Herhalde bu kadar yoğun bir gündeme dayanmak kolay değil. Dış politika, iç politika, enerji hatları, turizm, işsizlik, Cemaat operasyonu...
Kafalar karışıyor. Eh, bir de malum, komplolar ve paranoyalar dünyasında yaşıyoruz.
Neyse, dağılmayalım. Tersine toparlamaya çalışalım.
Konumuz Rusya. Daha doğrusu konularımızın merkezinde Rusya var.
1. Rusya nasıl oldu da aniden çöküverdi?
Bu soru pek doğru sayılmaz. Rusya çöktü demek bence abartma. Rusya ciddi bir ekonomik krizin başlangıcında. (Evet, bu sadece başlangıç. Krizin zirvesi gelecek yıl, hatta belki 2016'da yaşanabilir.) Ama direniyor. Direnecek gücü de var. En azından şu anda. 400 milyar dolara yakın döviz rezervi ve başka önlemler ile mali darbeleri atlatmaya çalışıyor. Önceki hafta başında çöken Ruble (evet, Rus para biriminin aniden çöktüğünü söylemek mümkün), sonradan biraz toparlandı. Üstelik bu sarsıntının "aniden" ve "sürpriz" olduğunu savunmak da yanlış. Rusya ekonomisine yönelik tehditler, son aylarda adım adım ilerleyerek büyüyordu. Ruble'deki sarsıntı aniden patlak verdi, ama finans krizi çoktandır tartışılan ciddi bir ihtimaldi.
2. Ne oldu da Rusya bu sıkıntılı döneme girdi?
Rusya ile Batı'nın arasında uzun süredir soğuk rüzgârlar esiyordu. ABD'nin "demokrasi ihracı"na karşı tepkisini çeşitli biçimlerde ortaya koyan Rusya, "Arap Baharı" denen sürecin Suriye'ye dayanmasıyla tavrını sertleştirdi. Suriye'nin "düşmesi" halinde sıranın İran'a, ardından da Kafkasya'ya, Orta Asya'ya ve kendisine geleceğinden hareketle aktif bir politika sergileyerek Esad'ı korudu. Ancak uluslararası gerginliğin artması, özellikle de Rusya açısından en önemli komşu ülke olan Ukrayna'da (geçen Şubat ayında) iktidarın devrilmesi sonucu Kremlin'in alarm zilleri çaldı. Batı'nın kendisini iyice kuşattığından ve askerî üsleri burnunun dibine yerleştireceğinden hareketle, elini çabuk tutma kararı alarak (Mart ayında) (zaten kendine ait saydığı, 1954'te Kruşçev'in "hediye" olarak Ukrayna'ya verdiği) Kırım'ı topraklarına kattı. Doğu Ukrayna'daki silahlı Rus direnişine destek verdi. Batılı ülkeler buna karşı ticari-ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladılar. İlk ayları rahat göğüsleyen ve karşı adımlarla cevap veren Rusya, son dönemde ekonomisinin istikrarını korumakta zorlandı. Bütçe gelirlerinin yarısından fazlasını petrol ve doğalgaz ihracatından elde eden Rusya açısından Amerikalılar'ın Suudiler'le anlaşarak petrol fiyatlarını düşürmesi de devasa bir darbe oldu.
3. Putin'in iktidardan indirilmesi ihtimali var mı?
Batı'da, en başta da ABD'de bu umutla planlar yapıldığı ortada. Amaç belli: Modern bir ekonomiye sahip olmayan ve enerji ihracatına bağımlı durumdaki Rusya'da önce finans krizi çıkacak, ardından da ekonomik ve sosyal tüm alanlarda büyük sıkıntılar yaşanacak; bu durum halkın sokağa dökülmesine ve iktidarın düşürülmesine yol açacak. Bu planın gerçekleşmesi mümkün mü? Bence pek değil. Başka ve daha güçlü faktörler ortaya çıkmazsa, sadece bu tür bir "Batı senaryosu" Kremlin'i sarsamaz, sarssa bile iktidarı değiştiremez. Son yıllardaki Batı karşıtlığının giderek arttığı Rusya'da, Ukrayna anlaşmazlığının çıkmasından bu yana lider Vladimir Putin'in reytingi sürekli yükseldi. Şu anda yüzde 85 civarında. Yüz yılı aşkındır nice savaşlar ve krizler yaşayan Ruslar, son 20 yılda 1994, 1998 ve 2008 mali krizlerini atlattı. Bugün Rusya medyasına bir baksanız, "Her türlü zorluğa direniriz, gerekirse Mc Donald's ve Coca Cola'sız bir hayata bile hazırız" türü mesajları görebilirsiniz.
4. Rusya ile Batı arasındaki sorunlar yakın zamanda çözülemez mi?
Burada "Batı" kavramının içinin epeyce karışık olduğunu vurgulayalım. Rusya'ya karşı tavırlar, ülkeden ülkeye fark gösteriyor. Evet, Ukrayna kriziyle birlikte ABD ile Rusya arasındaki neredeyse 25 yıllık göreceli istikrar döneminin bittiği ortada (bu konuyu bu yıl Mart-Eylül arası yazdığım Ukrayna Yazıları'nda açıklamaya çalışmıştım). Ama Washington'un Moskova'ya karşı takındığı sert tavrı tüm Batılı başkentler paylaşmıyor. Avrupa'da Rusya ile ticaret ve enerji alanında sıkı ilişkileri olan çok sayıda devlet var. Ancak son dönemde AB'nin rakipsiz önderi olarak öne çıkan Alman lider Angela Merkel, bu misyona uygun olarak Moskova'ya karşı tutumunu daha önceden görülmemiş ölçüde sertleştirdi. Bununla birlikte hem Almanya, hem de Fransa, İtalya ve başka ülkelerde ekonomi ve siyaset çevrelerinde Rusya'ya karşı yumuşanması talebi dile getiriliyor. Belki bir süre sonra "Kırım'ın fiilen Rusya'ya bırakıldığı", Putin'in de "Doğu Ukrayna'daki direnişi bitireceği" (ya da daha farklı) bir formülle uzlaşma gündeme gelebilir. Nasıl ve ne zaman? Bunu söylemek zor.
5. Bu arada Rusya'nın dış politikası ne durumda?
Birkaç gün önce yenilenen Rusya'nın Askerî Doktrini'nin de gösterdiği gibi, Moskova kendini yeni şartlara uydururken "iç ve dış tehlikelere karşı" giderek sertleşiyor. Enerji odaklı dış politikasını ve uluslararası ilişkilerini de yeniden ele alıyor. Bir taraftan "yakın komşuları" ile ekonomik ve siyasi-askerî bağlarını güçlendirmeye çalışıyor. Örneğin, 1 Ocak 2015'ten itibaren aktifleşecek ve Rusya, Kazakistan ve Belarus'tan oluşan Avrasya Ekonomik Birliği'ne (AEB) Ermenistan'ı ve Kırgızistan'ı da dahil etmeye hazırlanıyor. Diğer taraftan Batı ile siyasi ve ekonomik ilişkilerinin uzun süre kötü gitmesi ihtimalini de göz önüne alarak Çin, Hindistan, Türkiye, İran, Brezilya gibi bir dizi ülkeyle bağlarını güçlendirmeyi tasarlıyor.
6. Putin gözünü Türkiye'ye dikerek Erdoğan'ı kullanmaya mı başladı?
Putin'in Türkiye'ye geldiği gün (1 Aralık 2014) T24'te Türk-Rus ilişkileri ve düzenlenen zirve hakkında görüşlerimi yazmıştım. Rusya, Türkiye'nin ikinci ticari partneri. Rusya dış ticaretinde ise Türkiye yedinci sırada. Siyasette yalnızca Rus lider değil, onun Türk muhatabı Tayyip Erdoğan da ciddi bir uluslararası yalnızlık içinde. Bu şartlarda Ankara Zirvesi'nde Batı'ya karşı bir arada görünerek mesaj verme çabaları dikkat çekiyordu. Bir anlamda ikisinin de (doğal olarak) birbirlerini kullanma gayreti içinde oldukları söylenebilir. Ama tecrübeli ve pragmatik iki liderden birinin diğerini "aldatması", "çaktırmadan kullanması", "iç politikada attığı adımlarda arkasında olması" gibi iddialar bana dayanaksız geliyor. Bu arada Zaman yazarı Mümtaz'er Türköne'nin geçen salı yazdığı yazıda "Erdoğan sırtını Putin'e dayayarak Zaman Gazetesi'ne baskın yaptırdı" demesi de kanımca biraz "kafası karışık" bir iddia. Ayrıca Putin'in bir gazetecinin sorusunu cevaplarken Erdoğan için "sıkı bir herif", "delikanlı adam" anlamında bir söz sarf etmesi de fazla abartılması halinde ancak gülümseme yaratabilecek basit bir "mavi boncuk"tan başka bir şey değil bence. Ruslar'ın bize yıllarca uğraşmalarına rağmen bir türlü satamadıkları ve 2004'te ihalesi kapanan askerî halikopterin adının "Erdoğan" olduğunun Türkiye'de çoktan unutulduğuna bahse girerim.
7. Peki, bu ortamda birdenbire "Türk Hattı"nın gündeme gelmesi, "hain Rus planı"nı ortaya çıkarmış olmuyor mu?
Bu konuda da kafalar çok karışık nedense (galiba büyük ölçüde bilgisizlikten ve komplo teorilerine düşkünlükten). Şu anda "Türk Akımı" ("Türk Akımı": alın size bir "mavi boncuk" daha!) diye bir şey yok. Kesin olan, Rusya'nın 4 milyar Euro'yu aşkın yatırım yaparak Avrupa'ya uzatmaya çalıştığı Güney Akım'ın AB'nin Ukrayna yaptırımlarına (ve Bulgaristan'a yapılan baskılara) kurban gitmesi. Kremlin şimdi bu hattı Türkiye üzerinden geçirip Yunanistan sınırından yine aynı Avrupa'ya sokma derdinde. Ruslar'la Türkler anlaşırlar mı, hangi şartlarda, AB bu işe ne der; bütün bunlar henüz hiç belli değil. Rusya'daki krizden dolayı bu projenin iptal edildiği iddiası da yanlış. Görüşmeler sürüyor.
8. Ne olursa olsun, Türkiye "bağımsızlığını korumak" ve "AB sürecini güçlendirmek" için "Türk Akımı"ndan vazgeçmek zorunda değil mi?
Hayır efendim, ne ilgisi var! Türkiye uzun süredir bir "enerji köprüsü" olmaya çabalıyor. TANAP'tır, Ortadoğu enerji kaynaklarıdır, Rus hatlarıdır, hepsini değerlendirmeyi amaçlıyor. Eğer gerçekleşirse bu "Türk Akımı" da (veya "İkinci Mavi Akım" ya da adı her ne olacaksa) hem Türkiye'nin doğalgaz ihtiyacının bir bölümünün (Ukrayna'dan geçen riskli hat dışında, doğrudan) karşılanması bakımından, hem de Yunanistan sınırında bir "hub" (doğalgaz ticaret merkezi) yaratılması ve yeni kazançlar elde edilmesi açısından bir fırsattır. Türkiye'nin çıkarına olan ve AB üyeliği görüşmelerinde pazarlık gücünü arttırma potansiyeli taşıyan bu projeye karşı çıkmak saçma olur. Bence burada asıl mesele, "bu işlerin kurdu" olan Rus Gazprom karşısında Türkiye'nin uzun vadeli çıkarlarına uygun davranılması ve yeni bir yolsuzluk kapısı açılmaması için hükümeti denetlemeye çalışmaktır.
9. Her şey bir yana, Türkiye'nin dış politikada Moskova'ya ve ŞİÖ'ye yönelmesi ihtimali yok mu?
Var elbette. Uluslararası alanda yalnızlaşan ve yalıtlanan Ankara, bir yandan AB'ye karşı söylemini sertleştirirken, diğer yandan kendine yeni partnerler bulmaya çalışıyor. Moskova ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) de bu bakımdan cazip ittifaklar olarak görülebilir. Üstelik oralardan Türkiye'ye demokrasi uyarıları da gelmeyecektir. Ancak bu iş o kadar basit değil. Moskova ticarette ve enerjide işbirliği imkânlarını olabildiğince genişletme çabası içinde olduğu Ankara'yı siyasi alanda pek güvenilir bulmuyor. Erdoğan'ın 10 Ekim 2012'de Moskova-Şam uçağının zorla indirmesi ve 18 Temmuz 2014'te herhangi bir kanıt göstermeden "Malezya uçağını Rusya düşürdü" demesi, Putin'in midesine oturmuş durumda. İki lider Suriye politikasında birbirlerine doğru tek bir adım bile atmıyor. IŞİD ve radikal İslamcılık konusunda Kremlin - açıkça ifade etmese de - Türkiye'ye karşı "oldukça ihtiyatlı" yaklaşıyor. Üstelik Erdoğan'ın Moskova'yı ve ŞİÖ'yü Batı'ya karşı "sopa olarak" kullandığını da iyi biliyor. Ama yine de bütün bunlar, bu konuda karşılıklı adımlar atılması ihtimalini sıfırlamıyor (mesela, Türkiye'nin bir şekilde AEB'yle ilişki kurması sağlanabilir ve/veya ŞİÖ'de "diyalog ortağı" statüsünden "gözlemci üyeliğe" terfi ettirilebilir).
10. Rusya ile yakınlaşan Türkiye, demokrasiden uzaklaşır mı?
Bu soruyu 1 Aralık tarihli yazımın sonunda da sorup cevaplamıştım. Rusya, Çin ve başka ülkelerle işbirliğinin geliştirilmesi kendi başına Türkiye'nin demokrasiden uzaklaşması anlamına gelmez. Rusya, ticaret ve enerjiden turistik ve insani-kültürel ilişkilere kadar çok geniş bir yelpazede ülkemizin en önemli partnerlerinden biridir. Aynı zamanda BDT, ŞİÖ, BRICS, Karadeniz, Hazar, Kafkasya ve Ortaasya'dan Ortadoğu'ya kadar birçok alanda yakın bağlantı kurup doğru anlamamız gereken bir devlettir. "Ya Rusya ya AB" gibi bir seçenek yoktur. Çünkü bunlar birbirinin alternatifi değildir. Ankara'nın Moskova'yla işbirliğini güçlendirmesi, demokrasi ve insan haklarına karşı girişilecek yeni saldırıların ve AB dosyasını kapatmanın gerekçesi olarak kullanılamaz.
@AksayHakan