Yetkili makamların açıklamalarına, tespitlerine, işlemlerine bakarsanız, neredeyse yarısı potansiyel biçimde “terörle” ilişkili olması muhtemel bir toplumda yaşıyoruz.
“Terörist ilan etme” gücü ve hakkını elinde bulunduran “yetkisiz” yetkililerin büyük bölümünün profili de aynı.
Kısa zaman öncesine kadar, şimdilerde “terör örgütü” olarak adlandırılan yapıların, cemaatlerin sofralarında, etkinliklerinde boy gösterip, o dönem bu yapıların gücüyle geriye kalan herkesi terörist ilan edenler, bugün de bir başka koltuğa geçip, oradan insanları ve kurumları işaretliyor.
Yetkili ve yetkisizlerin bu işaretlemesi öyle somut bulgulara, tespitlere elbette dayanmıyor.
Kimin, nereden aklına gelmişse, büyük bir beceriyle OHAL’le birlikte yürürlüğe sokulan “iltisak” kelimesi sihirli gücün kaynağı.
Beğenmediğin bir açıklama mı yapıldı, istemediğin bir etkinlik mi var, sözünün üstüne söz mü söylendi, doğruyu söylemediğin mi savunuldu… Kolay, “iltisaklı” dediğinde, kimse sözün önüne arkasına bakmıyor artık. Bir anda, yaşamı boyunca terörle hiçbir bağı, iletişimi olmamış, bu nedenle soruşturma geçirmemiş, ceza almamış kişi ve kurumlar kayıtlarda “terörist” olarak yer alıyor.
Ülkenin en güçlü sivil toplum kuruluşundan, kendini savunma imkanı olmayan herhangi bir kamu görevlisine kadar herkes için aynı risk söz konusu.
Risk öyle büyük ki, artık insanlar ve kurumlar, devlet kayıtlarında “iltisaklı” olarak geçmekten değil, bunun kamuoyuna yansımasından endişe ediyor. Haksız sayılmazlar. Zira bir kez dolaşıma girdi mi, artık kimse o kişi ve kurumla iş yapmak istemiyor.
Fişlenmekten değil, bunun duyulmasından endişe eden sivil toplum, kişiler, şirketler…
* * *
MASAK, son olarak 2009’da yayımladığı bir rehberi geçtiğimiz günlerde güncelledi:
“Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşların Terörün Finansmanı Amacıyla Suistimalinin Önlenmesine Dair Rehber.”
Rehberde, sivil toplum kuruluşlarının terör örgütlerince nasıl suiistimal edildiği, bu konuda hangi araçların kullanıldığı, uluslararası ve ulusal mevzuat anımsatılıyor.
Ama bir de Türkiye şartları var.
MASAK da diğer bütün devlet kurumları, siyaset ve bir bölüm “suçlayıcı” tarafından kullanılan sihirli kelimeye başvuruyor:
“İltisak.”
Rehberde, bir sivil toplum örgütünün nasıl terörle “iltisaklı” sayılabileceği konusunda uyarılar var.
Buna göre, STK’ların beyan edilen amacı ile finansal işlemlerinin niteliği, aktarılan fon arasında uyumsuzluklar varsa, MASAK, durumu şüpheli sayacak.
Ya da mali işlemlerin sıklığı ve tutarlarında ani artışlar ortaya çıkmışsa…
Kulağa anormal gelmiyor.
Ancak devamıyla birleştiğinde özellikle hak alanında çalışan STK’ların “olağan şüpheli” olabileceği anlaşılıyor:
- Kuruluşun sadece yurt dışından bağış alması veya bağışların önemli bir kısmının yurt dışı kaynaklı olması…
- Kuruluşun yöneticilerinin yabancı uyruklu olması, özellikle yabancı yöneticilerin ülkeleriyle yapılan büyük tutarlı işlemlerin varlığı ve paranın gönderildiği yerin de riskli ülke olması.
- Kuruluşun izah edilemeyen bağlantılarının bulunması; örneğin birkaç kuruluşun birbirlerine para transferi yapması ya da aynı adresi, aynı idareciyi veya personeli paylaşması.
Muhtemel ki MASAK, bu esasların uluslararası standartlara göre belirlendiğini söyleyecektir. Ancak kavramlar uluslararası hukuka yabancı.
Rehberde, örnek verilerek, bu gerekçelerle kapatılan bir derneğin şüpheli işlemleri, “Bölücü örgütün mensuplarının ailelerine, terör örgütü ile iltisaklı kişilere yardım yapılması…” olarak açıklanıyor. Derneğin kurucu ve yöneticilerinin bir kısmının da örgütle “iltisaklı” olduğu vurgulanıyor. Örgütle bağlantılı belediye çalışanları ve yöneticilerinin bulunduğu söyleniyor. Önceden suç kaydı bulunan kişilerin dernekte görev yaptığı ifade ediliyor.
Bunun üzerine savcılığa başvurulduğu, derneğin de 2016 yılında kapatıldığı vurgulanıyor.
Gerekçe, hukuken bir anlamı bulunmayan; “iltisak”.
Rehberde bu durum, yıllardır ezber ettiğimiz genel geçer bir üslupla savunuluyor:
“Türkiye uzun yıllardır birçok terör örgütüyle mücadele etmekte; hem doğrudan bir hedef olarak terör tehdidine maruz kalmakta, hem de çatışmaların yoğun olduğu bölgelere yakınlığı nedeniyle dolaylı olarak terörden etkilenmektedir. Rehberin genelinde de bahsedildiği üzere hem ülke sınırları içerisinde bulunan hem de coğrafi konumumuz gereği maruz kaldığımız terör örgütleri, faaliyetlerini yürütmek için fon toplamayı amaçlamaktadır.”
* * *
Sivil toplum örgütlerinin üzerindeki tek baskı MASAK’ın uyarıları değil.
Yakın zamanda İçişleri Bakanlığı, tüm STK’ların kurucu, yönetici ve üyelerinin kimliklerinin bildirilmesi zorunluluğu getirdi.
Gezi dosyasının bir numaralı sanığı, iş insanı Osman Kavala ve Açık Toplum Vakfı üzerinden de birçok soruşturma yürütülüyor.
Henüz Gezi davası görülmeye başlanmadı ama iddianamenin çıktığı günlerde çarpıcı bir gelişmenin daha yaşandığı anlaşılıyor.
Vakıftan bir biçimde fon almış, vakıf tarafından desteklenmiş tüm STK’lar ve projelere yönelik Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından sorgulama yapılıyor.
Gerekçe; Açık Toplum Vakfı’na yönelik vergi incelemesi.
Ancak vakıftan çok komik miktarda destek almış, hak alanıyla ilgisiz dernekler dahil hemen her derneğe yürüttüğü projeleri kimin hazırladığı, neden hazırladığı, Açık Toplum Vakfı’yla irtibatı kimin kurduğu soruluyor.
Büyükada soruşturmasında “ajanlıkla” suçlanan sivil toplum çalışanlarına iddianamede bu konuda tek suçlama yöneltilememesi, ilk duruşmada hepsinin tahliye edilmesi hafızamızda.
İnsanların kamuoyunun önüne “hain, ajan” olarak nasıl atılabildiğini de biliyoruz.
Zaten sayıları bir avuç olan STK çalışanları ve hak savunucuları, bütün bu tehditlerin yanında, artık mali nedenlerle de “şüpheli” sayılıyor.