İtiraf etmeliyim ki kulaklığı takıp müziğimi açarak birazdan bahsedeceğim sergiye doğru giderken sanatın hayatımızda kapladığı alanın neden bu kadar dar olduğunu düşünüyordum.
Her yeni güne yeni bir gündemle uyandığımız bu coğrafyada sanat bu sıkıştığı alandan ne kadar sorumluydu? Ve nasıl kurtulabilirdi?
Müziği tabii ki bu sınırlandırılmış alana sokamayız. Neyse ki o, yapısı gereği yaşamımızın her alanına nüfuz ediyor. Ben daha çok görsel sanatların bugün geldiği içler acısı durumdan bahsediyorum.
Macaristan Ulusal Bankası Koleksiyonu’ndan geçici süreyle Pera Müzesi’ne taşınan algoritma sanatının öncüleri Dóra Maurer, Vera Molnár ve Dóra Maurer’nin “Hesaplar ve Tesadüfler” adlı sergisine bu düşüncelerle girdim. Dijital sanatın ilk alfabesi sayılabilecek bu çalışmaları birkaç gün önce daha çok merak ediyordum. Daha Suriye’de Baas rejimi çökmemiş, Esad devrilmemişti. Hesaplar bizde de tutmamıştı.
Hesaplar ve Tesadüfler Sergisi
Fibonacci diziminden elde edilen tonlar
Sergiyi gezen bir öğrencinin Gizella Rákóczy’e ait bir grup resmin açıklamasında yer alan Fibonacci dizimi kavramını görünce “nasıl yaaaa, ne alâkaaa” diye sorduğunu duydum. Biz temelde 4 dikdörtgenden oluşan geometrik resim dizisinin içinde altın oranı ararken aslında sanatçı bu kurala göre sıralanan ardışık sayıları renk tonlarının arasına saklamış. Suluboya tekniğiyle seyrelttiği dört rengi Fibonacci’nin ardışık sayı dizimine uygun katman sayısında boyayarak yeni tonlar elde etmiş. Sanatçı her katmanı boyamak için alttaki rengin kurumasını beklemiş. Bir program dahilinde değişik varyasyonlarla üst üste getirilen bu tonlar farklı sonuçlar yaratmış. Rákóczy, renklerin geçirgen şeffaf görüntüsünün ardına matematiğin kurallarını yerleştirmiş. Sanat tarihinde pek çok resmin iskeletindeki altın oranı oluşturan dizimi seçmesi de anlamlı.
4 Rengin 4 Tonu (Gizella Rákóczy)
Sanatlarını matematiğin sağlam kaidelerine oturtan bu üç kadın sanatçının sergisi akıllara Antik Yunan filozofu Platon’u getirebilir. Görsel duyuları referans alarak doğaya öykünmesinden dolayı plastik sanatlara değer vermeyen Platon’a göre duyularla algıladığımız somut dünya idealar aleminin yansıması olduğu için bilginin nesnesi de olamazdı. Platon’a göre değişmeyen mutlak gerçeği ancak müzik yoluyla doğrudan kavrayabiliyorduk.
Doğaya öykünen sanat, doğanın değişmeyen yasalarını 20’inci yüzyılla birlikte sorgulamaya başladı. Aslında öncesinde Fransız post-empresyonist ressam Paul Cézanne’la hissedilen bu yaklaşım kübizm ve konstrüktivizm gibi sanat akımları tarafından manifest edildi. Natüralist sanat anlayışını reddederek duyularla değil akılla kavranabilen nesnelerin yapısını matematiksel formlarla yeniden biçimlendirdiler.
Bu üç Macar kadın sanatçıyı özel kılan en önemli şey de matematiksel verilerle ürettikleri nonfigüratif resimlerini araştırma sahası olarak kullanmaları. Bilgisayardan önce algoritmik hesaplarla programatik resimler yapmaları. Sanatçıların dönemlerinin ilerisinde düşünce yapıları günümüz pek çok dijital sanatçıya da esin kaynağı olmuş.
Ağır Dairesel Hareket (Vera Molnár)
Onların “sanatları” belli bir hesaplama ve programlama dahilinde yarattıkları algoritmalardaki bilinçli bozmalar sonucunda oluşan düzensizlikte yatıyor. Bu bilinçli bozmaları sanatın sistem ayarlarını bozmasıyla da ilişkilendirilebiliriz.
Vera Molnár’ın İzinde
Sergi, 1968 yılında bilgisayarların en ilkel halleriyle çalışmaya başlayan Vera Molnár’dan esinlenen 16 güncel sanatçıyı da bir araya getirmiş. Algoritmalar kullanarak video ve artırılmış gerçeklikle çalışmalar üreten sanatçılar “Vera Molnár’ın İzinde” başlığı altında sanatçının çalışma sistemi ve görsel dünyasına göndermede bulunuyorlar.
“Vera Molnár’ın İzinde”
Farklı sanat pratiklerinin yenilik arayışları arasında dijital sanatın yeri yadsınamaz. Kültür endüstrisinin suistimaline açık bir alan olsa da sağladığı olanaklarla her geçen gün hayatımıza daha çok dahil oluyor.
Yapay zekâ sanatçının yerini alabilir mi?
Dijital sanatın kat edebileceği yolları düşününce bugün hala emekleme devresinde olduğunu söyleyebiliriz. Bugüne kadar geçirdiği evrimi düşünürsek tek öngörebileceğimiz şey, hayallerimizin de ötesine doğru gideceğidir. Bu öngörülemezlik durumu, sanatın bir gün yapay zekâ tarafından yapılacağına dair düşünceleri de gündeme getiriyor.
Ne var ki “sanat”ın öznesi her zaman insan olacak. Teknoloji geliştikçe sanat ve yaratıcılığı değiştirip dönüştürmeye devam edebilir. Fakat bilinçli bir insan müdahalesi olmadan yapay zekâ tarafından üretilenlere “sanat” demek yine de mümkün olamaz; yeni bir isim verilmek zorunda. Yapay ya da doğal mucizelere tanıklık etsek de sanat olabilmesi için en azından insan tarafından niyet taşıması gerekir. Üstelik tüm kusurlarıyla birlikte.
Dijital sanatın atalarını gördüğümüz bu sergide kavramsal sanatın deneysel yaklaşımlarına tanık olduk. Bugün tümünü kapsamamakla birlikte ülkemizde dijital sanatın var oluş amacından uzaklaşmasının temelinde, dijital teknolojiyi kullananlar ile sanatçılar arasındaki mesafe yatıyor.
Sosyo-politik, tarihsel, felsefi ve bilimsel tüm meseleleri sanatçının yaratıcı bakışından mahrum bırakarak toplanan verileri jeneratif bilgisayar sanatına teslim etmek, belki muazzam görüntüler yaratabilir ama bir noktadan sonra hayranlığın yerini bulantıya bırakması kaçınılmazdır.
“Hesaplar ve Tesadüfler” sergisi 23 Şubat’a kadar İstanbul Beyoğlu’ndaki Pera Müzesi’nde ziyaretçilere açık olacak.
Gülay Kazancıoğlu kimdir?
İlk, orta ve lise eğitimlerini doğduğu kent olan Trabzon'da tamamladı.
Ankara Üniversitesi'ndeki mühendislik eğitimini resim bölümünde okuyabilmek için yarım bırakıp 1992 yılında Gazi Üniversitesi Resim Bölümü'ne geçti.
1996 yılında lisansını tamamlamasının ardından Hacettepe Ünversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalı'nda “Resimde Trajik” konulu yüksek lisans teziyle sanatta yeterliliğini verdi.
Ankara ve istanbul'da görsel sanatlar öğretmeni olarak da görev yapan sanatçı resim, heykel ve dijital enstalasyon çalışmalarına devam etmektedir.
|