Antakya | Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Birinin gelmemesi ya da çekip gitmesi ile eksilen ve kalabalığa rağmen keyfi kaçan sofralar gibi Antakya'nın merkezi…
Asi Nehri'nin iki yakasındaki yıkıntıları kapatmak için konulan paravanların üzerinde tıpkı Maraş'taki gibi Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı'nın hazırladığı görseller var. Ancak Maraş'tan farkı, bu görsellerde kentin kalbi tam olarak, bütününü gösterecek biçimde resmedilmiyor. Öylesine büyük bir boşluk, öylesine büyük bir yıkım var ki kentin kalbinde, görsellerde tek bir binanın, tek bir anıtın yeni hali veriliyor. Bütününü görebilmek, şimdiden tasvir edebilmek mümkün değil. Ve zaten yenisi de eskisi değil.
Asi Nehri | Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Tarihi Antakya olarak bilinen evler yerle bir. Çok azı, enkaz halinde ayakta. Üzerine barkod yapıştırılan binalar bir biçimde restore edilecek. Arkadaşını kaybetmiş, anlamını yitirmiş bir hüzünle boşluğun ortasında duran bu tarihi binalar yine de buruk bir umut veriyor. Yeniden eskiye yakın bir görüntüye sahip olma umudu.
Ancak umut neşeli ve inançlı olmalıdır değil mi? Başka türlü bir umudu gerçek kılacak taşları nasıl dizersiniz?
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Defne'ye bağlı Armutlu, Elektrik mahalleleri de sahip olduğu hayatı geri dönülmez biçimde kaybeden, tek bir hayat yaşamanın anlamsızlığına isyan eden bir insan gibi çaresiz.
Boşluk, boşluk, boşluk…
Hatay'da Antakya ve Defne'nin neresine baksanız bunu görüyorsunuz. Ve boşluğun büyüklüğünü gösterir biçimde ayakta kalmış, üzerine boya ile "orta hasarlı", "az hasarlı", "yıkılmayacak", "lütfen dokunmayın, hasarsız" yazılmış binalar.
Tam kalbinden hasar almış ama hayatta kalmış bu binalarda yaşayan insanların derdi, bir daha burada yaşayamamak korkusu.
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Bütün bu mahalleler "rezerv alan" ilan edilmiş durumda.
Rezerv alan ilanı, idareye, binanın durumuna bakmaksızın kamulaştırma, yeniden imar etme hakkı tanıyor.
Ancak buradaki insanların yeniden yapılacak binalarda yeniden daire sahibi olabilecek olanakları yok.
Kredi verseler bile yok.
Bu nedenle ayakta kalan binaların yıkılmasını istemiyorlar.
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Ancak "az hasarlı", "orta hasarlı" raporu veren binaları güçlendirmek için de harekete geçemiyorlar.
Zira kendilerine bilgi verilmiyor.
Binalar yıkılacak mı? Güçlendirmek için bu binalara para harcasalar yıkımı engelleyebilirler mi?
Bilmiyorlar.
Bir zamanlar bu binalarda yaşayanlar, ayakta kalan binaları kontrol etme zorunluluğu hissediyorlar. Zira depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen kentte hırsızlık bitmiş değil.
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Orta hasarlı bir binaya girdiğinizde merdiven demirlerinin, elektrik kablolarının, ısıtma kazanının çalındığını görüyorsunuz.
Bazı evlerde eşyalar olduğu gibi duruyor. Çıkartılmayan bu eşyaların da çalınmasından korkuyorlar.
Yıkılıp yıkılmayacağını bile bilmedikleri binaların önünde bu nedenle nöbet tutma gereği duyuyorlar.
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Yakınlarını bulamayanlar ellerinde kayıp ilanları dört yandalar.
Kiminin yakını enkazdan çıkmamış, kiminin yakını hastaneye gittikten sonra kaybolmuş, kiminin yakını için ölüm kaydı tutulmuş ancak cenazesi ortada yok.
Bu insanlar DNA eşleşmesinden kayıp ihbarına, MOBESE incelemesinden el ilanına kadar her yolu deniyorlar.
En azından bir mezar, en azından bir haber, en azından bir bilgi almak istiyorlar ama yok, olmuyor.
Ve yakınlarının "ölü" sayılması en büyük endişeleri.
Ölüp ölmediğini bilmeden "ölü" sayılmaları, kayıttan düşülmeleri halinde bir daha hiçbir biçimde bilgi de alamayacaklarını düşünüyorlar.
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Adalet mücadelesi verenlerin de kalbi kırık.
Çok az sayıda dava "olası kast" düzenlemesinden açılmış. Bu düzenleme uyarınca dava açılsa, sorumlular cinayet işlemiş gibi ceza alacaklar. Ancak bu maddeden açılmıyor davalar.
Bazı davalar ise hiç açılmıyor.
Tarım arazisine bina izni verilmesi, kaçak kat çıkılması, kolonların kesilmesi ve denetlenmemesi, bütün bu usulsüzlüklere rağmen ruhsat verilmesi, ruhsatı olmayanların affedilmesi…
Tüm bunların sorumluları hakkında tek bir işlem yapılmış değil.
Davalar yıkılan binaların isimleriyle anılıyor.
Simge haline gelen binalarla ilgili davaların daha yakından izlenmesinden, diğer davaların takip edilmemesinden de yakınıyorlar.
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Bitmiyor saymakla…
Depremin yıldönümü yaklaştıkça idarenin emriyle, özellikle görünür caddelerdeki çadırların sökülmesinden şikayet ediyorlar.
Konteynerde kalan ancak eşyalarını çadırda muhafaza eden pek çok kişinin çadırı yırtılıp atılmış. Çadırların hala durduğunun görülmesi, bu görüntünün verilmesi idareyi rahatsız ediyor.
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Tarım arazilerinin rezerv alan ilan edilerek burada kent merkezinden uzak binaların yapılmasına kuşkuyla bakanlar var.
Öncelikle zeytinliklerin imara açılmasından yakınıyorlar.
Ve ardından buralarda bina yapılmasıyla kentin demografisinin değişeceğini söylüyorlar.
Antakyalıların, Defnelilerin bulundukları yerlerden uzaklaşmak istemediklerini ancak mecbur bırakıldıklarını anlatıyorlar.
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Evlerde yaşamak zorunda kalanlar korku içinde. Bitmek bilmeyen artçı depremler sağlam binaları bile zorluyor.
En sağlam yapıların kiraları alıp başını gitmiş.
Konteynerden ne zaman çıkacağını bilmeyen insanlar artık bir ev istiyorlar ancak umutları iyiden iyiye tükenmiş.
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Hatay, diğer deprem kentlerinden farklı. Kalbi hâlâ çok daha yavaş atıyor.
Asi Nehri'nin üzerindeki köprü ışıklarla aydınlatılmış.
Hemen köprünün başında yaşlıca bir adam nergis satıyor.
Arkasında yıkık dökük binalar, enkaz.
Alışkanlıkla akan Asi Nehri…
Hatıraları anımsatacak insan sayısı az.
Işıklar ölgün, sokaklar ıssız, boşluk derin.
Sarsan da kanayacak.
Yara açık, görünüyor.
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|