Moskova-İstanbul uçağına biner binmez bunaltıcı bir havanın etkisi altında buluyorum kendimi. Zaten sabahtan beri kendi esnemelerime kızsam da engel olamıyordum, şimdi iyice ağırlık çöküyor üzerime. Acaba yol boyunca uyusam mı?
Birkaç dakika sonra kara yelkenli bir korsan gemisi gibi koltukları ve insanları yara yara ilerleyen iri yarı, şişman bir adam görünüyor. Bu havada koyu takım giyip kravat takmış; renkleri de oldukça uyumsuz. Koridorda ona buna çarparak yaklaşan bu adamı, ürkerek ve içimden "N'olur benim yanıma oturmasın!" duası ederek izliyorum.
Ama korkunun ecele faydası yok. Küstah bakışlı ve kaba saba tavırlı adam, tam yanıma oturuyor. Daha doğrusu "çoğunlukla" yanıma... "Kendinden taşan" kısımlarının bir bölümü de benim koltuğum üzerinde hak iddia ediyor. Nefes almam zorlaşıyor.
Az sonra - Türklerin nedense tanımadıkları insanlarla "ilişki kurmanın en geçerli yöntemi" saydıkları - "Nerelisiniz? / İçinden mi?" saldırısı ile zoraki bir sohbetin içine düşmüş buluyorum kendimi.
Adam biraz huylu; kısa cevaplardan asla hoşlanmıyor ve hemen gerisi gelsin diye deşmeye başlıyor. Ayrıca ilgisiz bir tavır içine girersem derhal müdahale ederek kendisine dikkat göstermemi sağlıyor. Mesela, uzun süre yüzüne bakmazsam, zaten epeydir üzerime dayadığı sol koluyla dirsek hizasından itme ile vurma arası hareketlerle beni "samimiyetle" taciz ediyor. Yan yana oturarak giden iki erkeğin o mesafeden durmadan birbirine bakması doğrusu benim için çekilmez bir işkence.
Adamdan dirsek darbeleri yedikçe acaba kavga mı etsem, yoksa hostese uçakta boş yer olup olmadığını mı sorsam diye kara kara düşünüyorum. Bir taraftan da göz kapaklarım iyice ağırlaşıyor...
* * *
Adam konuştukça konuşuyor. Önce Rusya'nın hakkından geliyor; Putin'in neler yapması gerektiğini anlatıyor. Sonra sıra Türkiye'yi ve Gezi Parkı'nı kurtarmaya geliyor.
Bir sürü iddialı laflar ederek neredeyse uykumu açmak üzere olan bu acayip adamı incelemek için başımı olabildiğince geriye çekerek dikkatle bakıyorum. Bu bakışım onu huylandırıyor mu, memnun mu ediyor, tam anlamıyorum. Ama - eminim susmaya zorlukla sabrederek - hissedilir bir sessizlik molası verdikten sonra bana iyice yaklaşıyor ("yaklaşmak" ne demek; artık neredeyse tek vücut olduk!) ve kulağıma fısıldıyor:
- Aslında benim büyük bir şirketim var. Rusya'ya da işadamı olarak geldim. Fakat daha mühimi, ben AK Parti'nin yöneticilerinden biriyim. Hani kamuoyunun fazla tanımadığı yöneticilerden biri. Tayyip Bey'le neredeyse çocukluk arkadaşıyız. Birlikte top koşturduk. Gömleklerimizi aynı terzide diktiririz...
Bunu duyunca bende uyku falan kalmıyor tabii. Adama istediğinden çok daha fazla ilgi gösteriyorum. Özellikle de yağmur gibi yağan sorular "şeklinde". Aldığım cevaplar arasında oldukça ilginç cümleler var:
- Tayyip Bey, çok zeki bir adam. Bu olaydan mühim dersler çıkardı. Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak... Gerçi karizması hâlâ hiç kimseyle kıyaslanamayacak kadar yüksek. Ama bu olay, 12 yıldır karşılaştığı ilk ciddi sorun. Ders çıkarmaması düşünülemez...
- Parti içinde de tepkiler var artık. Daha düne kadar Başbakan'dan çekinenler, bugün eleştiri getirmeye başladı. En azından "böyle giderse, hepimiz açısından tehlikeli sonuçlar çıkabilir" diye mühim uyarılar geliyor...
- Gül ve Arınç'ın yumuşatıcı tavırları iki yanlı: Birincisi, Erdoğan'la koordinasyon içinde yapılan "hep birlikte durumu düzeltme" planında paylaşılan rollere bağlı. İkincisi, bu liderler, parti ve devlette farklı bir ses oldukları için doğal olarak tepki gören Başbakan'a kıyasla güçlerini arttırıyorlar...
- Başbakan Afrika dönüşü sertleşmeyecek. Tersine "balkon konuşmaları" tarzında, hatta daha da kucaklayıcı mühim bir konuşma yapacak. Polisin sertliği için özür dileyecek. Emniyet'e, valiliklere yönelik eleştiriler getirecek...
- Ama bununla kalmayacak. Başbakan asıl sorumluluğu kendi üzerine alacak. Son zamanlarda halkın tümünü kucaklayamadığını, farklı hayat tarzlarını savunan yurttaşlara karşı sert ve kırıcı bir üslup takındığını kabul edecek. Alkol yasasını ve Topçu Kışlası'nı tekrar ele alacaklarını açıklayacak...
- En mühim mesajlardan biri sansasyon yaratacak: Aylardır ve yıllardır neredeyse 7/24 çalışan, haliyle çok yorulan ve sinirleri gerilen Erdoğan, kısa zamanda bir tatile çıkacağını, bu sürede hükümeti Arınç'ın yöneteceğini, kendisinin de tatil sırasında yapacağı çalışmalarda özellikle Kürt sorunu ve "süreç" konusunda yoğunlaşacağını bildirecek. Barış ve demokrasiyi birbirinden ayırmadığını belirtecek...
Bu kadar "mühim" açıklama beni sersemletiyor. Doğru olabilir mi, yoksa uydurma mı? Bütün bunları söyleyen ve şu anda yanımda kaygısız bir tavırla oturan adam kim? Tüm bunlar gerçek mi?..
Yine dirsek darbeleri yemeye başlıyorum ve "Yeter artık!" diye bağırmak için oturduğum yerde doğruluyorum.
* * *
- Haydi, uyansana! Uçak kalkmadan uyudun, uçak indi, hâlâ uyuyorsun!..
Ne? Uyudum mu ben yol boyunca?..
İlk önce ter içinde bir uyku sersemliği hissediyorum. Horlayıp da milleti rahatsız ettim mi acaba, sorusu düşüyor aklıma. Neden sonra adamın beni dirsek darbeleriyle uyandırdığını ve - memlekete geldik diye mi ne - bana artık sen diye hitap ettiğini fark edebiliyorum.
Ben kendime gelmeye çalışırken adam yine geldiği gibi kalabalığı yara yara ilerleyerek gözden kayboluyor.
İşadamı mı gerçekten?..
AKP yöneticisi olabilir mi acaba?..
Başbakan'la aynı terziye gittiğini hiç sanmıyorum gerçi...
[email protected]
@AksayHakan