10 Şubat 2024

Türkiye'ye özgü skandalın perde arkası: Yüzlerce insan göz göre göre böyle "öldürüldü"

11 yıllık belgeler ve ifadeler dosyaya girmesine karşılık, gözaltına alınan, tutuklanan tek bir kamu görevlisi yok. Hatta, ifadesi şüpheli sıfatıyla alınan, soruşturma izni verilen bir kamu görevlisi de yok

Barbarlıklarıyla yeryüzünü yaşanmaz hale getiren insanlığın belki de en insani davrandığı konu hastaneler.

Bu nedenle İsrail'in insanlık dışı saldırılarına sessiz kalan dünya, hastaneler söz konusu olduğunda biraz olsun cümle kurabiliyor.

Savaşlarda hastanelerin vurulması savaş suçu sayılıyor. En kötü anda bile hastanelerin ayakta kalması için çaba gösteriliyor.

* * *

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 6 Şubat Maraş depremlerinin anma töreninde protesto edildiğinde, "yeri ve zamanı" olmadığını belirterek, tepki gösterenlere tepki gösterdi.

Ancak depremzedelerdin, Türkiye'nin aksine unutmadıkları vardı. Ve elbette birinci derecede sorumlu olan bir ismi karşılarında gördüklerinde yeri ve zamanı olduğunu düşünerek protesto haklarını kullandılar.

* * *

Depremin ardından Hatay Devlet Hastanesi ile İskenderun Devlet Hastanesi A Blok'un çöküşü günlerce tartışıldı.

Sadece hastanelerin çökmesi nedeniyle değil…

Hastanelerin depreme dayanıksız olduğunun önceden raporlanması, hatta İskenderun Devlet Hastanesi'nin internet sitesinde, 1968'de yapılan A Blok'un depreme dayanıklı olmadığının açıkça belirtilmesi nedeniyle…

Geride kalan bir yıllık süreçte, bu soruşturmalarda olan bitenler, yüzlerce kişinin nasıl göz göre göre öldürüldüğünü de ortaya koydu. Aynı zamanda Türkiye'nin cezasızlık sistemini de.

* * *

Sosyal Haklar Derneği'nin hazırladığı deprem raporuna göre, depremde, hastanelerde 228 kişi hayatını kaybetti. Bu bilinen, depremden hemen sonra ortaya çıkan sayı. Kaç kişinin çöken hastanelere götürülemediği için öldüğü, sonradan yaralıların kaçının yaşamını kaybettiği, kaçının zorunlu olarak hastane bahçesinde yapılan müdahale sırasında enfeksiyon kaparak yaşama veda ettiği bilinmiyor.

Skandallar zincirine dönelim. Önce Sosyal Haklar Derneği Raporu'ndaki ifadelere bakarak:

"Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi, depremden önce bölgenin en yeni ve en büyük hastanesiydi.  2016 yılında hizmete girdi. Depremde ağır hasar gördü ve kullanılamaz hale geldi. Savcılık belgelerine göre en az 80 kişi hayatını kaybetti. Bu hastanede çocuk ve kalp yoğun bakım üniteleri vardı. Katlar arasında bağlantı sadece asansörlerle sağlanıyordu. Merdiven bağlantısı yoktu. Yangın merdivenleri ise sigara içilmesin diye kilitliydi ve depremde hastaları kurtarmak için buradan da müdahale edilemedi. Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesinin kentteki en modern ve en yeni sağlık kuruluşu olduğunu belirtmiştik. Deprem sırasında elektrikler kesildi, jeneratörler devreye girmedi. Elektrik olmadığı için yoğun bakımda olan hastalara, oksijen verilemedi. Hastalar dakikalarla ifade edilen sürede hayatlarını kaybetti. 6 Şubat depremlerinde henüz adı bile konmamış 29 bebek, toplamda 80 kişi bu hastanede hayatını kaybetti. 

* * *

SHD raporunda, bu ölümlerle ilgili başlatılan soruşturmada müfettiş raporlarının dosyaya girmesine rağmen tek bir kişinin bile gözaltına alınmadığı vurgulanıyor. Aylarca "gizlilik" kararı ile erişime kapatılan dosyanın savcısının değiştiği, soruşturmanın tamamlanması için yeni savcının beklendiği notu düşülerek. Müfettiş raporlarının kamu görevlilerinin sorumluluklarını açıkça göstermesine rağmen bugüne kadar işlem yapılmadığı da vurgulanıyor raporda.

* * *

"Yeni ve modern" denilerek yapılan hastaneyle ilgili tanıklıklar mühim.

Ortaya çıkan yeni bilgilere göre, dosyaya ifadeleri giren hastane çalışanları, hastanenin itirazlara rağmen göl havzasında kurulmuş olmasından dolayı şiddetli yağmurlarda hastanenin bodrum katlarını sürekli olarak su bastığını anlattı.

İfade verenler, elektrik hatlarının bodrum katlarında olması nedeniyle su altında kaldığını, bu nedenle elektrik sisteminin sık biçimde arızalandığını, bu hatların ve jeneratör sisteminin yukarı katlara çıkartılması için ödenek tahsisi talep edildiğini ancak bu talebin yerine getirilmediğini söyledi.

En fazla 500 bin TL masrafa neden olacağı söylenen bu talebin karşılanmaması nedeniyle, tedbir olarak, acil servisin girişinin 6 metre yükseltildiği, bunun dışında önlem alınmadığı da dosyaya girdi.

Ve tam da ifadelerde yer aldığı gibi, deprem sırasında elektrikler kesildi, jeneratörler devreye girmedi. 

Hastanenin çöken ek bina kısmı konusunda da AKP milletvekillerinin, "Hastane kapatılırsa tepki çeker. Sıkıntı olur" dedikleri öne sürülüyor. Sıkıntı oldu ve en az 72 insan sadece bu bölümde hayatını kaybetti.

* * *

Bir diğer hastane, İskenderun Devlet Hastanesi, tarihe, depremden 11 yıl önce depreme dayanıksız raporu verilmesine rağmen kullanılmaya devam eden ve çöken hastane olarak geçti. Hastane yönetiminin, "depreme dayanıksız" raporuna hastanenin internet sitesinde yer vermesi aylarca konuşuldu.

Ancak belgeler internet sitesinde yer alan raporla sınırlı değil.

En az 76 kişinin yaşamını yitirdiği hastane ile ilgili raporlarda, daha çarpıcı bilgiler de var.

O raporlardan biri, 1 Temmuz 2012 tarihli.

Raporda, hastanenin 1968'de yapılan A Blok'u ile ilgili teknik inceleme sonuçları yer alıyor.

Ve incelemeyi yapan uzman, raporun sonunda şu ifadelere yer veriyor:

"…bina performans düzeyi 'göçme' durumu çıkmıştır. Bina, maruz kalacağı olası deprem anında göçme durumundadır. Hasarların çoğu performans değerlendirmesinde görüleceği üzere kesme ve eğilmeden kaynaklanmaktadır. Güçlendirilecek taşıyıcı eleman sayıları ve yüzdelerine bakılırsa yaklaşık yüzde 90 - yüzde 100 taşıyıcı elemanın güçlendirilmesi gerekmektedir."

* * *

Depremden 11 yıl önce yazılan bu ifadeler, en az 76 kişinin ölümünün nedenini net biçimde gösteriyor.

Depremden hemen sonra dosyaya giren bir ifade, hastane yetkililerinin çaresizliğini de ortaya koyuyor.

Hastanenin yoğun bakım ünitelerinin bulunduğu A Blok'ta görev yapan bir sağlık çalışanı, savcılık ifadesinde, depremden sonra başhekimin bir toplantı yaptığını, burada, kendi imkanlarıyla 2012'de depreme dayanıklılık testi yaptırdıklarını, 2013'te test sonuçlarını resmi yazı ile Hatay İl Sağlık Müdürlüğü ile Sağlık Bakanlığı'na gönderdiklerini anlattığını söyledi. Sağlık çalışanı, "Hatta zaman içerisinde yaptıkları yazışmalarda hastanenin dayanıksız olan bölümlerinin fotoğraflaması yapılarak CD içerisinde Sağlık Bakanlığı'na gönderdiğini bize anlattı. O zamana kadar kulaktan dolma biçimde bilgilerimiz vardı. Yazışmalar sonrasında yıkım ya da yenileme konusunda yanıt verilmediğini, sadece yeni hastane yapılacağı yanıtının verildiğini, hatta hastane bahçesinde bulunan SSK lojmanları için 2015'te yıkım kararı verildiğini ve bu lojmanların yıkıldığını söyledi" dedi.

* * *

11 yıllık belgeler ve bu ifadeler dosyaya girmesine karşılık, gözaltına alınan, tutuklanan tek bir kamu görevlisi yok. Hatta, ifadesi şüpheli sıfatıyla alınan, soruşturma izni verilen bir kamu görevlisi de yok.

Savcılık bir yıldır, ölenlerin yakınlarının ifadelerini alıyor. Bunun ne kadar süreceği de belirsiz.

Buna karşılık, artçı depremler sürerken, depremden iki ay sonra sağlık çalışanlarının binanın çökmeyen kısımlarına girerek çalışmaları için zorlandıkları, korka korka binaya giren çalışanların bu durumdan şikayetçi oldukları da biliniyor.

Bir sağlık çalışanının bu konuda verdiği, "Laboratuvar sonuçlarını almak ve numuneyi vermek için hızla ve korkuyla binaya girip çıkıyorduk. Bunu yapmazsak işten atılmakla tehdit ediliyorduk. Hasarlı kısımlar sadece alçı ve boya ile kapatıldı" ifadesi de dosyada…

* * *

Yıllar önce bu bina ile ilgili olarak rapor hazırlayan isimlerden, İnşaat Mühendisleri Odası Hatay İskenderun Temsilci Yardımcısı Levent Çeliktürk, depremden hemen sonra, "İskenderun Devlet Hastanesi için 10 yıl önceki yıkılır raporunu ben verdim. Yıkılması gerektiğine dair raporunu verdim. Bina performans analizini ben yaptım. Yüzde 100 yıkılabilir raporuydu" demişti. Bu bile tek başına sorumluların tespiti için yeterliyken, hiçbir işlem yapılmadı.

* * *

Deprem soruşturmaları müteahhitlerin geçici süreliğine tutuklanması, birkaç yapı denetim sorumlusunun soruşturulması ile geçiştiriliyor.

Sisteme ve sorumlularına dair tek bir adım atılmış değil.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, böyle bir ortamda seçilmemesi halinde İstanbul'da olası bir depremde olacakları anlatabiliyor.

İktidar temsilcileri, böyle bir ortamda, protesto haklarını kullananları eleştirebiliyor.

Ve jeneratöre 500 bin lira, hastane güçlendirmesine birkaç milyon lira ayrılmayan bir ortamda, "itibaren tasarruf edilmez" ifadesine sıkı sıkıya sarılarak hepsi hayatlarını konforlarından gram taviz vermeden sürdürebiliyor.

Türkiye için öyle "dış güçlerin oyununa", "düşman saldırılarına" falan gerek yok.

Kendi evlatları, memleketi yeterince meşgul ediyor.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir zulüm ve Türkiye hikâyesi: "O terörist buraya gelmeyecek" dedi, "hassasiyetin" nedeni torpilli kadro çıktı

"O terörist buraya dönmeyecek" diyen hocanın kadroyu almasını istediği kişiyle birlikte sadece iki kişi sınava girebildi. Başvuran 16 kişi ise bu şartı karşılayamadıkları için elendi. Zaten kazanacak kişinin kim olacağını herkes biliyordu, öyle de oldu

İnce ayarlı Kobani kararı: AİHM yok, JİTEM yok, çözüm süreci yok, Kürt sorunu yok

DEP Milletvekilleri Leyla Zana, Ahmet Türk, Orhan Doğan gibi isimlerin Meclis’ten cezaevine götürülmelerine ilişkin görüntüler uzun yıllar hafızalardan çıkmadı. Kararın açıklandığı sırada TBMM’yi yöneten Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder’in tüm suçlamalardan beraat etmesi, Meclis’ten cezaevine götürüleceği bir görüntünün oluşturulmaması bile yapılan ince ayarı gösteriyordu

Yargı ve polisi rahat bırakmayan “etki ajanları” ve gazeteciler

Her iki soruşturmayı takip eden gazeteciler üzerindeki baskı her geçen gün arttı, artıyor. Gazeteciler, bu iki soruşturmayı da bunları sulandıranları da bu soruşturmaları vesile kılıp siyasi manevra yapmaya çalışanları da darbe ya da başka bir amaçla hareket edenleri de izleyip haberleştirmeye devam edecek