İnsanın altın tutkusunun nereden geldiği ve ne zaman başladığı tam olarak bilinmiyor.
En eski altın para Lidyalılara ait, ama ondan daha önce Sümerler'in topraktan altın parçaları çıkardıkları biliniyor. Altının tarih sahnesinde yer alması ve insanın ölümcül tutkusu haline gelmesi günümüzden 6 bin yıl öncesine, yani MÖ 4000'li yıllara kadar uzanıyor.
Altını, "altın" tahtına oturtan şey neydi?
Çok nadirdir, az bulunması onu değerli yapar, deniyor. Ama az miktarda başka elementler de var, örneğin uranyum, onlar niye altın değerinde değildir?
Yanıt yine doğada gizli.
Altın, doğada saf halde bulunur, yapay olarak elde edilmez ve hiçbir madenle birleşmez; asitlenmez ve yumuşaktır, kolay işlenir ama zor ve az bulunur.
Ve en önemlisi o soyluluğun, zenginliğin, ihtişamın sembolüdür; bu nedenle kralların taçları, tahtları ve mücevherleri altınsız düşünülemez.
Altına hücum
Çok değil 150 yıl önce Kaliforniya altın çılgınlığının merkezi haline gelmişti. Onu bulmak için her taraftan insanlar akın akın Kaliforniya'ya koşuyordu.
Sierra Nevada'nın dağlarında ve Alaska'da yaşanan, çılgın ve zalim bir altın bulma yarışına sahne olan bu dönem "altına hücum" olarak anılıyor. Charlie Chaplin, yazıp yönettiği ve başrolünü üstlendiği siyah beyaz bir film ile bu çılgınlığı unutulmaz kılmıştı.
Altına ulaşmak çok da kolay değildi; binlerce yaşam altın hayali peşinde yok oldu gitti.
Altının en çok bulunduğu kayaçlar arasında kuvars kayaçları geliyor. Eriyik haldeki magma, soğuyup katılaşmaya başlarken su ve içinde bulunan diğer buharlaşabilen maddeler magmadan ayrılır. Yüksek sıcaklık ve basınç etraftaki katı kayalar üzerinde çatlak ve yarıklar oluşturur. Kuvars minerali bu çatlaklara çökerken altın da kuvars ile birlikte bu yarıklara yerleşir. Yağmurlarla birlikte yarıklardan sökülerek ayrılan kuvars beraberinde altını da derelere sürükler.
İşte fakir altın arayıcıları, ellerinde eleklerle derelerden akan suyun içinde bu nedenle altın ararlar.
Endüstriyel düzeyde altın eldesi doğrudan kaynağa yöneliktir. Bu yöntem kayaçların siyanürle eritilmesi ve altının daha büyük ölçekte ayrıştırılması esasına dayanır, ülkemizde olduğu gibi.
Ama altının asıl üretim merkezi ise başka bir yer: O merkezin adı "Kilonova"!
Kilonova
Önceleri altın, uranyum gibi ağır elementlerin de süpernovalarda oluştuğu düşünülüyordu. Ancak bir sorun vardı, ağır element oluşumu için nötron etkileşmesi gerekiyordu.
Oysa büyük yıldızlar öldüğünde son element demirdi. Demir yıldızın merkezine doğru çökerken yıldız süpernova evresindedir ve patlamasıyla yerküremizde en sık görülen 26 element de evrene saçılır.
Yıldız kalıntısı çekirdek ise ağır basınç altında nötron yıldızına dönüşür.
Ya diğerleri, daha ağır elementler, onlar nerede ve nasıl oluştular?
Yanıt "kilonova"dır.
Kilonova, iki nötron yıldızı veya bir nötron yıldızı ile bir kara deliğin çarpışarak oluşturduğu bir ikili sistem. Ağır elementlerin oluşumu için gerekli olan nötron bu şekilde sağlanıyor ve ağır elementler bu süreçte ortaya çıkıyor.
Sonraki aşamanın bir karadelikle sonlanacağı öngörülüyor.
Kilonovaların keşfi çok yeni.
2015 yılında Kütleçekim Dalga Gözlemevi LIGO (Laser Interferometer Gravitational Wave Observatory) iki karadeliğin çarpışması ile oluşan kütle çekim dalgaları saptadığını duyurmuştu ve bu keşif bilim dünyasında büyük bir heyecan yaratmıştı.
Ardından 17 Ağustos 2017'de, benzer türde yeni dalgalar saptandı, ancak bu kez dalgalarla birlikte gama patlamaları ve kızılötesi ışınlar da bulunuyordu.
Bu dalgaların kaynağının, yaklaşık 130 milyon ışık yılı uzaklıkta birbirinin etrafında dönen ve sonra birbirine çarpan iki büyük ölü yıldızın kalıntısı olduğu görüldü. Bunlar nötron yıldızlarıydı.
Nötron yıldızları çok büyük yıldızların kendi üzerlerine çökmesinin sonucu olarak ortaya çıkarlar, o kadar yoğundur ki onların bir çay kaşığı miktarı Dünya'da yaklaşık bir milyon ton ağırlığa karşılık gelir.
Birbirinin etrafında dönen bu nötron yıldızlarının 10-15 km çapında olduğu, kütlelerinin Güneş'imizin kütlesinden 1.1 -1.6 katı kadar büyük olduğu belirlendi. Yerçekimi dalgaları ile birlikte gama ışınlarından radyo dalgalarına kadar tüm dalga boylarında elektromanyetik radyasyon evrene yayıldı.
Birbirinin etrafında dönen bu iki yıldızın çarpışarak patlaması bir "kilonova" patlamasıdır.
Ortaya çıkan farklı renkler, mavi renkten kızıla doğru dönüşürken renklerdeki değişim ağır elementlerin oluştuğunun bir göstergesi oluyor.
Altın ve uranyum bu süreçte üretilir ve bu nedenle az bulunur elementlerdir.
Altın, hâlâ "altın" tahtında
Altına hücum günümüzde de hızından çok şey kaybetmedi. Ülkeler zenginliklerini altına endekslediler. Bireyin vazgeçilmez yatırım aracı da o.
2020 verilerine göre dünyanın en önemli altın rezervine sahip ülkesi ABD; kasasında 8 bin tonun üzerinde altın bulunuyor. Onu sırasıyla Almanya (3 bin 300 ton), Fransa ve Rusya izlemekte. IMF, elindeki 2 bin 800 ton altın ile üçüncü sırada.
Türkiye'nin Merkez Bankası'ndaki altın stoku 583 ton olarak veriliyor. Tahminlere göre halkın elindeki altın stoku ise 3 bin-3 bin 500 ton. 5 bin ton diyen de var.
Yani, yastık altında IMF'den daha çok altınımız mı var?
Altın, tüm zamanlarda ihtişamın, zenginliğin, soyluluğun, zalimliğin, insanın bitmez tükenmez açgözlülüğü ve hırsının sembolü olmuştur. Bu güdülerinin esiri altında insan çılgınca bu elementin peşinde koşmuş, uğruna savaşlar çıkarmış, cinayetler işlemiş.
Ve hâlâ soyluluğun olmasa da zenginliğin, ihtişamın ve hırsın sembolü.
Altın, diğerleri gibi bize yıldızların bir armağanı ama tarihsel süreçte insana kötülüğü ve acıyı getiren iki elementten birisi: İkincisi ise uranyum.
Ama zihinlerdeki algıda "altın kalpli" derken iyilik; "altın gibi" ile saflık ve güzellik adreslenir. Uranyum ise algıda bir yeraltı zebanisidir.
Sizce altın, oturduğu tahtı bu kadar çok hak ediyor mu?
Kaynakça