi kurslarında “kadınların çalışmasının aslında aile bütçesine zarar verdiği” ve “nikâhsız yaşamanın kadını soysuzlaştırdığı” gibi "inciler" yumurtlanması, resmî bayram ve törenlerde kız öğrencilerin kısa etek giymesinin yasaklanması, şort ve eşofmanla otobüse binen kızların “Bizi günaha sokuyorsun” çığlıklarıyla zorla indirilmesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın haremini göstermesi ve seksle ilişkisini düşündürmesinden dolayı Muhteşem Yüzyıl'ın yasaklanması veya değiştirilmesi baskıları, Behzat Ç. ve Bir Kadın Bir Erkek gibi dizilerde evlilik dışı birlikte yaşayan kahramanların derhal evlenmeye zorlanması, bazı heykellerin kimi kafalara seksi hatırlattığından dolayı devlet gözetiminde yontulması veya yıkılması, “Türkiye İnovasyon Haftası”nda TİM Başkanı tarafından Başbakan daha fuar alanına gelmeden “ne olur ne olmaz” telaşıyla “açık saçık ve müstehcen” mankenlerin kollarının ve bacaklarının kestirilmesi... Bu türden örnekler çoğaltılabilir.
Sözde dindar ve ahlaklı toplumun ürkütücü tablosu
Bu arada “din, ahlak ve cinsellik uzmanları”nın iktidarda olduğu son 10 yıl içinde, kadına yönelik şiddet suçlarında yüzde 1400'e varan artışlar yaşandı. Bu artış içinde Hüseyin Üzmez gibi “dini bütün” zatlar da yerlerini aldılar. İşi kitabına uydurarak, “imam nikâhı yardımıyla” birden fazla kadınla cinsel ilişki hazzına da kapılar kolaylıkla aralanıverdi.
Öte yandan 13 yaşındayken 26 kişinin tecavüzüne uğrayan "N.Ç. vakası" gibi rezillikler doğal hale geldi. Bazı verilere göre, son 10 yılda en az 250 bin çocuk cinsel istismara uğradı. Sokaklarda yaşayan 50 bin çocuğun 30 bininin "cinsel istismar kurbanı" olduğu açıklandı.
Türkiye ensest ilişki bakımından dünyada ilk beş ülke arasında yer alıyor. Her dört evden birinde ensest ilişki yaşanıyor. Son 20 yılda aile içinde birinci yakınlarının ve akrabalarının istismarına uğrayan çocuk sayısının, 350-400 bin olarak öngörüldüğü vurgulanıyor. (Cinsel istismara maruz kalan çocukların yüzde 30'unun 2-5, yüzde 40'ının 6-10, yüzde 30'unun 11-17 yaş grubunda olduğu belirtiliyor. İstismarcıların yüzde 96'sı erkek.)
Birkaç gün önceki bir habere göre, ülkemizde her 4 saatte bir tecavüz suçu işleniyor. Kurbanların önemli bölümü çocuk. Adalet Bakanlığı’nın 2011 yılı verilerine göre, Türkiye’nin 81 ilinde de çocuklara yönelik cinsel suçlar, tecavüz ve taciz olayları yaşanıyor. Sadece İstanbul’da 2011 yılında bin 486 tecavüz, 2 bin 488 çocuk istismarı, 2 bin 223 taciz davası açıldı.
Türkiye, Google arama motorunda “child porn / çocuk pornosu” kelimeleriyle en çok arama yapılan ülke. 13-19 yaş grubu cinsel görüntü aramasında da dünya birincisi. Görüntü ve videoları yayınlanan çocuk sayısı 36 bini aşkın. Bu çocukların yüzde 42’si yedi, yüzde 77’si de dokuz yaş altında.
'Erkek iktidar' kadınları sonsuza dek köleleştiremez
Tablo yukarıda özetlemeye çalıştığım kadar, hatta belki daha da korkunç. Bu ortamda milyonlarca insan garip bir refleksle "kadın" kelimesinden vazgeçip "bayan" diyerek kendini daha ahlaklı ve kadınlara daha saygılı göstermeye çalışsa da, erkekler yerli yersiz "bacı" ve "yenge" gibi hitaplarla "asla harama uçkur çözmeyeceklerini" vurgulasa da, olur olmaz yerlerde ve zamanlarda herkes birbirine din ve ahlak nutukları atsa da, durum değişmez: Bu toplumun ciddi ahlaki sorunları ve cinsellikle ilgili tehlikeli takıntıları olduğu gizlenemez.
"Erkek iktidar"ın veya "iktidar erkekleri"nin, bütün bunların üzerini örterek, kadınların hak ve özgürlüklerini sınırlama, onları "baştan çıkarıcı zevk nesneleri" olarak, kendini de en ufak bir işaretten tahrik olacak patlamaya hazır bir bomba gibi görme ve keyiflerine göre her şeyi düzenleme, aldığı kararları da dinsel ve hukuksal çerçevelere oturtma çabası, en hafif deyişle adaletsizlik ve vicdansızlıktır.
Kadınların nasıl yaşaması gerektiği, ne giyeceği, nerede gezip nerede saklanacağı, nasıl ve kaç çocuk doğuracakları gibi konularda dini, siyaseti, iktidarın her türlü nimetini kullanarak ölçüsüz bir kibir ve saldırganlık sergileyenlerin egemenliği sonsuza dek süremez. Çünkü toplumun yüzde 50'si olan kadınlara yönelik olarak uygulanan "kölelik politikası" ancak süresi dolduğunda sönecek yalancı mumlarla mümkün olabilir.
@AksayHakan