23 Aralık 2018

Elit kültürel beğeni ve AKP

Yine de Cumhurbaşkanı'nın haklı olduğu bir taraf var

AKP’nin siyasal elitleri kendilerini iktidarda tutacak siyasal sermayeye sahipler ama kendilerini kültürel alanın eliti yapacak kültürel sermayeden yoksunlar

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz çarşamba günü Beştepe’de düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreninde konuştu. “Ülkemizin en büyük sorunu kendi toplumunu, ülkesini küçümseyen bir grubun uzunca bir süre kültür sanat dünyamızı adeta esir almasıdır. Hamdolsun bu esaret yavaş yavaş ortadan kalkıyor” dedi.

Bilindiği gibi, siyasal iktidarın kültürel iktidar sorunu var. Her fırsatta birinci ağızdan (AKP’de ikinci ağız var mı?!) siyaseten iktidar olunduğu halde kültürel alanda bunun gerçekleşemediği, üzülerek, dile getiriliyor. Yakın geçmişte muhafazakâr sanat manifestoları bunun için yazılmıştı, hatırlayalım! Yukarıdaki cümleler (demek ki) bu meselede artık biraz yol alınmış olduğunu ifade ediyor: Toplumunu, ülkesini küçümseyen bir grup, muhtemel ki bunlar Batıcı elitistler oluyor, kültür sanat dünyamızı esir almıştı ama neyse ki bu esaret artık yerli ve milli kültür hamleleriyle ortadan kalkmaktadır!..

Cumhurbaşkanı’nın bu tespiti, gözlemlenen gerçeklikle pek uyumlu değil gibi. İstanbul’da her akşam onlarca tiyatro perde açıyor, yönetmenlerimiz uluslararası yarışmalardan ödüllerle dönüyor, neredeyse bütün gençlik elde kamera film çekiyor, yayınevleri birbiri ardına romanlar basıyor. Ve sokaklar… Grafitiler, duvar resimleri, rap müzik vs. şu ülkede belki en hareketli günlerini yaşıyor. Bu dinamizm, sanat ve kültür adına yoğun bir üretim koyuyor ortaya. Fakat Sayın Erdoğan’ın görmeyi arzu ettiği türden ürünler, işler değil bunlar.

Çünkü bunlar kültürel muhalefet ürünleridirler; muhalefetin kültürel araçlarla yapılmasının örnekleridirler. Ama kültürel muhalefetin politik zayıflıktan ileri geldiği de, bu zayıflığın bir göstergesi olduğu da muhakkaktır. Modern tarihte pek çok yerde, pek çok kez deneyimlenmiş olduğu gibi, doğrudan siyasal alanda yürütülecek demokratik muhalefetin güçlüğü, günümüz Türkiye’sinde de kültürel alanı muhalefetin alanı haline getirmiş, siyasal alanda neredeyse imkânsızlığı yaşayan demokratik muhalefet bu alana kaymıştır.

Muhafazakâr içe-kapanıklık bitti

“Batıcı elitistler”in kültürel yaratımı besleyen sembolik sermayesi, onların muhalif tutumunu kültürel alan içinde baskın eğilim haline getiriyor. Burada şaşılacak bir durum yok. AKP’nin siyasal elitleri kendilerini iktidarda tutacak siyasal sermayeye sahipler ama kendilerini kültürel alanın eliti yapacak kültürel sermayeden yoksunlar.

Fakat yine de Cumhurbaşkanı’nın haklı olduğu bir taraf var. Muhafazakârlık, ya da yerlilik ve millilik, kültürel alanın tiyatro, edebiyat, resim, sinema gibi elit kısmında değilse de gündelik yaşam denilen kısmında sahiden de iktidar olmuş görünümü vermektedir. AKP, kültürel iktidarını, sosyal tabanında yaygınlaşan ve iyiden iyiye dikkat çekmeye başlamış olan müstesna (benzerlerinden ayrı, seçkin) ve aynı zamanda mubah (yapılmasında dini açıdan bir sakınca bulunmayan) yaşam tarzıyla gerçekleştirmiş gibi görünüyor. Dindar ve muhafazakâr kesim, kılık kıyafet seçiminden ev döşeme biçimine, tatil alışkanlıklarındaki değişimden şık mekânların müdavimi olmaya kadar geniş bir yelpazede ortaya koyduğu elit beğenisi, tüketimi ve yatkınlıklarıyla gündelik yaşamın yeni elitleri olmuşlardır.

Son dönemde ve hızlıca yaşanmış bir dönüşümüdür bu. Sosyal bilimler alanında doktorasını yapmakta olan imam hatip mezunu dindar bir arkadaşım geçenlerde İlahiyat Fakültesi mezunlarının on beş yılda değişen mezuniyet fotoğraflarına dikkatimi çekmişti. Fotoğraflarda, bilhassa kız öğrencilerin kıyafet ve makyajlarındaki değişim sahiden çok net bir gerçeklik ortaya koyuyordu: Muhafazakâr kesim AKP iktidarında kendisini eskiye nazaran daha rahat hissetmiş, böylelikle “muhafazakâr çekimserlik” ya da içe kapanıklık da yok olup gitmişti. Gerçekten çalışmaya değer bir konu!

Gayet müstesna, hem de mubah!

Yirminci yüzyılın son büyük sosyologlarından biri olan Pierre Bourdieu, akademik çalışmalarını kültürel beğeni, tüketim ve yatkınlıklar üzerine yoğunlaştırmıştı. Kültürel beğeni ve tüketimin insanlar arasında hiyerarşiler yarattığını, sosyal tabakalaşmada önemli bir rol oynadığını söylüyordu. Elit kültürel beğeni ve tüketim, sahiplerini hiyerarşide üst basamaklara taşımaktaydı. Bu yüzden, sosyal sınıf analizlerinin sadece maddi (ekonomik) konumlara indirgenmemesi, sembolik (kültürel beğeni) boyutunun da göz önünde bulundurulması gerektiğini söylüyordu.

Türkiye’nin güncel gerçekliğinde bu mesele iki açıdan biraz karışık bir durum arz ediyor.

Birincisi… Bugün Türkiye’de operaya, müzeye, baleye veya klasik müzik konserine gitmek, gidenlere Diriliş Ertuğrul veya Payitaht Abdülhamit izleyenler karşısında bir üstünlük sağlamıyor. İnsanlar arasındaki hiyerarşik dizilişte artık elit kültür beğenisi ön sıraya geçmeye yetmiyor.

İkincisi… Ekonomik koşullar ile kültürel beğeni arasında zorunlu ve bağlayıcı bir ilişki de yok gibi; belli ekonomik koşullar illa ki belli kültürel beğenilerle eşleşmiyor. Müstesna ve mubah bir tüketim içinde olanlar mütevazı ve mubah bir tüketim içinde olanlarla aynı kültürel beğeniye sahip görünüyorlar; Rus Avangartları sergisine gitmiyor, Diriliş Ertuğrul veya Payitaht Abdülhamit izliyorlar. Bu da bir bakıma popüler kültürün gücü işte! Her zaman baskın ve başat olandır o.

Görüldüğü üzere, sosyoekonomik hiyerarşilerle yaşam tarzı hiyerarşileri arasındaki fark baki kalmakla birlikte, beğeni ve yatkınlıklar arasında herhangi bir fark kalmayabiliyor. Bu tabloya bakınca, sarayda yaşayanın saraydaki, kulübede yaşayanın kulübedeki gibi düşüneceğini söyleyen yasa da zaafa uğramış görünüyor. Kültürel beğeni ve yatkınlıkları sınıf analizine bağlarsak, ki bağlanmalı zaten, bunun da söylenmesi gerekiyor. Çünkü çalışan sınıfların, emekçilerin, yoksulların, asgari ücretten vergi alınmasın diyen yasa tasarısını mecliste oybirliği ile reddeden AKP’ye niçin destek vermeye devam ediyor oldukları sorusunun izahı burada!..

Yazarın Diğer Yazıları

Hayvan doğasıyla barışınca insan, 'insan' olacak!

İnsan türünün, insana götüren hayvanlık ile bu hayvanlıkta bedenleşen insanlığın diyalektik gerilim alanı olduğuna dair bakış, insanın ne yaratılmış mükemmel bir tasarım, ne de doğa tarafından dayatılmış umutsuz bir vaka olduğunu kabul eder. İnsan "kendini yaratmış" bir varlıktır

Büyük Madenci Yürüyüşü'nün öğrettikleri

İnsan mutlak bir varlık değildir. Belki çıkarcı, belki dayanışmacı, belki bencil, belki paylaşımcıdır

Kırk yıllık tevazu

Toplumun küçük bir kesimi bir "direniş sanatı" türü olarak "şenlikli muhalefet"i sürdürmekteyken, toplumun geneli de, bu sanatın bir başka türü olarak, "kendini aldatmaya bırakmış" olabilir

"
"