Devletimizde işler, devletin görevlisine aşırı güvenerek yürütülür.
İşkence iddiası mı var; “Yok öyle bir şey sayın bakanım.”
Bir kız çocuğunun kayıtlara intihar olarak geçen dosyası için babası dedektif gibi araştırma yaparak “cinayet” iddiasında mı bulundu; “Katiyen yok öyle bir şey.”
Tren, olmadık bir yerde, tamamen denetimsizlikten dolayı raydan mı çıktı, “Allah’ın takdiri efendim.”
Buralarda şeffaflık değil üzerini örtme, hesap verme değil hesap sorulmaması esastır. Ve devletin “günah” bir yana hata yapan görevlisi bile yoktur, elleri hep sıcak tutulur.
Bu yüzden Giresun Eynesil’e, ölümü kayıtlara intihar olarak geçen Rabia Naz’la ilgili ifadesini ne hikmetse aniden değiştiren tanığı ve olan biteni araştırmak için giden gazeteciler Canan Coşkun ve Kazım Kızıl gözaltına alınır, yetmez baba Şaban Vatan da yanlarına eklenir.
Bu yüzden, oğlu Oğuz Arda Sel ile Çorlu’daki tren kazasında ölen 24 kişinin hesabını sormak için Anayasa Mahkemesi önünde açıklama yapmak isteyen anne Mısra Öz Sel ile ölenlerin yakınları biber gazına boğulur.
Bu yüzden başvurularına rağmen sarı basın kartı verilmeyen gazeteciler tutuklanır, arkalarından, “Basın kartları yok, gazeteci değiller” denilerek açıklama yapılır.
Bir telefon, üç beş cümle yeter zaten o telefonu daha açmadan ikna olmaya hazır olanları ikna etmeye.
* * *
Rabia Naz’ın ölümü şüpheli… Şüpheli zira aylardır görüşme kayıtları açıklanmıyor. Babasının ortaya koyduğu, küçük bir kızın intihar ettiği söylenen yerden, bulunduğu söylenen yere düşemeyeceği tezi çürütülemiyor. Olaydan hemen sonraki, nedense bir bölümü sonradan değişen tanık ifadelerinin neden dikkate alınmadığı araştırılamıyor. Şüpheyi yaratanlar hala görevlerinin başında.
Ankara’da intihar ettiği söylenen Nadira Kadirova’nın ölümü şüpheli... Zira olaydan sonra Kadirova’nın elinde barut izi bulunamadığını bildirdi avukatı. Olayla ilgili ilk incelemeyi cinayet bürosu yerine uzmanlığı olmayan polisler yaptı. Kardeşinin iddiaları üzerine kapsamlı bir araştırma yapılmadı. Şüpheyi yaratanlar yine görev başında.
Çorlu’daki tren kazasının nasıl bir ihmalle meydana geldiğini anlamak için fotoğraflara bakmak yeterli. Altı boşalmış raylar ve devrilen bir tren. Ancak bu kadar açık bir ihmale rağmen aylar geçiyor, ceza alan olmuyor.
Tahir Elçi’nin öldürülmesinin üzerinden 4 yıl geçti ama soruşturması milim ilerlemedi. Avukatların İngiltere’de uzman kuruluşa yaptırdığı incelemeden sonra hazırlanan rapor, Elçi’nin açık biçimde polis kurşunuyla yaşamını yitirdiğini gösteriyor. İçişleri Bakanlığı’nın hazırladığı rapor ise ortada yok. 4 yıldır, sokak ortasında, gündüz vakti öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı’nın katili bulunamıyor.
90’larda işlenen cinayetlerin dosyaları birer birer kapatıldı. Dava dosyalarında insanların işkence ile öldürülüp kuyulara atıldıklarına yönelik açık, devlete ait raporlar var. Bu insanlara kimin, ne yaptığını olayların yaşandığı kenttekiler, ilçedekiler, köydekiler biliyor ama bir teki ceza almadı. Ya zamanaşımı ya da beraatle dosyalar kapandı.
Emniyette işkence gördüğünü belirterek intihar eden Onur Yaser Can’ın adalet peşinde koşan anne ve babası yaşamını yitirdi ama zaten hiçbir beklentiyi karşılamayan davası yıllardır bitmedi.
12 Eylül’de öldürülenlerin dosyaları zamanaşımıyla kapatıldı. İnsanlara, alay eder gibi, tam 30 yıl boyunca anayasada yer alan “12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını engelleyen maddenin” aslında engel oluşturmadığı, kendi ihmallerinin bulunduğu söylendi.
Uğur Kaymaz’ın, Ceylan Önkol’un, Roboski’nin dosyaları kapatıldı.
Herhangi bir başlık seçin, bir dönem ya da bir isim... Benzer bir yargı pratiğini, benzer bir üzerini kapatmayı, benzer bir yok saymayı hemen göreceksiniz.
İşler böyle yürür bu ülkede, önce bunu bileceksiniz.
* * *
En güzeli herkesin bildiği sırlarla ilgili konuşmayı yasaklamak zira…
İnsanlar yaşamına mı son verdi, yoksulluğu konuşmayı suç saymaya yönelik adım atılır.
İnsanlar aç olduklarını, geçinemediklerini söylediklerinde, ilgili bakanlıktan “krizden söz etmenin terörizmle eşdeğer olduğu” açıklaması yapılır.
Gazeteciler cinayet iddiasını araştırmaya gittiğinde savcılıktan, “tanığı tehdit” gibi saçma bir iddiayla gözaltı talimatı verilir.
Bir çocuğun ölümünü, işkenceyi, baskıyı, zulmü konuşmak, yazmak istediğinizde üzerinize hemen “terörist” gömleği giydirilir.
Yıllardır çocuklarını ellerinde pankartlarla arayan Cumartesi Anneleri’ne bile terörist denilir, ses çıkarmamaları için önlerine barikatlar dikilir.
HDP’li belediyelere, seçimden birkaç ay sonra kayyım atanır, yıllardır bu topraklarda yaşayan, bütün eylemleri açık seçilmişler birer birer gözaltına alınır. IŞİD’in 10 Ekim katliamında kızını kaybeden Hatice Çevik gibi isimlerin gözaltına alınması bile bir soru işareti yaratmaz bir müddet sonra.
“Barış” kelimesini ağzına alan zaten teröristtir.
* * *
Bir toplum suskunluğa, sessizliğe, itiraz etmemeye, verili olanı kabul etmeye böyle alıştırılır, böyle zorlanır. Bir düzen böyle kabul ettirilir.
Bütün bunlar yasayla, yargı eliyle, polis eliyle yapılamıyorsa bu kez “linç” devreye girer. Meslektaşlarına “etki ajanı” diyenler, komplo teorisyenleri, suç icat edenler…
Büyük büyük sözler; ülkemizi karıştırma niyetleri, huzurumuzu bozmak isteyenler, bu vatanı bölmek isteyenler, sloganlar, bayrağın arkasına itilmiş günahlar…
Umut, varlığına inanılması güç, çoğu zaman hayal kırıklığı yaratan bir kelime. Belki insanı öfkelendiren bir yanı da var.
Ama inat etmediğinde umudun da olmuyor.
Ve inat… En umutsuz olduğunda bile adaleti aramak için, itiraz etmek için, hakkını aramak için, yoksulluk ve yoksunluk için, bu sessizlik için göstermen gereken, insanı yeni baştan kuran, tazeleyen inat duruyor yerli yerinde.