Rakel Dink, eşi Hrant Dink'in öldürülmesinin 14. yılı nedeniyle yaptığı konuşmada, neredeyse Cumhuriyet tarihindeki bütün suikastlerle ilgili işletilen formülün içinin nasıl da bomboş olduğunu teşhir ediyor:
"Hrant'ı FETÖ öldürdü demek, 'Ben yapmadım elim yaptı' demektir. 'Ergenekon öldürdü' demek 'Ben yapmadım ayağım yaptı' demektir. Katil olmadığını kanıtlamak için aptal olduğunu kanıtlamaya çalışan bir devlet var."
Yeni bir yıla başlanırken, çok da umutlu olmamamız için belki, katiller hemen iş başı yapıyor Türkiye'de.
Metin Göktepe, Hrant Dink, Uğur Mumcu, hemen sonra Abdi İpekçi cinayetleri…
* * *
24 Ocak'ta, Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin üzerinden tam 28 yıl geçmiş olacak. 24 Ocak 1993'te, Ankara'nın o karlı ve soğuk gününde henüz çocuk olup patlamanın sesiyle sarsılanlar bugün orta yaşlarına merdiven dayadı. Suikastin işlendiği gün, sonradan Mumcu'nun isminin verildiği Karlı Sokak'ta "devlet büyüklerinin geleceği" gerekçe gösterilerek çalı süpürgesiyle delillerin süpürülmesi, 28 yıllık süreçte yaşanacakların habercisi gibiydi.
90'lı yıllar kendisini cinayetlerle gösteriyordu. Enseden sıkılan kurşunlar, bombalı paketler, araçlara konulan bombalar. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Musa Anter ve daha birçok isim.
2000 yılında başlatılan Umut Operasyonu'nda tam 18 benzer olay birleştirildi ve bu eylemlerin tamamının "Selam/Tevhid-Kudüs Ordusu" adlı örgüt tarafından gerçekleştirildiği iddia edildi. İddiaya göre, 1988-1999 arasında gerçekleştirilen 18 ayrı saldırıyı bu örgüt yapmıştı. Çetin Emeç, Turan Dursun suikastlerinin de aralarında olduğu 5 ayrı eylem ise "İslami Hareket Örgütü" tarafından gerçekleştirilmişti. Yargıya göre, her iki örgüt, İran'da Kudüs Ordusu ve İran gizli servisi Sawama ile bağlantıya geçip siyasi ve askeri eğitim almışlar, silah ve patlayıcı madde temin etmek gibi faaliyetlerde bulunduktan sonra saldırıları yapmışlardı.
28 Şubat sürecinin ruhuna uygun bir aydınlanma!
Uğur Mumcu ve ailesi, o zamanki ismiyle Köroğlu Caddesi'nin paralelinde, Çankaya'nın tam ortasında, sakin ve sessizliğiyle bilinen Karlı Sokak'ta oturuyordu. Mumcu, uzun zamandır tehditler alıyordu ve yakın dostlarına kendisine yönelik bir eylem olabileceği kuşkusunu dile getiriyordu. Zaten Mumcu ya da tanınmış bir başka gazeteciye yönelik saldırı ihtimali kimseyi şaşırtmıyordu. Devlet de farkındaydı, ama nedense Mumcu'ya koruma verilmiyordu. Mumcu, her sabah arabasını aynı tedirginlikte çalıştırıyor, telefonları bu şekilde açıyor, bir yere gittiğinde etrafı kolaçan etmek zorunda kalıyordu.
* * *
24 Ocak 1993 Pazar günü sabahı, Çankaya'nın hemen her yerinden duyulan patlama sesiyle irkildi Ankara.
Uğur Mumcu artık yaşamıyordu.
Dönemin Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) görevli askeri savcılarından Ülkü Coşkun, soruşturmada görevlendirilen isimdi. Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral'la birlikte soruşturma için Mumcu'nun evine giden Coşkun'un, "Üzerime gelmeyin, bu işi devlet yapmıştır" şeklindeki sonradan reddettiği sözleri tarihe geçti. Tıpkı dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'ın, aileyi ziyaretinde paylaştığı, daha sonra söylediğini reddettiği "Bir tuğla çekersek duvar yıkılır" sözleri gibi.
* * *
Soruşturma ilerlemiyor, Uğur Mumcu'nun evini arayanların listesi bile PTT'den istenmiyordu. Ekspertiz raporları televizyon programlarında açıklanıyor, savcılık buna karşı bile işlem yapmıyordu.
Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu, Savcı Ülkü Coşkun'un soruşturmayı savsakladığı gerekçesiyle Adalet Bakanlığı'na başvurdu. Müfettişler, soruşturmadaki ihmalleri ortaya çıkardı. Ancak Coşkun, asker olduğundan Milli Savunma Bakanlığı'nın işlem yapması gerekiyordu. O işlem hiç yapılmadı.
* * *
TBMM'de 1997'de çalışmalarını tamamlayan Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu'nun raporu, katilleri işaret etmese de cinayetin adım adım nasıl geldiğini göstermesi açısından önemliydi.
Komisyon, Mumcu'nun tehditlere rağmen korunmadığını, savcıların görevi ihmal niteliğinde eylemlerinin olduğunu açığa çıkarttı. İhmali görülen kimseye hiçbir şey olmadı.
* * *
Komisyonun çalışmaları çarpıcı bir bilgiyi de açığa çıkartmıştı. Mumcu, C4 tipi patlayıcı ile öldürülmüştü. Emniyete, elinde C4 olup olmadığı sorulduğunda, daha önce ele geçirilen 68 kiloluk malzemenin 43 kilosunun imha edildiği belirtilmişti. Geri kalan 25 kilo ile ilgili bir bilgi yoktu. Sonradan bu konuda bir tutanak düzenlenmişse de bu tutanakta 25 kilo değil, 250 gram patlayıcının imha edildiği görülüyordu. Geriye kalanların ne olduğu ise hâlâ meçhul.
* * *
1998'in sonlarında ise Abdullah Argun Çetin adlı, karanlık bağlantıları olan bir kişi medyayı gezerek, Mumcu cinayetiyle ilgili bilgileri olduğunu anlatmaya başladı. Kısa sürede tutuklandı. Çetin'in vereceği bilgilerle cinayetin aydınlanabileceği düşünüldü, ancak bilgileri çelişkiliydi. 23 aylık tutukluluktan sonra Çetin serbest bırakıldı ve umutlar yine boşa çıktı.
Mumcu cinayetini aydınlattığı iddia edilen Umut (Uğur Mumcu Uzun Takip) Operasyonu ise Ocak 2000'de Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu'nun Beykoz'daki villasına yapılan baskında bulunan hard disklerin incelenmesinden sonra başlatıldı. Buradaki bilgilerden İstanbul'da "Tevhid - Selam / Kudüs Ordusu" adlı örgütün İran bağlantısıyla eylemleri yaptığı şüphesi doğdu.
Büyük bir operasyonla iki kişi yakalandı. Bu iki kişiye, Mumcu cinayeti başta olmak üzere Ankara'da işlenen benzer suçlarla ilgili tatbikat yaptırıldı. Her ikisi de cinayetleri kabul ediyor, ayrıntılarla basının önünde bilgi veriyordu. Yusuf Karakuş ve Abdülhamit Çelik'in asıl şüpheliler olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Her ikisi de işkence altında ifade verdiklerini söyledi. Birkaç gün içinde Karakuş ve Çelik'in bağlı olduğu aynı örgütün üst düzey isimlerine yönelik operasyon yapılması, işkence iddialarını güçlendirdi.
* * *
Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, konuyla yakından ilgileniyordu. Yapılan soruşturma temmuz ayında tamamlandı. 11 Temmuz 2000'de Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok cinayetlerini de içeren) 18 olayın konu edildiği "Umut Davası"nda 15'i tutuklu, 17 sanığın yargılanmasına başlandı. İddianamede, Mumcu'nun aracına konan bombanın Ferhan Özmen tarafından yapıldığı ve araca Necdet Yüksel'in gözcülüğünde Oğuz Demir tarafından yerleştirildiği ifade edildi.
* * *
Yargılama süreci, çok daha uzun, ayrı bir yazıyla anlatılabilecek kadar detaylı…
Gelinen noktada, bu örgütün lideri olduğu, eylemleri yaptığı iddia edilen isimler ceza aldı.
Örgüt üyesi olduğu iddia edilen isimlerden bazıları ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi, hak ihlali kararı verdi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın yenilenmesi için bu nedenle başvuru yapıldı. Savcı, son duruşmada, bu isteme karşı çıktı ve eski cezaların tekrarlanmasını istedi.
Dosyası ayrılan ve İran'a kaçtığı belirtilen üç isim, tutuklanmama garantisi verildikten sonra geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye döndü ve beraatlerine karar verildi.
Kırmızı bültenle aranan, yıllardır en ufak iz bulunamayan, Mumcu'nun aracına bombayı koyan isim olduğu belirtilen Oğuz Demir hâlâ kayıp. Dosyası ayrıldı, öylesine duruşmalar yapılmaya devam ediliyor.
Son duruşmaya ilişkin Mumcu ailesine tebligat gönderilmesi, "acaba iz mi bulundu?" kuşkusuna bile yol açtı ancak kısa sürede öyle olmadığı da anlaşıldı.
* * *
Bunca yıldır devam eden yargılamalar sonunda, kimsede adaletin sağlandığına yönelik bir inanç yok. Tıpkı Hrant Dink davası gibi, diğer bütün faili belli ya da meçhul cinayet davaları gibi…
Mumcu'nun kızı Özge Mumcu, yargılama sürecinin neden aileyi ve adalet arayanları tatmin etmediğini şöyle anlatıyor sohbetimizde:
"Bize şunu söylemiş oldular aslında; 'Bu örgüt, 10 yıl boyunca elini kolunu sallayarak 18 suikast gerçekleştirdi. Türkiye'nin en kanlı eylemlerini yaptı ve kimse izlerini bulamadı. Sonra bir hard diskten hepsi birden çıktı.' Elbette buna inanmak kolay değil. Bize şunu da söylemiş oldular; 'Uğur Mumcu ve öldürülen diğer isimler, ideolojik nedenlerle, İslam'i kaygıları olan kişiler tarafından öldürüldü.' Akla ilk gelen senaryo elbette bu. Benim katıldığım televizyon programında, Umut Operasyonu yapılırken İçişleri Bakanı olan Sadettin Tantan, 'Uyuyan örgütler vardır, bunlar kullanılır' demişti. Ben de 'Kullanan kim o zaman?' diye sormuştum. Yanıtı Tapınak Şövalyeleri, karanlık güçler gibi bir şeydi. Hayır, bunlar başıbozuk grupların eylemleri değil. Emir komuta zinciri içerisinde, bir gerekçe ile yapılan eylemler. Bu emir komuta zinciri açığa çıkartılmadıkça, o tatmin duygusu olmayacak, adalet sağlanmayacak."
* * *
Ne Dink ailesi, ne Mumcu ailesi vazgeçiyor adalet mücadelesinden. 90'larda Hizbullah'ın öldürdüğü isimlerin aileleri, JİTEM'in öldürdüğü isimlerin aileleri de vazgeçmiyor. Bazen terörist olmakla suçlanıyorlar, bazen kışkırtıcılık yapmakla. Ama hiçbiri vazgeçmiyor mücadelesinden. Özge Mumcu, neden vazgeçmediklerini şöyle anlatıyor:
"Oğuz Demir'le ilgili duruşma tebligatını gördüğümde, içimdeki gizli umut harekete geçti. Bir an yakalanmış olabileceğini bile düşündüm. Oradan başka kapıların açılabileceğini… Elbette öyle olmadı. Ancak biz vazgeçmeyeceğiz. Pandemi nedeniyle sosyal medyadan bir mesaj paylaşarak, ilk defa bu yıl evin önünde kalabalık bir anma yapılmayacağını ilettim ve herkesten karanlığa karşı bir mum yakmalarını istedim. Çok kısa sürede onlarca mesaj geldi. Her yıl yüzlerce, binlerce mesaj geliyor. Bu insanlar da hâlâ adalet için mücadele ediyor. Adalet talep ediyor. 28 yıl önceki bir cinayetten söz ediyoruz. Dünmüş gibi yaşıyor insanlar bunu. Bu devletin topluma bir borcu var. Adalet borcu var. Biz bu nedenle umutlu olmak zorundayız. Biz o umudu beslemeliyiz, besliyoruz."
* * *
Özge Mumcu, sayfasından paylaştığı mesajda, "Uğur Mumcu ve aramızdan ayrılan tüm aydınlar için karanlığa bir mum da sen yak" diyor. 24 Ocak'ta, tam 20.00'de…
Öylesine radikal bir reform dönemi yaşanıyor ki basın açıklaması, slogan, rektör protestosu, espri, hepsi terörizm sayılabiliyor. Mum yakmak bile birileri tarafından Tapınak Şövalyeleri'ne, İlluminati'ye bağlanabilir böyle zamanlarda…
Ne de olsa devlet işkenceyle öldürülen ve yol kenarına atılan yurttaşını bile terörist ilan edip, failleri aramak yerine adalet isteyenlere "terörist" diyebiliyor.
Ama Cansever'in dediği, Mumcu'nun işaret ettiği gibi…
"Umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır…"
Bir mum da yetiyor bazen karanlığı aydınlatmaya…