07 Mart 2020

Hoşgörü, özgürlük ve hakikat diyarı!

Bu yüzden konuştuğu günden itibaren savaş karşıtı olan biri, hep aynı yerde dursa da savaş çıktığında da anlaşma yapıldığında da hep hain oluyor. Duruma göre vaziyet alanlar, hep yerli, hep milli, hep kahraman…

Coğrafya, insanı şekillendirir.

Bozkırda, geniş uzaklıklara bakarak büyüyen bir insanla, ormanda, sadece gözünün önündeki üç beş ağacı görerek büyüyen insan arasında davranışsal farklar vardır. Ya da bir denizin kollarına sığınarak büyüyen insanla, bir dağın uzak bir yamacında vadileri izleyerek büyüyen insan arasında…

Bir de uygarlık tarihi boyunca tartışılan, kimilerinin hiçbir zaman umurunda olmayan değer, erdem gibi kavramlar var. Hangi ırka mensup olursanız olun, bütün insanların varlığını hemen kavrayamasa da yokluğunu bir çırpıda anlayabileceği kavramlar.

Bir değeri üretebilmek için, o değeri üretebilecek erdemlere sahip olmak gerekiyor. Bunun için de kendinden sıyrılabilmek, yüzleşebilmek, hakikatle samimi bir ilişki kurabilmek.

Toplumlar için de bu dizge farklı değil. Devletlerin ise daha az kötü sicile sahip olabilmek dışında çok fazla bir şansı yok maalesef.

* * *

2010’da yapılan referandumda "fişlemeleri tarihe gömüyoruz", "darbecileri yargılıyoruz" diyerek kazanan "evet" cephesinde, işler sonradan çok değişti.

Darbeciler ve işkenceciler aklandı. Bununla yetinilmedi. Mağdurlar, 2010’dan önceki anayasal engele rağmen, "aslında engel yoktu, siz hesap sormadınız" denilerek, suçlandı.

Fişlemeler tarih olmadığı gibi, özel yasası çıkartıldı. Devleti, zaten sardığı bilinen ama görmezden gelinen çetelerden arındırmak gerekçesiyle özel yaşamlar didik didik edilmeye başlandı.

Yolda kimlik sorulması istisnai bir uygulamayken, bütün ülke için kural haline getirildi. Yetinilmedi, gece güvenliğini sağlamak için görevlendirilen bekçilere bile geniş yetkiler tanındı.

Sansürün tarih olacağı söylendi ancak gazeteciler dört yandan kuşatma altına alındı. Kumpas davalarında büyük haksızlığa uğradığı söylenen Ahmet Şık’tan Barış Terkoğlu’na kadar uzanan, geniş bir listesi yapılabilecek gazeteciler yeniden cezaevine konuldu.

Basın kartı üzerinden "akredite gazetecilik" kurumsallaştırıldı, basın ilan payı üzerinden yerel basındaki çok seslilik susturuldu.

İnternet medyası, bir yandan ürettiği haberler ceza konusu yapılabilecek kadar özenle izleniyorken, hâlâ basından sayılmıyor. Yasası çıkartılmadı ama denetlemek için özel kurumlar oluşturuldu, denetleme yasası çıkartıldı.

İstenmeyen soruların önlenmesi için "basın kartı olan" gazeteciler arasından da listeler yapıldı. Sadece akredite gazetecilerin katıldığı programlarda, sadece istenilen soruların yöneltilmesi sistemi yaratıldı. Bunun dışına çıkan gazeteciler azarlandı, ilelebet yok sayılmaya başlandı.

Sputnik’in Ankara çalışanlarına yapıldığı gibi, gazetecilerin kapı numaraları bazı çetelere verilmeye başlandı. "Duyarlı yurttaşlar" denilen duyarlı hale getirilmiş kalabalıklar gazetecilerin kapılarına kadar gelmeye başladı.

Bir yandan reform adı altında bir sitenin bütününün engellenmemesi, sadece o sitedeki ilgili haberin engellenmesi düzenlemesi getirilirken, diğer yandan sitelerin bütünüyle kapatılması, engellenmesi sistemine geçildi.

8 Mart’ta yürüyecek kadınlara, Cumartesi Anneleri’ne, seslerini duyurmak isteyen gruplara, "İstiklal Caddesi hariç" denildi. Anadolu’nun dört bir yanında, başkentte, eylemler için toplu yasaklama kararları alındı, valilikler sadece istenilen türde eylemlere izin verir hale geldi. İşini geri istemek, hakkını talep etmek, kayıplarını istemek yasak…

Öyle bir zemin ki oluşturulan, bütün dünyayı dolaşıp da bu coğrafyayı teğet geçen virüsle ilgili misal, soru yöneltip yanıt alamıyorsunuz. Fısıltıyla insanlar birbirine olmadık bilgiler vermek zorunda kalıyor.

Mesele bunlarla sınırlı değil maalesef. Bütün bunlara karşı, hep bir ağızdan, hiçbiri yokmuş gibi davranılıyor.

Soru soran gazeteci "ajan", sesini duyurmak isteyen "terörist", savaş karşıtı olan "hain."

Sansür mü diyorsunuz, hep bir ağızdan dünyadaki tekil örnekler verilip, nasıl bir özgürlükler ülkesi olduğumuz anlatılıyor.

Gazetecilerin tutuklanmasından mı söz edeceksiniz, zaten basın kartı olmadığı, yapılana da haber denilemeyeceği söyleniyor.

Fişleme mi diyorsunuz, atlatılan badireler sıralanıp, sanki sürpriz olmuş gibi, yapılması zorunluluğu ifade ediliyor.

Eylem yasağının nedenini mi soruyorsunuz, hemen gelen bazı tehditler sıralanıp, eylemcilerin güvenliğinin düşünüldüğü açıklanıyor.

Amalar, fakatlar havada uçuşuyor.

Ve en kötüsü herkes, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu aslında biliyor.

* * *

Bu yüzden konuştuğu günden itibaren savaş karşıtı olan biri, hep aynı yerde dursa da savaş çıktığında da anlaşma yapıldığında da hep hain oluyor. Duruma göre vaziyet alanlar, hep yerli, hep milli, hep kahraman…

Bu yüzden birilerine terörist denilebilmesi kolay ve serbest… Bu yüzden hamasetle bütün bariyerlerin üzerinden atlanabiliyor.

Yalan söylemeyi öğrenmiş bir çocuğun duvara çarptığı zamanki yol ayrımı gibi bütün mesele…

Ya o çarpışmanın etkisiyle kendisine hakikatten bir yol kuruyor. Ya bir sonraki büyük ve dağıtıcı çarpışmaya kadar, kolay yaşayabilmenin konforuyla, bitmeyeceğini sandığı o riyadan ibaret hayatı sürdürüyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Umut hakkı, “Ankara’da villa” iddiaları ve Suriye’ye uzanan yol

İmralı’dan PKK’nın tasfiye edilmesi ve Suriye’nin kuzeyinde yapılacak hamlelerin Türkiye’ye yansımasının önlenmesi bekleniyor. Ankara ayrıca İsrail-PYD komşuluğunu istemiyor, bu temasın büyük sorunlara yol açacağını düşünüyor; PYD’yi sınırdan uzaklaştıracak bir askeri operasyon hazırlığını yapmış olduğu da biliniyor

13 yaşındaki çocuğun ölümünün hesabını kim verecek?

Cihat’ın, cenazesinin bulunduğu tarihte, cesetlerin enkazdan çıkartıldığı gün, güvenlik güçlerine karşı silahlı eylemde bulunması sonucu, ateşli silah yaralanması ile öldüğü tespiti yer aldı kararda. Ceset çürümüş, enkazdan çıkartılmış ama nasılsa aynı gün 13 yaşındaki çocuk silahla çatışmaya girmiş!

Depremler için “sus” emri yargıdan: “İnsanlara yardım gitmedi” diyene hapis cezası

Devletin dava açmaya doyamadığı, cezaevi operasyonunda kepçeyle kolunu kopartması yetmiyormuş gibi yıllarca mahkeme mahkeme süründürdüğü, bütün engellere rağmen okuyup memur olan ve nedensiz biçimde OHAL döneminde memuriyetten de ihraç edilen Veli Saçılık’ın artık felaketlere tepki göstermesi de yasaklandı!

"
"