15 Kasım 2024

Chiharu Shiota’dan ‘Dünyalar Arasında’ bir sergi: 250 kilometre uzunluğunda iple örülen kırmızı ağlar, tarihi limanda sizi bekliyor

Çağdaş sanat, estetik referanslarla düşünme sürecini reddeder ama Shiota estetiği sanattan ayırma girişimlerine pek de kulak asmamış… Sanatçının İstanbul Modern’de devam eden ‘Dünyalar Arasında’ sergisinin adı, ister istemez, bu dünyaların neler olabileceğini sorduruyor

Chiharu Shiota (Fotoğraf: İstanbul Modern)

Bu sıralar İstanbul Modern’de mekân ve yerleştirmeye dayalı iki süreli sergi var. Müzenin Boğaz’daki konumuna da gönderme yapan bu iki kişisel sergiden biri Olafur Eliasson’un “Senin beklenmedik karşılaşman”, diğeri de Chiharu Shiota’nın “Dünyalar Arasında.

Konularından anlaşılacağı üzere insanın kendisi, başkaları ve dış dünyaları arasındaki karşılaşmaları farklı yönleriyle ele alan bu sergilerden ilkinin, “beklenmedik bir karşılaşma” olabilmesi için sürprizini bozmayıp Chiharu Shiota’nın “Dünyalar Arasında” adlı sergisine odaklanalım.

Serginin adı, ister istemez, bu dünyaların neler olabileceğini sorduruyor. Evet, “arada olma” hâli ama hangi dünyalar arasında? Farklı coğrafyalar, farklı kültürler, farklı zamanlar mı? Ya da aynı coğrafyaya, aynı kültüre, aynı zamanlara doğan farklı insanlar mı?

Chiharu Shiota 1972’de Japonya Osaka’da doğmuş, ancak Berlin’de yaşıyor. Kendisinin de bir göç hikâyesi olan sanatçının sayıları artan göçmenler ve yükselen ırkçılık konusuna bir önerme sunmuş olabileceğini de düşünebiliriz.

Shiota, bizi kırmızı iplerle ördüğü ağlarla varlık ve yokluk arasındaki düşsel bir dünyaya davet ediyor.

Sizi içine doğru çeken ve bütün alana yayılan yerleştirmenin zorlu bir yapım süreci olduğu anlaşılıyor.  Serginin asistan küratörü Yazın Öztürk, yerleştirme için tam 250 kilometre uzunluğunda ip kullanıldığını söylüyor. 12-13 kişi 2 bin yumak iple bu ağları örmek için iki hafta boyunca çalışmış. Hatta müze çalışanları da ofis masalarında kırmızı yumakları ayırarak bu kolektif sürecin parçası olmuşlar.

‘Dünyalar Arasında’ sergisinin 5 Eylül’de yapılan açılışına Japonya'nın Türkiye Büyükelçisi Katsumata Takahiko da katıldı

Dışardan bakıldığında biçimsel tekrarlarla örüntü oluşturan bu katmanlı mimari yerleştirme, içine girdiğinizde sizi insan bedeninde bir iç yolculuğa çıkarıyor. Serginin küratoryel açıklamasında da anlatıldığı gibi, kırmızı iplerle oluşturulmuş ağlar kan damarlarını temsil ediyor. Bu ağlara dolanan ve aynı zamanda birbirine bağlanan bavullar da arada olma hâline göndermede bulunuyor.  Eski bavullar bizi bugünün dünyasından çok geçmiş hayatların silinmiş anılarına bağlıyor.

Sanatçı 1997 yılından beri bitpazarlarından topladığı bavulların üstlerindeki isim etiketlerini bile çıkarmamış. Ve ilk aldığı bavulun içinde, 1940’lı yıllara ait bir seyahat hazırlık listesi hâlâ duruyormuş. Shiota’nın, artık hayatta olmayan insanların anılarını taşıyan bu bavullarla kurduğu bağların, yaratım sürecinin çıkış noktalarından biri olduğunu görebiliyoruz.

Sanatçının hafıza-mekân kurgusunda iplerle oluşturulan ağlar aynı zamanda yolları, kesişmeleri ve kesişmelerin değiştirdiği yeni hayatları da temsil ediyor. Bu iç dünyada açılan tünelden rahatça geçebilirken ağların arkasından diğer izleyicilerle bir bağ da kurabiliyorsunuz.

Bu geçirgen yapı size ferah bir akış sağlarken kırmızı kan damarlarında herhangi bir tıkanıklık yok. Aksine aynı yapının parçası olan bu ipler birbirine dolansa da yeni kanallar açılıyor. Temiz kan kendisine akacak yeni damarlar buluyor, her yeni kesişme size yeni olanaklar sunuyor.

Çağdaş sanat, estetik referanslarla düşünme sürecini reddeder ama yerleştirme pratiğinde görsel öğeleri ziyadesiyle kullanan Shiota’nın estetiği sanattan ayırma girişimlerine pek de kulak asmadığını anlıyoruz.

Bugünün dünyaları arasında bu kadar açık damarlar olabilir miydi? Yerleştirmenin arasında dolaşırken bunu düşünerek tıkanık, hatta kangrene dönüşen damarlar aradım. Böylece başlangıçta sorduğumuz sorulara yanıt bulduğumuzu umuyorum. Sanatçı, bugünün dünyasından çok, geçmiş yaşamların silinen anılarıyla bağ kurmayı seçiyor.

Akira Kurosawa - Düşler / Kızıl Fuji Dağı

Japonya-Türkiye diplomatik ilişkilerinin tesisinin 100. yılı kapsamında gerçekleşen bu sergi vasıtasıyla Japon yönetmen olan Akira Kurosowa’yı anmadan geçmeyelim. Farklı rüyaların ele alındığı sekiz segmentten oluşan 1990 yılı yapımı “Düşler”adlı filmin Kızıl Fuji Dağı bölümü, volkanik patlamalarla eriyen dağdan kaçışan insanlarla başlıyor. Hemen ardından dağı eritenin volkan değil, nükleer santrallerde meydana gelen patlamalar olduğu anlaşılıyor. Ellerinde valizleriyle Fuji Dağı’nın eteklerinden sağa sola kaçışan insanlar için kırmızı radyoaktif bulutlardan kurtuluş yok. Kırmızı, Kurosawa’nın Düşler’inde, tehlikeye işaret ediyordu.

Oysa köken olarak “doğan güneşin ülkesi” anlamına gelen Japonya’da kırmızı renk simgesel öneme sahip. Eski tapınak duvarlarını boyadıkları bu renk aynı zamanda Japonya bayrağı üzerinde hayatın kaynağı “güneş”i de sembolize ediyor.

Kırmızının yaşam mı ölüm mü getireceğine kuşkusuz insanın kendisi karar verecek. Küratörlüğünü Öykü Özsoy Sağnak’ın yaptığı Chiharu Shiota ‘nın ‘Dünyalar Arasında’ sergisini, 20 Nisan 2025’e kadar İstanbul Modern’de görebilirsiniz.

Gülay Kazancıoğlu kimdir?

İlk, orta ve lise eğitimlerini doğduğu kent olan Trabzon'da tamamladı.

Ankara Üniversitesi'ndeki mühendislik eğitimini resim bölümünde okuyabilmek için yarım bırakıp 1992 yılında Gazi Üniversitesi Resim Bölümü'ne geçti. 

1996 yılında lisansını tamamlamasının ardından Hacettepe Ünversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalı'nda “Resimde Trajik” konulu yüksek lisans teziyle sanatta yeterliliğini verdi.

Ankara ve istanbul'da görsel sanatlar öğretmeni olarak da görev yapan sanatçı resim, heykel ve dijital enstalasyon çalışmalarına devam etmektedir.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yaraları kanatmadan izleriyle hazine yaratan sanatçı Sarkis’ten “Gökkuşağı Renkleriyle Çocukların Yağmur Çağrısı”

Sarkis’in metaforik imgeleri dışsal dünyaya oldukları kadar içsel dünyasına da aittir. Zıtlıkları birleştiren, çokluk içinde uyum arayan katmanlı bir yapı olarak kullanılan gökkuşağı, Big Bang’den Gezi olaylarına yansıma ve kırılma anlarının sembolüdür

‘Hesaplar ve Tesadüfler’… Hayranlık ve bulantı…

Dijital sanatın kat edebileceği yolları düşününce bugün emekleme devresinde olduğunu söyleyebiliriz. Ne var ki “sanat”ın öznesi her zaman insan olacak. Sanatçının yaratıcı bakışından mahrum bırakarak toplanan verileri jeneratif bilgisayar sanatına teslim etmek, belki muazzam görüntüler yaratabilir ama bir noktadan sonra hayranlığın yerini bulantıya bırakması kaçınılmazdır

‘Farz Et Ki Sen Yoksun’ ama varlığına dair her şey burada

‘Farz Et Ki Sen Yoksun’ ama bir gün olmayacağın bir dünyayı tasavvur etmenden beklenen senin yokluğun mu olmadığın bir dünyanın varlığı mı? Bu sorularla da izlediğiniz Ömer M. Koç’un koleksiyonu geçici değil kalıcı olmayı hak ediyor. Koç’un sanatı ve sanatçıyı desteklediğini anlıyoruz, fakat sergi, bize yapabileceklerinin yaptıklarından daha fazla olabileceğini de gösteriyor

"
"