28 Temmuz 2019

Mehmet Fatih Traş ve 8’e 8

Ayıp olan Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar değil. Ayıp olan insan haklarını korumakla görevli mahkemenin bu karar için 3,5 yıl beklemesi

Taybet İnan’ın cenazesi tam 7 gün Silopi’nin dar bir sokağında yerde kaldı.

O cehennem sıcağının ortasında yatarken anneleri; evlatları, bir yandan ağladılar, bir yandan kuşun, böceğin üzerinde gezinmesini izlediler.

Cenazeyi almak isteyen kocası yaralandı, kocasının kardeşi vurularak kan kaybından öldü.

Bir daha anımsamakta, unutmamakta fayda var:

Hendek kazmamış, eline silah almamış, kimseyle derdi olmayan, komşusundan dönerken vurulan bir kadının cenazesi tam 7 gün sokak ortasından alınamadı.

 11 yaşındaki Cemile Çağırga’nın cenazesi ise tam bir hafta evdeki derin dondurucuda bekletildi.

Annesi, evinin önünde otururken vurulan kızının cenazesi kokmasın diye önce üzerine buz koymuştu, çare olmayınca derin dondurucuya koydu yavrusunu.

Tam yedi gün.

Yalanlanmamış ama buna rağmen soruşturulmamış, üzeri kapatılmış örnekleri çoğaltmak mümkün.

Balkonda oynarken son nefesini veren çocuktan, evinde örgü örerken başına havan mermisi isabet eden anneye kadar…

Olur böyle şeyler değil mi, üzerinde durulmasına ne gerek var.

Tahir Elçi öldürüldü misal, katili itinayla “saklanıyor” hala.

Olağan! Geride bu tip soruşturmalarla ilgili büyük bir deneyim var.

                                                                  * * * 

Anayasa Mahkemesi, hendek operasyonları sürerken kamuoyuna açıklanan, başlangıçta 1128 akademisyenin imza attığı, ikinci imzalarla imzacı sayısı 2 bini aşan “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı barış bildirisiyle ilgili açılan ceza davaları ve verilen cezaları “hak ihlali” saydığından bu yana koca koca insanlar bağırıyor durmadan:

“Devlete karşı PKK’yı destekleyen hocalara özgürlük verildi… Devlete ‘katliamcı’ diyenler aklandı. Hendek yandaşları korundu…”

Açıklamaya gerek bile yok ama bildiride hendekleri destekleyen tek bir ifade yok.

PKK yanlısı bir ifade de yok.

“Başkası da böyle düşünüyor” önermesinden yola çıkarak bir sonuca varıp, bu sonucun da doğru olduğunu düşünmenin ise adaletle ve hukukla bir ilgisi yok.

Bildiriye imza atanların tamamı, kent merkezlerinde ağır silahlarla operasyon yapılmasının vahim sonuçları olabileceğini düşünüyordu.

7 Haziran seçiminden sonra bitirilen çözüm sürecine dönülmesi taraftarıydı.

Taybet İnan’ın, Cemile Çağırga’nın ölümü, endişeleri haklı çıkarmaya yeterli.

Karşılığında, bir sürü tez öne sürülebilir, bildiri bütünüyle görmezden gelinebilir, farklı bir sürü yol izlenebilirdi.

Hiçbiri yapılmadı. Akademisyenler kriminalize edildi, PKK’lı Bese Hozat’tan talimat aldıkları saçmalığı ortaya atıldı, Bese Hozat’ın ilgisini kurmaya çalışan akademisyenlere “bölücü, terörist” yaftası yapıştırıldı.

 “Vatanperver akademisyenler” durur mu?

İfade özgürlüğünü savunacaklarına, kendilerine makam ve mevki sağlamanın yolunu açacak ezberlenmiş düşüncelerle örülü karşı bildiriler hazırlayarak odun attılar yangına.

İmzaladıkları onlarca, yüzlerce bildiriyle ilgili bırakın böylesine bir tepkiyi, küçük bir yanıt bile alamamış, bildirilerin gereksizliğini aralarında tartışan akademisyenler şaşkındı.

Operasyonlara batıdan yükselebilecek tepkiyi dindirmenin, bir mutabakat ortamı yaratmanın en güzel yolunun “bildiriyi kriminalize etmek” olduğunu düşünenleri hemen ettiler ama vazgeçmediler.

                                                                  * * *

O sakıza dönüştürülen, “devlete katliamcı denildi” sözleri, en heyecan vericisi o.

Devletlere, devlete bu tip suçlamalar yapılabilmesinin tam da “ifade özgürlüğü” kapsamında olduğu gerçeği bir yana, bunu diline dolayanların tepkileri asıl eğlenceli kısmı.

Asistanların üzerinden akademik teşvikler alan, anlaşmalı yabancı dergiler kurup, sözüm ona yabancı yayın yapan, parayla kitap bastırıp yayın gibi gösteren makbul akademisyenler iyi bilir bu yolları…

Misal, daha iki gün önce, bölüm dışından gelen oğlunu birinci sıradan yüksek lisansa sokabilen isminin bir önemi bulunmayan “hoca”nın tepkisi:

“Şu anda bölücü örgütlerin, fetöcülerin sosyal medyadan saldırısı altındayım… Tüm Marksist, Leninist ve Maocu ekiplerin, dinci geçinen grupların hedefindeyim… Ben İstiklal Marşı’nın dizeleriyim… Topunuzu değişiriz bir sokak kaltağına… Tükrüğümüze değmezler…”

Makul, memlekete, uygarlığa, bilim tarihine katkıda bulunan bir savunma!

Böyle bir dil kullanmak varken, dikkati çekmek, tepki almak, tartışılmasını sağlamak için “şoke edici bir dil” kullanan barış akademisyenlerinde elbette hata…

                                                                  * * *

Barış akademisyenlerinin üçte ikisi ihraç edildi, hemen hepsi hakkında ceza davası açıldı, bir bölümü cezaevinde yattı, bir akademisyen hala cezaevinde.

Yaşamını bilime, akademiye adamış insanlar teröristlikte suçlandı ve bir gecede bütün haklarını yitirdi. Kimi köyünde sebze yetiştirdi, kimi sokakta kaldı, kimi dayanışmayla yaşamını sürdürdü, kimi yeni bir meslek edindi.

Ayakta kaldılar.

Çocukları okulda suçlandı, eşleri işyerinde.

Akrabaları yüzlerini çevirdi, yıllarca birlikte dirsek çürüttükleri arkadaşları kapılarını kapattı.

“Medeni ölü” olmaları için bütün bir toplum bir araya geldi, bir grup insanı taşladı.

İktidara yaranmak için hocalarını satan, kirli pazarlıklar yapan rektörler, dekanlar, bölüm başkanları… Sadece sevmediği için ihraç listelerine hocaların isimlerini zevkle yazanlar. Dünyanın her yanında bir konuya destek vermek için atılan “ikinci imzayı” bile kriminalize edip, o hocaların isimlerini de listeye ekleyenler bekliyor şimdi.

Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen, hocaların iade edilmemesini, haksız bulunmasını istiyor.

Öyle kolay değil.

Anayasa Mahkemesi bu kararı vermese, AİHM, Türkiye’yi zaten mahkum edecekti.

3,5 yıldır bu çileyi yaşayanların çektikleri yetmemiş olacak ki, gizli köşelerde, AYM’nin niye kararı daha geç vermediğini fısıldaşıyorlar bu yüzden.

“AİHM beklense daha iyi olacaktı” diyor “-miş gibi” gözükenler.

Ve Mehmet Fatih Traş ismi de bir anlam ifade etmiyor hala onlar için.

Ölen yaralanan, anneler, çocuklar, polisler askerler, hamaset sözleri kurmak dışında bir anlam ifade etmiyor.

                                                                  * * *

İntihar eden akademisyen Mehmet Fatih Traş da bunu biliyordu elbette… Yaşamını sonlandırmaya karar verdiğinde, muhtemel ki ölümünün bir şeyi değiştirmeyeceğini, akıllarda, vicdanlarda bir iz bırakmayacağını biliyordu.

Muhtemel ki eninde sonunda zaten ölecek olmamız seçimini etkilememişti.

Uğradığı haksızlığı anlamıyordu.

Tam o noktada, yani sadece bir bildiriye imza attığı için dışlandığı, çok yakın bildiği insanların sırtlarını döndükleri, bir dilim ekmek için yalvarması gerektiğinin ima edildiği, kimseye kötülüğü dokunmamışken bütün kötülüklerin sorumlusu sayıldığı, kapıların bir bir yüzüne kapandığı o noktada, büyük sözlerin bir anlamı kalmamıştı.

Muhtemel ki böyle öleceğini, bu şekilde biteceğini hiç düşünmemişti.

İnsanın öleceğini bilen tek canlı olduğu ve bu yüzden ölümsüzlük peşinde koştuğu önermeleri, ölmeyecek gibi yaşayanların kötülükleri önemli değildi.

Çukurova Üniversitesi’ndeki işine, sorgusuz sualsiz, gerekçesiz son verilmiş, diğer üniversitelere yaptığı bütün başvurular son dakika müdahaleleriyle geri çevrilmişti.

Hala dersleri yarım kalan öğrencileri için kederleniyordu.

Yaşamına son verdi.

                                                                  * * *

Ayıp olan Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar değil.

Ayıp olan insan haklarını korumakla görevli mahkemenin bu karar için 3,5 yıl beklemesi.

İfade özgürlüğünün tam odağında yer alan konuyla ilgili “ihlal” kararının oylamasının 8’e karşı 8 üyenin oyuyla sonuçlanması, ihlal karanının AYM Başkanı’nın oyuyla çıkabilmesi.

Ayıp olan Traş’ın hesabının hala sorulamaması.

Ayıp olan, tüm bunları yapanların çözüm sürecinin bitirilmesine gerekçe gösterilen Ceylanpınar’da, iki polisin evinde öldürülmesiyle ilgili davada olup bitene bir kez olsun bakmaması.

Ayıp olan, Ceylanpınar’da yaşananların, bombalı saldırıların, 10 Ekim’in, Suruç’un aydınlatılamaması.

Ayıp olan, bazı ilçelerde hendek operasyonları yapılırken, bazılarında yapılmadan sorunların nasıl çözüldüğünün bir kez olsun dönüp sorulmaması.

Bildirideki kimilerine çok rahatsız edici gelen üç beş kelimeyi alıp, yüzlerce insanın yaşamını çalmak kolay…

Traş’ın ve yaşamı çalınanların, neden tüm bunları yaşamak zorunda kaldıklarını açıklamak zor olan.

Yazarın Diğer Yazıları

Umut hakkı, “Ankara’da villa” iddiaları ve Suriye’ye uzanan yol

İmralı’dan PKK’nın tasfiye edilmesi ve Suriye’nin kuzeyinde yapılacak hamlelerin Türkiye’ye yansımasının önlenmesi bekleniyor. Ankara ayrıca İsrail-PYD komşuluğunu istemiyor, bu temasın büyük sorunlara yol açacağını düşünüyor; PYD’yi sınırdan uzaklaştıracak bir askeri operasyon hazırlığını yapmış olduğu da biliniyor

13 yaşındaki çocuğun ölümünün hesabını kim verecek?

Cihat’ın, cenazesinin bulunduğu tarihte, cesetlerin enkazdan çıkartıldığı gün, güvenlik güçlerine karşı silahlı eylemde bulunması sonucu, ateşli silah yaralanması ile öldüğü tespiti yer aldı kararda. Ceset çürümüş, enkazdan çıkartılmış ama nasılsa aynı gün 13 yaşındaki çocuk silahla çatışmaya girmiş!

Depremler için “sus” emri yargıdan: “İnsanlara yardım gitmedi” diyene hapis cezası

Devletin dava açmaya doyamadığı, cezaevi operasyonunda kepçeyle kolunu kopartması yetmiyormuş gibi yıllarca mahkeme mahkeme süründürdüğü, bütün engellere rağmen okuyup memur olan ve nedensiz biçimde OHAL döneminde memuriyetten de ihraç edilen Veli Saçılık’ın artık felaketlere tepki göstermesi de yasaklandı!

"
"