16 Ekim 2021

“Siyasi cinayetler” söylemi ve Deniz Poyraz

Siyasi cinayetlerin mutlaka liderlere, tanınan isimlere karşı işlenmiş olması gerekmiyor. Mutlaka cinayet olması da gerekmiyor. Ülkede sağdan sola onlarca gazeteci, siyasetçi, aydın sokak ortasında saldırıya uğradı. Hemen her gün sosyal medyadan tehditlere maruz kalıyor insanlar ve tehdit edenlerin bir tanesi bile açığa çıkartılabilmiş değil. Böyle bir ortamda endişe edenleri suçlamak, hâlâ slogan atabilmek inanılmaz.

Bu ülkede hücrelere işlemiş bir adalet sorunu var.

Derinizi söküp atsanız kurtulamayacağınız bir önyargı, öfke, nefret sorunu…

Bu yüzden Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın hukuksuz biçimde cezaevinde olduğunu yazdığınızda sadece destekleyen ve sevenleri alkışlıyor. Geride kalanların umurunda bile değil…

Bu yüzden Mehmet Altan’ın fazladan nasıl 5 ay cezaevinde haksız hukuksuz tutulduğu ve bunun sorumlularından hesap sorulmadığını yazdığınızda birileri ölesiye suskun.

Bu yüzden Nedim Türfent’in işkenceyle alınmış ifadelerle hapse mahkûm edildiğini ve kitap okumasının bile yasaklandığını söyledinizde birileri hakaret ediyor.

Bu yüzden bir çocuk öldüğünde önce nereli olduğu soruluyor.

Önce isme, ardından yaşananlara bakılan bir umursamazlık.

***

 

Sedat Peker’den SADAT’a, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’ndan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya kadar uzanan isimler, son günlerde, “siyasi cinayetler” üzerine konuşuyor.

Kılıçdaroğlu, bu konuda duyumlar aldığını söylüyor, İYİ Parti’den, Gelecek ve DEVA partilerinden benzer duyumların geldiğine yönelik açıklamalar yapılıyor.

Suikast listelerinden söz ediliyor.

Ardından İçişleri Bakanı, bunların FETÖ kumpaslarına benzediğini söylüyor.

Bu ülkede siyasi cinayetler işlendi, failleri, azmettirenler, azmettirenleri harekete geçirenler bulunamadı.

Nadiren fail öldüğünde, yakalandığında ya da teslim olduğunda dosyalar bu isimlerle sınırlı tutulmaya çalışıldı.

Hrant Dink’ten Malatya Zirve Yayınevi Katliamı’na, 10 Ekim Katliamı’ndan Deniz Poyraz’ın öldürülmesine kadar uzun bir liste önümüzde duruyor.

***

HDP İzmir İl Binası’nda çalışan Deniz Poyraz’ın öldürülmesi siyasi bir cinayettir.

Bağıra bağıra gelen bir siyasi cinayet.

Siyasi cinayetlerin mutlaka liderlere, tanınan isimlere karşı işlenmiş olması gerekmiyor.

Poyraz’ı katleden Onur Gencer’in ilk ifadesi önemli:

“İçimdeki intikam ateşini Barış Atay, Selahattin Demirtaş, Abdullah Öcalan, Leyla Zana, Pervin Buldan isimli şahısları öldürerek söndürebileceğimi farkettim. Tabii ki bu kişiye ulaşmanın zor olması istihbaratımın olmaması benzeri sebebiyle İzmir HDP İl binasını hedef olarak belirledim…”

Sonra yakın geçmişe dönelim. 7 Haziran seçiminin öncesi ve sonrasına…

Şubat 2015’te HDP Sincan İlçe binasına ucunda demir bulunan sopalarla gelen grup, parti çalışanlarını yaraladı.

Aynı tarihte Erzurum binasına gidenler, buradaki HDP’lileri bıçakladı.

Mart 2015’te HDP Sivas yöneticileri bıçaklandı.

Nisan 2015’te 100 kişilik grup Antalya Serik’te ilçe binasına saldırdı, binayı ateşe vermeye çalıştı.

Aynı aylarda, benzer nitelikte onlarca saldırı var. Sıralamaya yazı alanı yetmez.

Birkaçını daha yazalım.

Mayıs 2015’te Mersin ve Adana binalarına bombalı saldırı düzenlendi.

Aralık 2016’da Yalova il binası kundaklandı.

Aynı günlerde genel merkez binası kundaklanmaya çalışıldı.

Ay ay yıl yıl devam ediyor. Boş ay, boş yıl yok…

Eylül 2017’de Aysel Tuğluk’un vefat eden annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine saldırıldı. Cenaze defnedildiği mezardan çıkartıldı.

Temmuz 2021’de Marmaris binasına pompalı silahla saldırı düzenlendi…

Bütün bu zaman dilimine paralel olarak Cumhurbaşkanı’ndan MHP Başkanı’na, İçişleri Bakanı’ndan valilere kadar uzanan geniş bir isim listesinin yaptığı, “hesap verecekler” açıklamalarını koymak mümkün.

***

Deniz Poyraz’ı HDP İzmir İlçe binasına girerek katleden Onur Gencer hakkındaki iddianame hazırlandı.

Her şey çok hızlı.

Polisin “İsmin ne abicim?” diyerek, şefkatle gözaltına alındığı Gencer, basın açıklamasına katılan öğrenciler bile günlerce gözaltında tutulurken, sadece 22 saatte savcılığa sevk edildi.

Sorgusu boyunca, sürekli ruhsal rahatsızlığı olabileceği konusu gündeme getirildi.

Basit sorunlar dışında bir sorunu olmadığı dosyadan anlaşılıyor ama nedense bunun üzerinde çok durulmak istenildi.

Avukatlar, Gencer’le ilgili 100’ün üzerinde talepte bulundu ve bunların araştırılmasını talep etti.

Bu taleplerin çok azı karşılandı.

Tıpkı Hrant Dink öldürüldüğünde olduğu gibi, diğer cinayetlerde olduğu gibi dosya, “tek kişilik eylem” olarak görülmek isteniyor.

Dava da böyle açıldı.

Suriye’ye sağlık görevlisi olarak götürülen Gencer’in hangi yapılarla iletişimi olduğu sorusunun yanıtı yok.

Silah ruhsatını nasıl alabildiği, çok üzerinde durulan ruhsal rahatsızlıkları varsa, bunların neden o aşamada sorun edilmediği bir muamma.

Silah ruhsatı bahanesiyle emniyeti olaydan bir gün önce araması… O günden önceki günlerde de yine defalarca emniyetin sabit numarasını aramış olması da bir muamma.

Cinayetin hemen ardından Gencer'i arayan "Komando Burhan" isimli askerin ifadesi ise Suriye’de görevli olduğu gerekçesiyle alınabilmiş değil.

***

Mutlaka cinayet olması gerekmiyor.

Ülkede sağdan sola onlarca gazeteci, siyasetçi, aydın sokak ortasında saldırıya uğradı.

Bir bölümü linç edilmeye çalışıldı.

Birkaç kişi dışında, azmettirenler, planlayanlar ortada yok.

Hemen her gün sosyal medyadan tehditlere maruz kalıyor insanlar ve tehdit edenlerin bir tanesi bile açığa çıkartılabilmiş değil.

Böyle bir ortamda endişe edenleri suçlamak, hâlâ slogan atabilmek inanılmaz.

Ancak burası inanması güç ne varsa yaşadığımız bir ülke.

Belki bu yüzden söylenen ne varsa kulak vermek ve dikkat kesilmek zorundayız.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cezaevi, dava ve yasaklar ülkesinde seçim sonrası "kulisleri": Erdoğan AKP'yi, Çukurambar Erdoğan'ı bırakır mı?

AKP'nin hikâyesi çok uzun bir zaman önce gecekondu mahallelerinden Çukurambar'a taşındı

Deprem skandalı: Her şeyden sorumlu Cumhurbaşkanlığı, İsias Otel'de, yıkılan tüm binalarda sorumsuz

Kentler yıkıldı, binlerce insan öldü ancak uçan kuştan bile sorumlu Cumhurbaşkanlığı'nın hizmet kusuru olduğunu iddia etmek bile mümkün değil

Devlet, ağzındaki baklayı çıkardı: "Ölmeniz, tedaviden daha ucuzsa…"

Devlet, ölüm durumunda ödeyeceği tazminat yüksek değilse, ilaç bedelini ödemek yerine ölmemizi tercih ediyor