10 Şubat 2019

Türkiye gündemi: Herkesin bildiğini kimsenin söylemesine gerek yok!

Gündemi dolduran olaylar “hiç görülmemiş” şeyler değil; tablo aşikâr...

Bin yıla yakın süredir Küçük Asya’da uygarlaşmış, altı yüz yıl boyunca üç kıtada hüküm sürmüş ve altmış sekiz yıldır Dünya Bankası’nın dikkatle “alt orta gelir seviyesinde gelişmekte olan ülke” dediği Türkiye’de, onun bin beş yüz yıla yakın süre imparatorluklara başkentlik etmiş İstanbul şehrinde, Kartal’da bir bina yıkılıyor. Olay başlı başına trajik. Ama bununla kalmıyor. Enkaz deşildikçe, bir yığın usulsüzlük çıkıyor altından, bir yığın ayıp saçılıyor etrafa. Kentleşme politikalarına, devlet-toplum ilişkisine, yasal mevzuata, yürütmeye, insan hayatına verilen değere dair bir yığın ayıp.

Haberlere bakıyoruz… Nasıl olmuş, niçin olmuş, ölenler, yaralananlar filan derken, çöken binadaki hak sahiplerinin İmar Barışı denilen düzenlemeden yararlanmak için başvuru yaptıklarını öğreniyoruz. Sonra bu bilgi üzerine… İmar Barışı’nın: 24 Haziran 2018 seçimi öncesinde, “seçim yatırımı” olarak, halen AK Parti ve MHP’nin ortak Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki tarafından Meclis’e getirildiğini; Meclis’teki muhalif partilerin itirazlarına rağmen bir torba yasa içindeki madde olarak kabul edildiğini; o madde ile 13 milyon civarında yapının af kapsamına alındığını; kapsam bakımından Cumhuriyet tarihinin en büyük imar affı olduğunu; Bakan Özhaseki’nin Temmuz 2018’de, bakanlığı bırakmadan önce yaptığı açıklamada, af kapsamında o güne dek Bakanlık hesabında 315 milyon liranın toplandığını söylediğini; normalde 31 Aralık 2018’de sona eren başvuru süresinin yerel seçim sonrasına kadar uzatıldığını; affedilecek binaların depreme uygunluğu konusunda herhangi bir denetleme yapılmayacağının kanunen belirtildiğini; bu konuda bütün sorumluluğun kat maliklerine terk edildiğini… konuşmaya başlıyoruz.

Bunlar yüzeydeki genel bilgiler. Ayrıntılarda kim bilir daha neler vardır!  

Türkiye’nin İstanbul şehrindeki Kartal ilçesinde çöken bir binadan ortaya çıkan şey, koskocaman bir yanlış hayat! Türkiye toplumunun yaşam adı altında yapıp ettiği eylemler toplamı sadece ve sadece bu yanlış hayatı sürdürmekten ibaret.

Yanlış bir hayatı sürdürdüğümüzün tek örneği Kartal’da yıkılan bina değil. Hızıyla meşhur Türkiye gündemi her gün bunun onlarca, hatta bazen çok daha fazla sayıda örneğiyle dolup taşıyor. Her birinde yakaladığımız ipucunu takip etsek bizi yaşadığımız dünyanın büyük hakikatine eriştirecek bir yığın olay! Ama hepsi burnumuzun dibinden geçip gidiyor.

Herkesin bildiğini birilerinin söylemesine gerek 'var'

Gündemi dolduran olaylar, çöken bina, öldürülen avukat, tutuklanan siyasetçi, yargılanan sanatçı vs. bütün bunlar Türkiye’de “hiç görülmemiş” şeyler değil. Tablo aşikâr. Ve aşikâr tablolar, her zaman, bunu dillendirmeye kalkanları susturmaya çalışan birtakım mazeretçilerin elinde bir koza dönüşür. Türkiye’nin ıstırap üretme istikrarı, bizde de fıtrat ekolünden ya da yerli ve milli epistemolojisinden gelen bazı mazeretçilerin elinde bir artı’ya dönüşmüş durumda: Herkesin bildiğini kimsenin söylemesine gerek yok! 

Hayır, herkesin bildiğini birilerinin söylemesine gerek var. İki sebeple. Birincisi, evet bütün bunlar Türkiye’de “hiç görülmemiş” şeyler değil. Ama “hep böyle olur” diyebileceğimiz bir rutin de değil. Türkiye, yakın tarihi boyunca hep ıstırap üreten bir ülkeydi, ama bugün değişmeyen şey sabit bir ıstırap miktarı değil, bu ıstırabın cehenneme doğru ilerleyişidir.

İkincisi, toplum olarak biz “hep böyle olur” dediğimiz bu olayları birbirinden ayrı olgularmış gibi algılıyoruz, büyük hakikat ile bağını da bu yüzden kuramıyoruz. O yüzden, herkesin bildiğini zannettiğimiz şeylerin, bu hakikat bağını kurabilenlerimiz tarafından söylenmesi gerekiyor.

Günümüz dünyasında yaşam gerçekte öyle bir dolayım ağına dönmüştür ki, her şey birbiriyle ilişkilidir; birbirlerinden apayrı alanlarda gerçekleşen olaylar ve şeyler arasında hiçbir şekilde bir bağlantısızlık, bir ilişkisizlik kalmamıştır. Küçük Prens’te söylendiği gibi: Gökyüzünde bir yıldızın canını yakmadan yeryüzünde bir çiçeği koparamazsınız! Fakat olayları ve anları birbirinden kopuk ve ayrı parçalar olarak üst üste bindiren gündelik yaşam ve onun ideolojisi, bu olaylar ve anlar arasında hiçbir bağlantı, hiçbir ilişki bırakmamıştır; bu düzeyde çiçek ve yıldızın, çöken apartman ve neoliberal muhafazakâr siyasetin birbiriyle ilgisi yoktur. 

Gerçeklik öyle bir şeydir ki, aslında bir parça uyanıklık sergileyebilecek olsanız, tüm bir dünyanın bilgisini tek bir olayda ya da tek bir olguda veya tek bir anda ele geçirebilmeniz mümkündür. Mesela Kartal’da çöken bina, bu açıdan, neredeyse bütün bir dünya demektir. Compact bir deneyimdir o, sıkışmış bir olgudur. Orada birikmiş bilgi, kentleşme politikalarından siyasete, sosyal devlet anlayışından iktisada dek tüm alanlarda ülkede daha önce olanları gösteren, daha sonra olacakları da öngören kesin bir karakter sunar.

Merak eden, gündemdeki herhangi bir olay için böyle bir otopsiye girişebilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Hayvan doğasıyla barışınca insan, 'insan' olacak!

İnsan türünün, insana götüren hayvanlık ile bu hayvanlıkta bedenleşen insanlığın diyalektik gerilim alanı olduğuna dair bakış, insanın ne yaratılmış mükemmel bir tasarım, ne de doğa tarafından dayatılmış umutsuz bir vaka olduğunu kabul eder. İnsan "kendini yaratmış" bir varlıktır

Büyük Madenci Yürüyüşü'nün öğrettikleri

İnsan mutlak bir varlık değildir. Belki çıkarcı, belki dayanışmacı, belki bencil, belki paylaşımcıdır

Kırk yıllık tevazu

Toplumun küçük bir kesimi bir "direniş sanatı" türü olarak "şenlikli muhalefet"i sürdürmekteyken, toplumun geneli de, bu sanatın bir başka türü olarak, "kendini aldatmaya bırakmış" olabilir