17 Şubat 2019

Hülya, sesine ses istiyor

Yeryüzündeki bütün erkekler, sevmekle sahip olmak arasındaki farkı çok güç öğreniyor ya da hiç öğrenemiyor

Henüz 27 yaşında, 4 çocuk annesi.
Son çocuğunu dünyaya getirdiği gün, çocuğunu dünyaya getirdiği hastanede çalışan kadın doktorun da kocasından dünyaya bir çocuk getirdiğini öğrendi.
Eşi Nazım A.’ya göre bunlar “normaldi.”
Kocası, Hülya’ya, dünyaya dördüncü kez kız çocuk getirdiğini anımsatıp, kadın doktorun erkek çocuk doğurduğunu, bu yeni düzene alışması gerektiğini söyledi.
Hülya, kabul etmedi.
Siverek’te büyümüş, burada evlenmişti. Kadınların çektiği eziyeti daha küçük yaşta görmüştü, kumalık ve aldatılma evet belki normalleştirilmişti ama Hülya’ya ve tereddütsüz kızlarını destekleyen ailesine göre değildi.
Hülya, ne kumalığı, ne aldatılmayı kabul etmedi.
Bunu eşine söylediğinde, iddiasına göre kayınvalidesinin, kocasının kardeşinin ve kocasının şiddetine uğrayıp “kapı dışarı” edildi. Eşine göre ise Hülya, çocuklarını bırakıp gitmeyi seçmişti.
Babasının evine yerleşti, güvencesizliğe, eşinin bölgedeki “gücüne”, tehditlere rağmen boşanmayı seçti, çocuklarını istedi.
Böyle başladı yargının, polisin, hastanenin itiraz edene nasıl baktığını gösteren hikâyesi.

* * *

Sevmekle sahip olmak arasındaki mesafeyi öğrenmek, hele ki çocuklara bile sevmenin değil “sahip çıkmanın” öğretildiği bu coğrafyada çok kolay değil.
Yeryüzündeki neredeyse tüm erkeklere özellikle enjekte edilen zehrin dozu, bu coğrafyada daha öldürücü.
Bazılarımız, zehrin azına maruz kalıyor, bazılarımız elindekileri kaybettikten sonra aradaki farkın farkına varıyor, bazılarımız ise ömrünü kendini terbiye etmekle geçiriyor.
Kimse muaf değil.
Ve öylesine etkili ki sahip olmanın “kusursuz iktidarı”, potansiyel mağduru olan kadınların büyük bölümü de fırsatını bulduğu anda ya da en baştan fırsatı varsa, zaten çoktan unutulmuş sevmeyi bir kenara koyup, sahip olmak üzerine yarışıyor.
Ve mahkeme kapılarından karakollara, hastanelerden esnafa, komşulardan arkadaşlara kadar uzanan bir onayla, her şeye birden ve istediği biçimde sahip olmak isteyenin sırtı sıvazlanıyor.
O “büyülü” zulmetme kudretinden küçük bir azınlık dışında kimse vazgeçmek istemiyor.

* * *

Hülya A. da zaten tanıdığı ancak belki tanımlamadığı o zulmün gücünün boyutunu, kocasının yaptıklarına itiraz ettiğinde gördü.
Siverek’te avukat aramaya başladı, kolay değildi.
Sırtını ilçenin en “sağlam” yerlerine dayadığı kocasının eli her yere uzanıyordu.
Sonunda, Ankara’da yaşayan Siverekli bir kadın avukat, Suna Öztaşdönderen’i buldu.
Önce çocukları için mücadeleye başladı, kocasından en büyüğü 9 yaşındaki üç kızını alamadı, henüz kundaktaki yeni doğmuş kızını zorlukla yanına alabildi.
Diğer çocukları için dava açtı, mahkeme, geçici velayeti nihayet anneye verdi.
Nazım A. hakkında ise uzaklaştırma kararı çıktı.
Hülya, sonunda mücadeleye başlayabilmiş, boşanma davasını açmıştı.

* * *

Henüz yaşanacaklar olduğunu hissediyordu.
Eşi, çocukları görme hakkının olduğu gün hakkındaki uzaklaştırma kararına rağmen eve geldi.
Hülya’nın iddiasına göre, kendisini ve annesini tartaklayarak çocukları alıp gitti.
Bu sırada Hülya, avukatına ulaştı. Avukatın konuştuğu polisler, uzaklaştırma süresinin geçtiğini, işlem yapamayacaklarını söyledi. Avukat Öztaşdönderen’e göre, sürenin geçmediğini, polislerin işlem yapmamak için kendilerini yanılttığını, Nazım A.’nın eve yaklaşamayacağını sonradan öğreneceklerdi.
Şikayetçi oldular.
Ancak Nazım A. da boş durmadı!
Kendisinin ve sevgilisinin çalıştığı hastaneye çocukları götürüp, annelerinin dövdüğüne dair “darp” raporu aldı. Savcılığa giderek şikâyetçi oldu.
En büyükleri olan 9 yaşındaki çocuk, polise, annelerinden hiç şiddet görmediklerini üstüne basa basa söyledi ama yetmedi.
Hastane yasal olarak darp raporu verdiğinde, hastane polisini de bilgilendirmeliydi ancak yapılmamıştı.
Küçük kız, ifadesinde hiç muayeneden geçmediklerini, babasının bir doktorla konuştuğunu ve kendilerini bunları anlatmamaları için tembihlediğini söyledi ancak bu da yetmedi.
Avukat, savcıya hastanenin konuyu polise bildirmemesinin şüpheli olduğunu aktardı ancak bu da yeterli olmadı.
Çocuklar bütün şüphelere rağmen yeni bir muayene için hastaneye sevk edilmedi.
Savcılık, Hülya’nın şiddet gördüğü şikâyeti konusunda, darp raporunun üç gün sonra alınmasını gerekçe göstererek takipsizlik verdi.
Hülya hakkında ise çocukları darp ettiği gerekçesiyle tehdit ve yaralama suçundan dava açtı.

* * *

Hülya, çocuklarını görememekten, kaçırılmalarından korkuyordu.
Elinde mahkeme kararı vardı.
Bir seferinde çocukları okuldan alabilmek için gitti ancak okul idaresinden, “Sana veremem” yanıtı aldı.
Aynı idare yasal hakkı olmamasına rağmen babayı aramış, “Sakın vermeyin” yanıtı almıştı.
Hülya, avukatıyla birlikte verdiği uzun uğraşlardan sonra çocuklarını alabildi.

* * *

Hülya’nın boşanma davasının ilk duruşması 22 Şubat’ta Siverek’te.
Bütün iddiaları reddeden, Hülya’nın evi terk ettiğini, kundaktaki bebeğine bakmadığını, çocukları dövdüğünü iddia eden Nazım A., anlaşmalı boşanmaya yanaşmadı.
Hülya, ilk kez karşı karşıya geleceği için tedirgin; kendisine, ailesine zarar verilmesinden endişe ediyor.
Yanında, her aşamada kendisine destek olan avukatı dışında, kadınlar için mücadele veren hukukçuları ve en önemlisi kadınları görmek istiyor.
Hülya, 4 Nisan’da ise yaralama suçundan hâkim karşısına çıkacak.
Artık her şeyin geride kalmasını, çocuklarıyla birlikte yeni bir yaşam kurabilmeyi düşlüyor.
Ve bütün zorluklara rağmen çıkarttığı sesine ses olunmasını, sesinin duyulmasını bekliyor.

Yazarın Diğer Yazıları

13 yaşındaki çocuğun ölümünün hesabını kim verecek?

Cihat’ın, cenazesinin bulunduğu tarihte, cesetlerin enkazdan çıkartıldığı gün, güvenlik güçlerine karşı silahlı eylemde bulunması sonucu, ateşli silah yaralanması ile öldüğü tespiti yer aldı kararda. Ceset çürümüş, enkazdan çıkartılmış ama nasılsa aynı gün 13 yaşındaki çocuk silahla çatışmaya girmiş!

Depremler için “sus” emri yargıdan: “İnsanlara yardım gitmedi” diyene hapis cezası

Devletin dava açmaya doyamadığı, cezaevi operasyonunda kepçeyle kolunu kopartması yetmiyormuş gibi yıllarca mahkeme mahkeme süründürdüğü, bütün engellere rağmen okuyup memur olan ve nedensiz biçimde OHAL döneminde memuriyetten de ihraç edilen Veli Saçılık’ın artık felaketlere tepki göstermesi de yasaklandı!

Şehreküsenler ve şehreküstürülmüş Yusuf

Edebiyat hayatı olmuştu Yusuf’un. Şiirler, öyküler hayatı olmuştu. Çinçin’in ortasında bir varile ne bulduysa atıp yakar, topladığı bütün arkadaşları için şiir geceleri düzenlerdi. Mahallede cinayet işlendiği bir günün gecesinde bile şiir şerhi yapmaktan vazgeçmedi

"
"