14 Ocak 2011

Aşk tarihe mi karışıyor?

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2010 yılında Türkiye genelinde toplam

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2010 yılında Türkiye genelinde toplam 175 bin 711 çift evlenirken, 23 bin 527 çift boşanmış. En fazla boşanmanın gerçekleştiği il 4 bin 891 ile İstanbul olurken (evlenme sayısı 26 bin 353), bunu 2 bin 73 ile İzmir (binde 2,74'lük oranla boşanma oranıyla birinci) (şehirdeki toplam evlenme sayısı 10 bin 104).
Bazı uzmanlar, bu rakamların Türk ailesindeki sarsıntının izlerini taşıdığını savunuyor. En başta da boşanma oranındaki artış, kimilerini ürkütüyor.

*      *      *

Herhalde Rusya ile kıyaslasalar biraz sakinleşirlerdi. Mesela, Moskova’da boşananların sayısı evlenenlere yaklaşıyor. Genel olarak birlikte yaşamak isteyen insanların sayısı azalıyor. Bunların da çoğu kayıt kuyut yaptırmadan ve devleti bu işe bulaştırmadan “sivil evlilik” diye adlandırdıkları daha özgür birlikteliği tercih ediyor. 

Aşka inananların sayısındaki azalmayı gösteren anket yok gerçi. Ama ben bunun böyle olduğuna eminim. Artık yeni yetmeler bile (hatta belki en çok onlar) aşkın tarihe karıştığını “pek mantıklı” cümlelerle ballandırarak anlatmaya alıştı.

Tarih deyince, yıllar öncesinden kalan sararmış notlarıma dönmek geliyor içimden. Bakın aşka daha sık rastlandığı dönemlerde Rus edebiyatçıları aşk üzerine neler demişler:

*      *      *

“Aşkın olmadığı yerde gerçek de yoktur”
, diyor Aleksandr Puşkin.
Aleksandr Blok da aynı kesinlikte yazıyor: “Mutlu olmak için yalnızca sevmek, aşk ağını her yana savurup ağa takılanları birer birer toplamak gerekir.”

İvan Bunin onları destekliyor: “Mutsuz aşk olur mu hiç? Dünyanın en acıklı müziği bile insana mutluluk vermez mi?”

Anton Çehov daha kötümser: “Ne kötü, hiç kimse içimizdeki sıradan insana aşık olmak istemiyor!”

İki kez evlenen Feodor Dostoyevski ise tam bir evlilik muhalifi gibi: “Evlilik her türlü gururlu ruhun ve her türlü bağımsızlığın ahlaki ölümü demektir.”

Sergey Yesenin “ikinci aşk”a inanmıyor: “Bir kez seven bir daha sevemez; bir kez yanmış olanı bir daha kimse yakamaz.”

Andrey Platonov’un yargısı oldukça katı: “Aşk peşinde koşanlar, toplumsal işlevi olmayanlardır.”

Aleksandr Grin’in saptaması ise biraz hüzünlü: “Bir kadının iki yolu vardır: Birincisi sevdiğine gider, ikincisi birlikte rahat edeceğine.”

Yalnız yollar değil, Rus edebiyatçılarının aşk ve evlilik üzerine yaşayıp yazdıkları da birbirinden oldukça farklı.

*      *      *

Ama yalnız onlarda mı o fark? Defalarca ölümüne seven Nâzım Hikmet’in şu dizelerini hatırlıyor musunuz:


         “Gelsene dedi bana.

         Kalsana dedi bana.

         Gülsene dedi bana.

         Ölsene dedi bana.

         Geldim, kaldım, güldüm, öldüm.”

Oysa Orhan Veli öyle mi:

 

         “Bütün güzel kadınlar zannettiler ki

         Aşk üstüne yazdığım her şiir kendileri için yazılmıştır.

         Bense daima üzüntüsünü çektim

         Onları iş olsun diye yazdığımı bilmenin.”


Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"