02 Eylül 2020
26 Mart 1994 günü, ülke tarihine siyah harflerle yazılması gereken bir gelişme yaşandı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve TSK ile birlikte bazı unsurların 'terörü bitirmek adına' sözünün üstüne söz söylenemediği o günlerde havalanan dört savaş uçağı Şırnak'ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin üzerinde bombalarını bıraktı.
Hayatta kalabilenler canhıraş yardım istedi ama sadece silahlı bir helikopter geldi bölgeye. Helikopterden açılan ateşle, yaralılardan bazıları da hayatını kaybetti.
Kalanlar, yardım gelmeyeceğini anlamıştı. Zaten yardım bir yana savcı, adli tıp uzmanı, ambulans bile gelmeyecekti köylere. Tarlalardaki, köy meydanındaki cenazeler bir araya getirildi. Köylüler, namaz bile kılmadan, kazma-kürekle, elleriyle kazdığı mezarlara yakınlarını defnedip, köyden apar topar ayrıldı. Bir daha geri dönemeyeceklerdi.
Ölen 38 kişiden 24'ü çocuktu. Sabah 10.30 sıralarında gerçekleşen bombalamalar sırasında köy meydanında oyun oynuyorlardı birçoğu. 7'si bebekti o çocuklardan. Erkekler erken saatlerde tarlalara gittiklerinden anneleri ve köyün yaşlılarıyla birlikte evlerinde can verdiler.
Medyaya konu birkaç gün sonra yansıdı. "Bomba düştü" başlığıyla yapılan birkaç küçük haberde, operasyon sırasında 12 kişinin öldüğü haberleri yapıldı. Ne savaş uçaklarının sivil köyleri bombaladığı bilgisi vardı haberlerde, ne ölenlerin sivil köylüler olduğu.
Herkes susuyordu.
DEP milletvekilleri, konuyu TBMM gündemine taşıyarak, köy muhtarının verdiği ifadeyi aktardı. Muhtar açık biçimde köyün uçaklar tarafından bombalandığını söylüyordu. Şırnak Başsavcılığı'na da suç duyurusunda bulunmuştu.
Gelen yanıtlar, bir ülkeyi yönetenlerin, köylerin savaş uçaklarıyla bombalanmasını nasıl karşıladığını da gösterecekti.
T24, geçtiğimiz günlerde, Anayasa Mahkemesi'nin, katliamdan tam 26 yıl sonra, savaş uçaklarının köyleri bombaladığını resmen kabul ettiğini, köylülerin yaşam haklarının ihlal edildiğini, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye maruz kaldıklarını karar altına aldığını kamuoyuna duyurdu.
Birçok haber sitesinin kaynak bile göstermeden kullandığı gelişme, kendisini ülkenin "büyük medyası" diye sunan gazete ve televizyonlara yansımadı. Tek bir haber bile yapılmadı. Kendisini "muhalif" olarak kodlayan gazete ve televizyonlar bile habere yer verme gereği duymadı.
Tıpkı Roboski'de 28 Aralık 2011'de savaş uçaklarıyla yapılan bombardıman sonucu 34 kişinin yaşamını yitirmesinden sonra saatler süren derin sessizlik gibi.
Dönemin siyasilerinin konuyla ilgili ibretlik açıklamalarına geçmeden önce, geride kalan 26 yılda, katliamın sorumlularının nasıl itinayla aklandıklarını anımsamakta yarar var.
Yaşananların sadece adli boyutunu görmek yanıltıcı… "Terörü bitiren başbakan" olabilmek adına akıl almaz yollara başvuran dönemin Başbakanı Tansu Çiller, gazeteci Yıldıray Oğur'un da konuyla ilgili yazısında aktardığı biçimde, bölgeden gelen köy muhtarlarının, "Köylerimi asker yaktı, askeri helikopterler operasyona katıldı" sözlerine, "Her gördüğünüz helikopteri bizim helikopter sanmayın. Bu PKK'nın helikopteri de olabilir. Rus, Afgan, Ermeni helikopteri de olabilir. Çünkü bazen sınırı ihlal edip girebiliyorlar" yanıtını verdi.
Elbette, PKK da hükümet de asker de örgütün elinde helikopter olmadığını biliyordu.
Dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe de soru önergelerine şu yanıtı verdi:
"26 Mart 1994 günü Şırnak, Merkez, Koçağılı Köyü kuzeyindeki Stoker Tepe ile Kuşkonar Köyünün kuzeyindeki kayalıklarda 1 000 civarında teröristin toplandığı, Şırnak İl Merkezi ile bölgede bulunan Askerî Birliklere eylem hazırlığı içinde bulundukları duyumunun alınmasını müteakip teröristlerin bulunduğu Stoker Tepe ile Kuşkonar Köyünün kuzeyindeki kayalıklara hava harekâtı düzenlenmiştir. 2. Hava harekâtı sonucunda teröristlerin telsiz konuşmalarından 150 civarında ölülerinin olduğu anlaşılmıştır. Teröristlere verdirilen bu zayiat sonucu; Güvenlik Birimlerine terörist gruplarla ilgili bilgilerin Koçağılı ve Kuşkonar köylüleri tarafından verildiği değerlendirilerek aynı gün teröristler tarafından anılan köylere 82 mm.'lik Havan, Roket ve uzun namlulu silahlarla saldırı düzenlenmiş ve bu saldırı sonucunda Koçağılı Köyünden (13) kişi ölmüş, (13) kişi yaralanmıştır. Kuşkonar Köyünden ise Resmî Makamlara, saldırı hakkında bugüne kadar herhangi bir müracaat olmamıştır. Arz ederim."
Menteşe'ye göre 150 PKK'lı öldürülmüştü ve PKK intikam için uzun namlulu silahlarla köyü taramıştı. Ancak, bombalar, konunun bu şekilde kapatılamayacağı kadar büyüktü. Emniyet yetkilileri de aynı dönemde, köylülere avukatların, "Bombalandık derseniz tazminat kazanırsınız" dediğini iddia eden tutanakları savcılıklara gönderiyordu. Olayın örtbas edilmesi için muazzam bir çaba vardı.
1993'te, "Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var" açıklamasını yapan, bu açıklamalardan sonra o Kürt işadamlarının devlet bağlantılı çeteler tarafından birer birer öldürülmesine karşı sessiz kalan Çiller döneminin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in açıklaması da vahimdi:
"Uçaklardaki kayışların gevşemesi nedeniyle bombalar yanlışlıkla '38 köylünün' üzerine düşmüş!"
Aynı günlerde, olayı kamuoyu gündemine taşımaya çalışan DEP'li milletvekilleri ise sahte telefon kayıtları gerekçe gösterilerek, TBMM'de gözaltına alındı. DEP milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Selim Sadak ve Sedat Yurtdaş 1994'ün Mart ayında tutuklandı.
Savaş uçaklarının sivil köylüleri bombalaması ile ilgili dosya tazminatlar ödenerek kapatıldı. Dosyanın avukatı Tahir Elçi, 2015'te öldürüldü.
Dosya henüz AİHM'de bile karara bağlanmamışken, 2011'de Roboski'de savaş uçakları yine sivilleri vurdu ve 34 kişi yaşamını yitirdi. Bu konudaki başvuruları Anayasa Mahkemesi, usul yönünden reddetti.
Genelkurmay Askeri Savcılığı ise "kaçınılmaz hata" diyerek, takipsizlikle dosyayı kapattı.
Ne 1994'te, ne 2011'de savaş uçaklarının kendi yurttaşlarını bombalaması ile ilgili ilgili olarak tek bir sorumlu yargılanmadı, hâkim önüne çıkartılmadı. "Olur böyle şeyler" hukuku ile sorumlular gizlendi, yaşamlarına "kahraman" olarak devam etmelerine olanak tanındı. Hayatta kalan köylüler ise bitmek bilmeyen bir trajediye mahkûm edildi. Ülke ise zaten sessizliğe uzun yıllar önce mahkûm edilmişti.
Bilgi notunda, CİMER şikayeti üzerine 2020’de dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Mahmut Ak tarafından İşletme Fakültesi Dekanlığı’na yazı gönderildiği, gelen yanıtta, dekanlığın yatay geçişte sorun görmediği yanıtını verdiği belirtiliyor
Otele, Turizm Bakanlığı kaynaklarından 1,4 milyon euroyu bulan krediler bile verildi. Neden denetlenmediğini merak edenler, son olarak 2016’da otelde yapılan büyük tadilattan sonra da denetimin neden kâğıt üzerinde kaldığına kafa yoranlar akrabalık ilişkilerini araştırırlarsa ilginç sonuçlara ulaşabilirler
Mahkeme, Dilan Cudi Saruhan'ın Yargıtay’ın bozduğu cezadan 8 ay daha fazla cezaevinde yatırılmasına rağmen tahliye kararıyla birlikte “yurt dışına çıkış yasağı” kararı verdi. Anayasa Mahkemesi başvurusu bugüne kadar karara bağlanmayan Saruhan’ın eserleri, başvuru gündeme alınmazsa Fransa’da sergilenecek ancak 18 Mart’ta başlayacak sergide kendisi orada olamayacak
© Tüm hakları saklıdır.