03 Nisan 2021

Kutsal "terör" sözcükleri ve Cumhurbaşkanlığı'nın unuttuğu itiraz

Memleketi kurtarma adına bu kadar büyük laflar ediliyor ancak Danıştay'daki davaya dilekçe gönderilmesi unutuluyor

AKP, 2002'den bu yana iktidarda. O tarihte gazeteciliğe başlayanlar, bugün neredeyse meslekte 20 yıllık kıdeme sahip.

AKP iktidarları döneminde gazetecilik yaptılar ve bu süre boyunca "sarı basın kartı" taşıdılar.

Başkanlık sistemine geçilip, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'na bağlanana, yeni Basın Kartı Yönetmeliği çıkana kadar da bu sistem devam etti.

212 sayılı Basın Kanunu'na tabi olan her gazeteci, gerekli süreyi doldurduğunda basın kartı alabildi. Kanundaki sınırlamalara aykırı bir durum yaşandığında ise kartı geri alındı. Basın kartını meslek örgütlerinin vermesi gerektiği yönündeki haklı tartışma ve internet medyasının da Basın Kanunu'na tabi olması gerektiği dışında bu sisteme itiraz eden de olmadı.

* * *

Ancak yeni Basın Kartı Yönetmeliği'nin yürürlüğe girmesinin ardından, yeni uygulamalar gelişti. Basın Kartı Komisyonu'ndaki çeşitlilik bitti. Dahası, bazı gazetecilerin başvuruları komisyonun önüne bile getirilmeden bekletildi.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, reddettiği başvuruların yargılama konusu olabileceğini bildiğinden, bu durumdaki başvurular için sisteme, "incelemede" notunu düşüp, yıllardır bekletiyor. Bulunan bu yöntem nedeniyle, yıllardır basın kartı taşıyan, bu ülkede gazetecilik yapan insanlar basın kartı alamadığı gibi, nedenini de öğrenemedi.

* * *

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun, Basın Kartı Yönetmeliği'nin bazı maddelerinin yürütmesini durdurduğu haberi dün davayı açan Çağdaş Gazeteciler Derneği aracılığıyla kamuoyuna duyuruldu.

Danıştay, özetle şunları söylüyordu kararında:

  • Yönetmelikle, İletişim Başkanlığı'na, istediği kamu görevlisine basın kartı verme hakkı tanınıyor. Bu mevzuata uygun değil.
  • Gazetecilerin "basın meslek onurunu zedeleyecek işler yaptığı ", "milli güvenlik ya da kamu düzenine aykırı davranışlarda bulunduğu ve bunları alışkanlık edindiği" gerekçelerle başvuruları beklemede tutuluyor ve komisyona bildirilmiyor. Bu düzenlemeler soyut ve keyfi, savunma hakkı vermeden, sadece bu gerekçelerle başvurular rafa kaldırılamaz.

Hepsi haklı, meşru, anlaşılır gerekçeler. Danıştay, özetle "keyfiliği ortadan kaldır, somut, savunma hakkına da imkân tanıyan, öngörülebilir ve belirgin kurallar" getir diyor.

* * *

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, dün bu kararla ilgili olarak, sosyal medya hesabından şu mesajları paylaştı:

"Bir an düşünün. Herhangi bir Batı ülkesinde mütemadiyen DEAŞ propagandası yapan bir kişiye 'basın kartı' verilir mi? 'Ama ben gazeteciyim' diye yırtınsa sonuç alabilir mi? HAYIR! Ama bize gelince, devletin PKK veya FETÖ propagandası yapanları 'gazeteci' olarak tanıması isteniyor! Buna itiraz ediyoruz. Bu kirli zihniyeti reddediyoruz. Terör örgütlerinin, onların hami ve işbirlikçilerinin oluşturmaya çalıştığı şiddet ortamına teslim olmuyoruz. Demokrasinin de ifade ve basın özgürlüğünün de birinci düşmanı terör örgütleridir. Haklı mücadelemiz sürecek... Basın Kartı yönetmenliğimizin bazı maddeleri Danıştay tarafından iptal edilmiş. Daha iyisini yapmak için derhal çalışmaya başladık. Görevde olduğumuz müddetçe 'gazetecilik' adı altında 'terörizm propagandası' yapanlarla mücadele edeceğiz. Terör seviciler boşuna sevinmesinler!"

* * *

Açıklamanın hamasi taraflarını bırakıp, sorulara bakmak daha mantıklı.

Evet, terör örgütleri demokrasinin de ifade ve basın özgürlüğünün de düşmanı. Kimsenin örgütlerden ya da farklı oluşumlarla ilgili bir demokrasi beklentisi yok. Düşünce ve ifade özgürlüğü ile ilgili eleştiriler de bu nedenle devlete ve iktidara yöneltiliyor.

"Bir batı ülkesinde mütemadiyen DEAŞ propagandası yapan bir kişiye basın kartı verilir mi?" sorusunun yanıtı da basit. Verilmez. Batı ülkelerinin demokrasi ve iki yüzlülük konusundaki sicilleri bir yana, madem örnek veriliyor, oralarda basın kartını kim, hangi kriterlerle veriyor sorularına da yanıt aranabilir. Ya da birinin DEAŞ propagandası yaptığına, kimin, nasıl karar verdiği sorusuna…

Hayır, meslek örgütleri ve gazeteciler, suç işlediği açık ve adaletli bir yargılama sonunda kesinleşen kişilerin basın kartı almasında da ısrarcı falan değil. Sadece, kimin gazeteci olduğuna Cumhurbaşkanlığı'nın karar veremeyeceğini söylüyor. Türkiye gibi, "terör, terörist" ifadelerinin havada uçuştuğu, gazetecilerin sürekli darp edildiği, soruşturulduğu, tutuklandığı, saldırıya uğradığı bir ortamda bu kavramların yetkili makamlarca keyfi şekilde kullanılmasına itiraz ediyor. Eleştirelliğin ve hak savunuculuğunun terörizmle eşdeğer tutulmasının faydasızlığına karşı çıkıyor.

Herhalde Danıştay'ın terör örgütlerine yol açmak için bu kararı verdiğine inanılmıyordur ama bu kavramları kullanmak kolay.

* * *

Ve Türkiye gibi yargının, iktidarın söylemine ve tercihlerine göre konumlandığı ülkelerde, kimin bu kavramlarla suçlanacağı belli olmuyor maalesef.

İletişim Başkanlığı'nın, terör suçlusu olduğu, FETÖ kaçağı vs. nedeniyle kart vermediği, mesleği de gazetecilik olmayan insanlar vardır elbet.

Ancak maalesef "gazeteci" saymadığı ve başvurusunu ele almadığı onlarca isim gazeteci. Başvuru hakkı bile olmayan, internet medyasında mesleği yapanların gazeteci olduğu gibi. Sudan gerekçelerle tutuklanan, ceza alan, soruşturulan onlarca kişinin gazeteci olduğu gibi.

Altun'un mesajlarında işaret ettiği "şeylerden" hiçbiri değilim ama onlarca gazeteci gibi, basın kartı başvurusu "incelemede" tutulan isimlerden biri de benim. Danıştay'ın kararı ve bu kararla ilgili sosyal medya mesajlarından sonra neden sakıncalı sayıldığımı yeniden anlamaya çalıştım.

Kişisel tarihini anlatmak ve "haber olmak" meslek açısından pek makbul sayılmasa da meseleyi yazarken de aklımdan geçti meslek hayatım.

Suçlanmak yeni değil. "Hayata Dönüş Operasyonu" adı verilen operasyonda aslında mahkûmların üzerine ölümcül derecede gaz bombası atıldığını Adli Tıp raporuna dayanarak haberleştirdiğimde de MİT-Yargıtay-Çakıcı skandalını Tolga Şardan'la birlikte duyurduğumuzda da şimdi FETÖ'cü diye herkesin suçladığı Eski İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek'in gözde olduğu zamanlarda, bütün Türkiye'nin iletişimini izlemek için mahkemeden karar çıkarttığını Kemal Göktaş'la birlikte gündeme getirdiğimizde de DGM ve özel yetkili mahkemelerde davalar açılmıştı. O zaman da birileri, birilerini savunuyordu büyük sözlerle. Uzun yıllardır tanıdığım, tek işi gazetecilik olan diğer gazetecilerle birlikte kaç kere yargılandık, soruşturulduk, işsizleştirilmek istenildik, sayamıyorum.

Oysa mesele Türkiye'nin demokratikleşmesi, fikir ve ifade özgürlüğünün dönemlere göre değil, ilkesel olarak uygulanması.

Bütün mesele, yol, su, elektrik gibi konularda yapılan büyük yatırımlara pek duyarlı davranmamak galiba!

* * *

Gazetecilik kartla yapılan bir meslek değil. Bu meslekte biraz olsun farklı dönemleri yaşamış olanlar bir yana, her gün alanda olan gencecik meslektaşlarımızın ayrımcı uygulamalar nedeniyle aşı hakkı bile yok. Ama bunu konu ettiğinizde de terörist olabilirsiniz.

* * *

Danıştay'ın kararına uyulacak mı uyulmayacak mı göreceğiz. Yeni yönetmeliğin de eskisinin bir benzeri olacağına kuşku yok. Ya da kararın garip biçimde değişme ihtimali olduğunu da elbette biliyoruz.

Ama insan aklı işte bazı şeyleri kolay almıyor.

Basın kartının, bu kadar kutsal bir vatanı kurtarma vazifesi gördüğü düşünülüyor ve bugüne kadar yapılanların bundan dolayı olduğunu bir anlığına düşünelim misal.

Aracılarla dosyasını incelemeden çıkartıp, komisyonun önüne haklı olarak getirmeye çalışanlara yeşil ışık yakılmasından, geçmişte terör suçundan ceza almış isimlere yine yasal bir hak olarak basın kartının verilmesine kadar uzanan çelişkili uygulamaları da bir tarafa bırakalım.

Basın kartıyla, terörle mücadele mademki eşleştiriliyor, Cumhurbaşkanlığı'nın Danıştay'daki davaya özel bir önem vermesi beklenir değil mi?

Hayır öyle yapılmamış.

Karardan öğreniyoruz ki Cumhurbaşkanlığı, Danıştay'daki karar öncesi, göndermesi gereken itiraz dilekçesini süresinde hazırlamayı unutuyor. İtiraz dilekçesi, süre geçtikten sonra iletiliyor. Ve Danıştay, bu nedenle Cumhurbaşkanlığı'nın davaya yönelik itirazlarını kararında değerlendiremiyor.

Memleketi kurtarma adına bu kadar büyük laflar ediliyor ancak Danıştay'daki davaya dilekçe gönderilmesi unutuluyor.

Tam Türkiye özeti.

O çok tartışılan kartın isminin hâlâ "sarı basın kartı" olarak kullanılıp, renginin turkuvaz yapılması gibi. 

Yazarın Diğer Yazıları

Deprem skandalı: Her şeyden sorumlu Cumhurbaşkanlığı, İsias Otel'de, yıkılan tüm binalarda sorumsuz

Kentler yıkıldı, binlerce insan öldü ancak uçan kuştan bile sorumlu Cumhurbaşkanlığı'nın hizmet kusuru olduğunu iddia etmek bile mümkün değil

Devlet, ağzındaki baklayı çıkardı: "Ölmeniz, tedaviden daha ucuzsa…"

Devlet, ölüm durumunda ödeyeceği tazminat yüksek değilse, ilaç bedelini ödemek yerine ölmemizi tercih ediyor

Bir gün tek başına

Her insanın tek başına olduğu bir zaman gelir. Öyle yalnız başına zaman geçirmek gibi değil. Tek başına olduğunu idrak ettiği bir zaman. Çekilmemiş fotoğraflar bazen yüzüne yüzüne de vurur. Düşüncelerini kaplamak gibi değil. Mutlaka olur, anlarsın ya da anlamazsın olanı biteni ama mutlaka olur