Alman ressam, baskı sanatçısı ve heykeltıraş Georg Baselitz’in Sakıp Sabancı Müzesi’ne (SSM) geldiğini duyduğumda çok heyecanlandım. Öğrencilik yıllarımdaki en büyük ilham kaynağımdı. Bundan dolayı bir hocamdan onu taklit ettiğime dair eleştiri bile almıştım. Neyse ki taklidin sanat öğrencileri için en önemli öğrenme yollarından biri olduğunu, sanatçıların erken dönem işlerini gördükçe çok daha iyi anladım.
Yeni Dışavurumculuk Akımı’nın en önemli temsilcilerinden Baselitz artık 86 yaşındaydı. Sevdiğim sanatçıların geç dönem çalışmalarından duyduğum kaygı ve sergi hakkındaki bazı eleştiriler nedeniyle sergiye gitmeyi erteleyip durdum. Hayal kırıklığı yaşamak istemiyordum. Fakat yanılmışım. Sanatçı algılarımızla oynamaya devam ediyor.
Georg Baselitz
Bir sanat eseri, yapıldığı dönemin tarihi ve kültürel koşulları, sanatçısının o koşullarla kurduğu öznel bağlarla ele alınabilir. Eserlerin anlaşılmasında genellikle bu ipuçlarına ihtiyaç duyarız.
60’lı yıllardan itibaren özgün eserler üretmeye başlayan Baselitz’in sanatta beslendiği ana damar 20. yüzyılın başında Almanya’da doğan Die Brücke adlı dışavurumculuk akımıydı. Grubun ismi Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabındaki “köprü”den geliyordu. Hayvan ve üst insan arasında köprü görevi olan “insan”a gönderme yapıyordu.
Adından da anlaşılacağı üzere dışavurumcular eserlerinde insan’ı temel alırlar. Dış dünyada olup bitenler duygu dünyalarında yeniden biçimlenir. Bu soyut duyguyu sanatlarına yansıtırken nesnel dünyanın imgelerini kullanırlar. Bu subjektif yaklaşımda kullandıkları imgeler duygularının metaforuna dönüşür. Dış dünya duygu dünyasında sanatsal bir dil oluşturur.
Nazilerin “çöp” deyip yaktığı resimler
20. yüzyılın ilk yarısında doğan birçok modern sanat akımı gibi Ekspresyonist (Dışavurumcu) Akım da yükselişteydi. Aynı dönemde Naziler iktidara gelince “Yozlaşmış ve Alman sanatına bulaşan bir hastalık” olarak gördükleri Ekspresyonist eserleri müzelerden toplattılar. Bu eserler “çöp” olarak tanımlanarak, alay edilmek üzere bir galeride sergilendi ve sonunda bir kısmı 1939 yılında Berlin İtfaiyesi’nin bahçesinde yakıldı.
‘Dejenere Sanat’ Sergisi, 1937
1938 yılında Hitler Almanyası’nda doğan Baselitz, erken sanat yıllarında pek çok akımdan etkilense de gerçekçi ve soyut sanat arasına sıkışıp kalmış dönemin akıntısına, Hitler’in “soysuz sanat” dediği dışavurumcu sanat geleneğiyle, tersten bakarak karşı koydu. Baselitz’in dışavurumculuğa getirdiği belki de en büyük yenilik, baskın figürlerini tersinden yaparak resimlerinin içine gizlemek oldu.
Çocukluğundan itibaren Naziler ve İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımına tanıklık eden sanatçı, önceleri yaptıktan sonra ters çevirdiği resimlerini daha sonra tersten yapmaya başladı. Figürün baskın olmasına izin vermeden ve soyutlamaya girmeden imgelerinin soyutla figüratif arasında asılı kalmasını sağladı.
Baselitz resimlerindeki ters yüz etme iki anlam (ambiguity) taşır. Bir yanda onun dünyaya karşı derin şüpheciliği, karamsarlığı ve kışkırtıcı saldırganlığı, diğer yanda da dünyanın diktatörlük ve savaşlar tarafından altüst edilmesi. Biri, kendisinin bu dünyaya tersten bakması, diğeri ise dünyanın ters olması. Bu yolla algının genel kurallarını bozar.
Biz de artık yukarıda değindiğimiz ipuçlarıyla “Georg Baselitz: Son On Yıl” sergisini gezebiliriz.
Geçmişinden çağırdığı imgelerle tazelenen anılar
Sergiye girerken bahçede sizi kol kola girmiş, kömürleşmiş anıtsal üç genç kız heykeli karşılıyor. Genç, neşeli olmaları beklenen bu figürlerle kömürleşmiş bedenleri zıtlık oluşturuyor. Sanatçı, bugünün belleğinden büyüdüğü savaş yıllarına uzanan bir hatırlatmayla izleyiciyi huzursuz ediyor.
Alman Kızlar Birliği, 2012
SSM’nin üç katındaki salonlara yayılan büyük boyutlu 100’e yakın eseriyle Baselitz’in yaratma enerjisinden hiçbir şey kaybetmediğini görüyoruz. Sanatçı, bir röportajında “yaşı ilerledikçe tuval boyutlarını küçültme ihtiyacı duyduğunu” söylemiş olsa da büyük boyutlu tuval alışkanlığından vazgeçememiş.
Norman Rosenthal küratörlüğündeki sergi, Baselitz’in tüm hayatının temize çekilmiş günlükleri gibi. Geçmişinden çağırdığı imgelerle anılarını tazelerken günlük yaşamından sahnelerle zamanın kendi beden algısı ve cinselliğinde yarattığı etkileri sergilemekten kaçınmıyor.
Beş metreye uzanan dev tuvallerde sıklıkla külotsuz naylon çoraplar kullanmış. Yer yer hastalıklı yaşlı bedenlerin kesik uzuvlu kol ve bacaklarını temsil eden bu kolajlarda kullanılan naylon çoraplar İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Almanya’da büyük öneme sahipti. Sanatçı ilk gençlik yıllarını bu kolaj nesnesiyle anarken yaşlanmanın bedeninde ve belleğinde yarattığı etkilere bir gönderme olarak ikinci bir katman yaratıyor.
Bacakları Saran Naylon Çoraplar, 2021, 480x300 cm
Fakat bu kaçınılmaz sonuca alaycı yaklaşıyor. Bu yaklaşım bazen tedirgin bir geyik metaforuyla bazen de fotoğraf negatiflerini çağrıştıran resimlerle temsil ediliyor. Geçmişe olduğu kadar bugüne, ölümlülüğe bakıyor; kömürleşmiş bir geçmiş, kararmış bir dünyanın hayaletleri… Aynı imgeleri farklı bağlantılarla yeniden görünür kılıyor.
Geyik İyi Gidiyor, 2022
Baselitz resimlerinde çatışma kaçınılmazdır. Bütün enerjisini oradan alır. Her ne kadar resimlerinde devinim azalsa da karşıtların birliği huzursuzluk yaratmaya devam ediyor.
Siyah fon üzerinde altın rengine boyanmış eller, üretimin sanat ve kültürde tarihsel önemine ikonografik vurgu yapıyor. Ellerin anamorfik (formu bozulmuş) yapısı bedensel ve düşünsel bozulmaya işaret ediyor.
Elde / Eller, İyi Ruhlar / El – Kapıp Gitmek (2019)
Serginin en çarpıcı eseri
Sanatçının 2024 yılında yaptığı son resim sergideki en çarpıcı eser. Resim, “Seks Yapamıyorum” adını taşıyor. Sanatçı bu resminde olanca şeffaflığıyla karşınıza çıkıyor. Gözleri plastik nesnelerle kapatılmış kartal, kendisini dingin gökyüzüne bırakırken hüzünlü...
Seks Yapamıyorum, 2024
Bu resim beni sanatçının 1972 yılında parmak boyasıyla yaptığı kartal resmine götürüyor. Pek çok ülkede olduğu gibi Alman tarihinin de ikonografik bir simgesi olan kartal, aslında güç ve cesaretin sembolü. Baselitz’in 52 yıl önce yaptığı bu resim, çalkantılı bir gökyüzünde tüm ihtişamıyla fakat ters dönmüş imgesiyle Almanya’yı olduğu kadar Baselitz’i de temsil ediyordu.
Parmak Boyası-Kartal,1972
Farklı dönemlerde yapılmış bu iki resmi karşılaştırırsak, çok farklı iki kartaldan bahsedebiliriz. 1972’de yaptığı resimdeki genç, güçlü, saldırgan kartalın 2024’te bu özelliklerini kaybettiğini görüyoruz.
Son otoportresi olarak algılayabileceğimiz bu resimde, kaos ve derin çatışma gitmiş yerini zamanla zayıflayan bedenine karşı alaycı bir kabulleniş almış. Baselitz, kültürel göndermelerle çok katmanlı çağrışımlar yaratıyor.
Yeni bir tür transfer tekniği olarak kullandığı tuvalleri üst üste yapıştırıp bir tuvalden diğerine aktarıp sonra kazıyarak müdahale etmesi bile hayatını resimleri üzerinden temize çektiğini, yeni keşiflerden asla vazgeçmediğini, tekniğini de bir ifade aracı olarak kullandığını gösteriyor.
İnsan hayatının da bir kompozisyon gibi giriş, gelişme ve sonuç bölümleri var. Geleceğe değil geçmişe doğru bakmayı daha anlamlı bulan sanatçı, bu “sonuç bölümü”nde anılarından filtrelenmiş bir perspektif sunarken gelecek tehlikelere karşı uyarıda bulunuyor.
Resimlerini bir anı defteri olarak gören Baselitz’in, sonbahar tedirginliğindeki bu hatıratını kaçırmayın.
Sergi, 2 Şubat 2025 tarihine kadar açık olacak.
Gülay Kazancıoğlu kimdir?
İlk, orta ve lise eğitimlerini doğduğu kent olan Trabzon'da tamamladı.
Ankara Üniversitesi'ndeki mühendislik eğitimini resim bölümünde okuyabilmek için yarım bırakıp 1992 yılında Gazi Üniversitesi Resim Bölümü'ne geçti.
1996 yılında lisansını tamamlamasının ardından Hacettepe Ünversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalı'nda “Resimde Trajik” konulu yüksek lisans teziyle sanatta yeterliliğini verdi.
Ankara ve istanbul'da görsel sanatlar öğretmeni olarak da görev yapan sanatçı resim, heykel ve dijital enstalasyon çalışmalarına devam etmektedir.
|