14 Nisan 2019

Tutucu bir fantazya: Seçim-2019

Seçim sandık kurullarını istedikleri gibi belirleme ve denetleme imkânına sahip oldukları bir dönemde “seçim yoluyla darbe” diye fantastik bir kavramı tedavüle soktular. Fantazyanın ana teması bu ve hikâyenin bütün kurgusu buna göre örülüyor

Değiştirilip iyileştirilmesi güç görünen ve terk edilmesi daha da güç görünen bir yaşamda insana bırakılan biricik özgürlük, düş görme özgürlüğüdür. İnsanın acı ve keder yüklü gerçeklik içinde yitip gitmeden ayakta kalabilmesi onun düş görebilme yeteneğine bağlanmıştır. Ne var ki çağdaş sosyal bilimciler, günümüz insanının, modern hayatın egemen yaşama üslubundan kaynaklanan bir durum olarak, özgün düşler görebilme yeteneğinin, özgün gereksinimlerine uygun fantazyalar üretebilme olanağının daralmış olduğunu söylemekteler.

Çağımızın bütün toplumlarında olduğu gibi bizde de, hayatı kendi gerçekliğiyle anlamak yerine, kültür endüstrisinin olağanüstü katkısıyla, iyileştirilmesi ve hele ki terk edilmesi son derece güç görünen mevcut gerçekliği yeniden üretip ona kararlılık kazandıran hegemonik ideolojinin belirlediği algılama biçimleriyle yetinilmekte, buna uygun düşler ve fantazyalar yaygınlaşabilmektedir. Bunlar, içinde yaşadığı gerçeklikle yetinmeyi kabullenmeyen insanın daha gelişkin bir toplumsal yaşam biçimini tasarlamasını kolaylaştıracak özgürleşimci fantazyalar değil, çöküş halindeki gerçekliği bir süre daha elde tutabilmeye yönelik tutucu fantazyalardır.

Bir AKP klişesi

Yerel seçim sonuçlarını içine sindiremeyen Erdoğan ve AKP teşkilatı, on beş gündür başta kendi seçmen kitlesi olmak üzere bütün toplumu böyle bir fantazyaya inandırmaya çalışıyor. Olan bitenin anlaşılması için Merlin’in bilmecelerini çözer gibi bir sır çözücülüğüne gerek yok, her şey aleni, tamamen bir Erdoğan ve AKP klişesi, hem de en sıradanından. Ama, Stendhal’in uyarısıyla, sıradan olanı iyi betimlemek gerekiyor ve kendi buram buram sıradanlığı içinde bu klişe de her klişe gibi yaşanan gerçekliği güçlü biçimde ele veriyor.

Seçim sandık kurullarını istedikleri gibi belirleme ve denetleme imkânına sahip oldukları bir dönemde “seçim yoluyla darbe” diye fantastik bir kavramı tedavüle soktular. Fantazyanın ana teması bu ve hikâyenin bütün kurgusu buna göre örülüyor. Aslında tutucu fantazyaların üretim alanı genellikle sandık ve seçim gibi böyle doğrudan bir siyasal alan olmaz pek. Daha ziyade kültürdür onun alanı. Siyasal yaşama bilgilenmemiş olarak katılması istenen kitlenin, kendisinden isteneni yerine getirebilmesi için, toplumsal hayatın siyaset dışındaki diğer alanlarını da siyasal yaşamın disiplini içinde yaşaması gerekiyor; medya ve kültür endüstrisinin dolaşıma soktuğu fantazyalar, haberler, dizi filmler, dijital oyunlar, yarışmalar bunun için üretilirler. Fakat burada doğrudan siyasal alan içinde ve bu alana yönelik olarak üretilmiş bir fantazya ile karşı karşıyayız.

Aslında kültür endüstrisi ürünü fantazyalardan uzun boylu bir farkı da yok bunun. “Seçim yoluyla darbe” fantazyası, sandık kurullarına sızmış FETÖ anlatısıyla, birden bire Baron Frankenstein’in “O hiç yaşamadı. Onu ben yarattım” dediği yaratığın hikâyesiyle semantik bir uyuma erişiyor. Öncesinde de, “beka sorunu” denilerek King Kong’un eline düşmekle korkutulmuştu toplum.

Uyanık bir bilinçle bu tutucu fantazyadan özgürleşimci bir düş çıkarmak her zaman mümkün. Zaten bunun kıpırtısı da başladı. Devlet olmanın -ekonomik, politik, ideolojik, medyatik- bütün imkânlarıyla girdiği seçimde, en büyüğünden Büyükşehir Belediyeleri’ni kaybetmenin yanı sıra ülke genelinde gösterilen performans, Erdoğan’ın ve dolayısıyla AKP iktidarının inişe geçtiği tezlerini heyecanlandırdı. Moral üstünlüğün muhalif kesimlere geçtiği kesin. Onları en çok da İstanbul mutlu etmiş görünüyor. Ama tam da sevinilemedi. Uzadıkça uzayan yeniden oy sayım işlemlerinin bitmesi bekleniyor, asıl o zaman sevinilecek.

Gerçekliğin nominalist dili

Ne var ki, buradan hemen özgürleşimci bir düş çıkartmak da pek öyle kolay değil. Zira bitmeyen yeniden sayım süreci ne yönde sonuçlanırsa sonuçlansın, her durumda Erdoğan kazanmış olacak; Ekrem İmamoğlu’na İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı mazbatası verilse de Erdoğan kazanmış olacak, verilmese de Erdoğan kazanmış olacak. Çünkü her iki seçeneğin de gerçekleşme olasılığı Erdoğan’ın isteği ve iradesine bağlanmış durumda. Seçim sonuçları kabul edilir ve İmamoğlu’na mazbatası verilir diyoruz, çünkü her türlü güç ve yetkiyi elinde bulunduran Erdoğan böylelikle “topal ördeğin” iş yapamayacağını göstermiş olarak kendi iktidarını alternatifsiz kılar. Seçim sonuçları kabul edilmez ve İmamoğlu’na mazbatası verilmez diyoruz, çünkü Erdoğan en büyük gelir, nüfuz ve insan kaynağı, örtülü ya da açık desteklerle politik örgütlenmenin, ideolojik genleşmenin en verimli kaynağı olan İstanbul’u hiçbir şekilde elden çıkartmak istemez. Yani her iki olasılık da Erdoğan’ın iradesine bağlı. İradesi de, şüphesiz, ekonomik, ideolojik ve siyasi çıkarına. Demek ki, Erdoğan iki olasılıktan hangisini kendi çıkarına uygun görürse o gerçekleşecek. Ve demek ki her iki durumda da Erdoğan kazanmış olacak.

Büyük bir gerçeği, büyüklüğüne yakışır biçimde, alabildiğine basitçe ifade etmiş Voltaire: “Akıl, her şeyi olduğu gibi görmekten başka bir şey değildir” demiş. Biz de bu tutucu fantazyadan özgürleşimci bir düş çıkartmak istiyorsak, her şeyi olduğu gibi görmek zorundayız. İmamoğlu’nun, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu kabul edilse bile, biz “Seçimler, halkın iradesinin yansımadır” gibi, ideal olana ilişkin platonist bir dille değil, “Seçim, Erdoğan ve AK Parti’nin kazanması için yapılan seçimdir” tespit cümlesinde kendi ifadesini bulan nesnel gerçekliğin nominalist diliyle konuşmak durumundayız. Aslında aynı fantazya klişesini “varlık kuyrukları”, “eksi büyüme” gibi bir takım kavramlarla toplumsal hayatın farklı alanlarında farklı biçimlerde uygulamaya koyan AKP Türkiye’sinde bu nominalist dili her yere yaymak gerekiyor. Başka türlü her şeyi olduğu gibi görmek mümkün değil.

Ümitsizliğin bütün tartışmaları

İlle bir hikâyeye benzetmek gerekirse, Seçim 2019 fantazyasında, kendi günahlarını başkasında taşlayanların ölçüsüz öfkesiyle, basit ve temiz bir vicdanın masum itaatsizliğin çarpıştığını söyleyebiliriz. Böyle bir hikâyenin iktidar ve muhalefet açısından bazı anlamları var elbette, bazıları da sonradan anlaşılacak. Bir kere AKP teşkilatının gözü karalığını övmek gerekir. Doğrusu AKP’nin bu süreçte övülecek başka da bir şeyi yoktu. Ayrıca bu hikâye AKP iktidarının epeydir devinimsizlik gücüyle yaşamını sürdüren çöküntü halinde bir sistem olduğunu gösterdi. Faka hâlâ çok güçlü. Gücünün en iyi ispatı ise hâlâ ona karşı koymakta olanların arasını, muhalefet bloğu ile HDP ilişkisinde olduğu gibi, açabiliyor oluşudur.  

Muhalefet açısından anlamı da burayla ilişkili aslında. Çekingenliğini yenmeye uğraşa uğraşa âdeta yiğitleşir ya insan, kurumlar ve zümreler de öyle. Muhalefetin müzmin çekingenliğini yenmeye uğraştığı İstanbul seçim muharebesi, ileride adeta yiğitleşmesini sağlayacak bir deneyim oldu sanki. Üstelik “seçim sonuçları” gibi, yenilemez, seçim kaybetmez denilen bir kuvvetin zannedildiği kadar güçlü olmadığını göstermiş somut bir veri de var elde. Ümitsizliğin bütün tartışmalarını biliyor artık bu toplum, iyice öğrendi. Şimdi bunlara kulak asmama dönemi başladı. Kulak asılmadığı oranda özgürleşimci bir düş üretebilme yeteneğine kavuşulacak.

Erdoğan ve AKP, Seçim 2019 fantazyasının sonunu kendi belirlemek istiyor. Son sahnede, Marx’ın Louis-Philippe’in entrikayla ele geçirdiği iktidar için kurduğu imgeyle, meyveyi kucağında buluvermeyi umuyor. Ne var ki bu meyve Adem’le Havva’yı cennetten kovdurmuş olan Akıl Ağacı’ndan düşmüş bir meyve olacak, yiyenlere ölümsüzlük bahşeden Yaşam Ağacı’ndan değil.

Yazarın Diğer Yazıları

Hayvan doğasıyla barışınca insan, 'insan' olacak!

İnsan türünün, insana götüren hayvanlık ile bu hayvanlıkta bedenleşen insanlığın diyalektik gerilim alanı olduğuna dair bakış, insanın ne yaratılmış mükemmel bir tasarım, ne de doğa tarafından dayatılmış umutsuz bir vaka olduğunu kabul eder. İnsan "kendini yaratmış" bir varlıktır

Büyük Madenci Yürüyüşü'nün öğrettikleri

İnsan mutlak bir varlık değildir. Belki çıkarcı, belki dayanışmacı, belki bencil, belki paylaşımcıdır

Kırk yıllık tevazu

Toplumun küçük bir kesimi bir "direniş sanatı" türü olarak "şenlikli muhalefet"i sürdürmekteyken, toplumun geneli de, bu sanatın bir başka türü olarak, "kendini aldatmaya bırakmış" olabilir