Pandemi boyunca en çok tartışılan yasaklardan biri de 65 yaşın üzerindekilerin eve kapatılmasıydı. Hemen her kesim için sınırlı da olsa sokağa çıkma izni verilirken, 65 yaşın üzerindekilerin otobüse, minibüse binmesi, yürümesi bile yasaklandı.
İçlerinde hâlâ çalışanlar, gündelik işler yapanlar da vardı. Ancak evlerinden çıkamadılar. Böyle bir zorunluluk olmasa bile yürüme hakları bile ellerinden alındı.
Tüm bu yasaklar, hastalığın bu yaş diliminde daha riskli olmasına, 65 yaşın üzerindekilere duyulan büyük saygıya ve koruma amacına bağlandı. Ancak onlar asıl kapatıldıkları yerlerde zarar gördüklerini, son derece değerli zamanlarını iyi geçirmek istediklerini söylüyorlardı.
* * *
Pandemi döneminde yaşananlar aslında belli bir yaşın üzerindekilere Türkiye'deki bakışı da özetliyor. Çocukluğun da yaş almanın da problem olduğu bir memleket burası. İlişkilerin sevgi üzerine değil, birbirine bakmak, bakılmak üzerinden kurulduğu bir coğrafya.
Erdoğan Toker, memleketin eğitim hayatına uzun yıllar katkı vermiş, emekliliğini Denizli'de geçiren bir öğretmendi.
Erdoğan Toker
6 Mayıs 2021'de, sabahın erken saatlerinde burnunun kanaması nedeniyle Denizli Servergazi Hastanesi'ne başvurdu. Burada Toker'in tomografisi ve manyetik rezonansı çekildi, kan tetkikleri yapıldı. Eşi, doktorlara, bir de kulak burun boğaz uzmanının bakmasının iyi olup olmayacağını sordu. Uzmanın ancak randevuyla bakabileceği yanıtını aldı.
Kanamanın durduğu ve sürse de duracağı söylenerek 09.30'da taburcu edildi.
Toker'in burun kanaması durmuştu. Ancak akşam saatlerinde yeniden başladı. Eşi Methiye Toker, ambulans çağırdı. Erdoğan Toker, ambulansa, 20.30'da yürüyerek bindi. İkinci kez aynı hastaneye götürüldü.
Pratisyen doktor Z.E., ilk müdahaleyi yaptı. Burnunun iki tarafına da tampon koydu ancak kanama sürüyordu. Gece yarısından sonra, 01.00 sıralarında, aynı doktor, Toker'den ağzını çalkalamasını istedi ve cep telefonunun ışığıyla ağzına baktı. Toker'in, boğazında, damak bölgesinde de kanama vardı. Tahlil sonuçları da kan değerlerinin düşüklüğünü gösteriyordu. Pratisyen doktor, evinde bulunan dahiliye uzmanını aradı. Daha sonra aldığı bilgiyi Toker'in yakınlarına aktardı.
Dahiliye doktoru, durumun riskli olduğunu, hastanede kalması gerektiğini söylemişti. Ancak durumun kritik olmasına rağmen hastaneye gelmemiş, sabah poliklinikte hastayı göreceğini bildirmişti.
Toker, burnundaki tampon nedeniyle, gece boyunca boğazına biriken kanı tükürerek çıkartmaya çalıştı. Direnci saatler geçtikçe düşüyordu. Bir serum dahi takılmamıştı. Sabaha karşı kan kusuyordu artık. Yakınları, bunun üzerine, "Doktor gelmeyecekse ambulansla bizi özel hastaneye gönderin" dedi. Ancak teklifleri dikkate alınmadı.
Toker'in oğlu da İstanbul'da doktordu. Çaresiz yakınları, doktor olan çocuklarını aradı. Kalp ve Damar Cerrahı olan Mehmet Erdem Toker, durumun ciddiyetini anlayarak hemen Denizli'deki pratisyen hekimi aradı. Pratisyen hekim, "Hastanın damağında kanama var. Kulak burun boğaz uzmanı kanamayı yakacak. Hasta şimdi yukarı çıkartılıyor" yanıtını verdi. Doktor Toker, gecikmeyi fark etmişti. "Lütfen, bekletmeden hemen yukarı çıkartın" dedi. Ancak geç kalınmıştı.
12 saat aktif kanamayla sedyede tutulan Erdoğan Toker, artık yukarıya çıkartılacak durumda değildi. Kanamanın da biriktiği soluk borusundan nefes alamıyordu. Solunumu ve kalbi durdu, 09.30'da yaşamını kaybetti.
KBB uzmanı, dahiliye uzmanı, kardiyoloji uzmanı doktorlar, iki kez hastaneye gelen, kanamalı biçimde 12 saat sedyede yatan Toker'i bir kez bile görmedi. Üstelik, "icapçı", yani çağrı üzerine mesai düzeninde olmalarına rağmen. Uzman doktorlar, hayatını kaybeden Toker'le ilgili yazılarını, hiç muayene etmeden yazdılar. Hepsi birbirini kolluyor, gereken müdahalenin yapılmış olduğunu söylüyordu.
Oysa hastayı acil servisteki uzman da görmemişti. Boğazında biriken kan için aspirasyon bile yapılmamıştı.
Toker'in ölüm belgesinde, ölüm nedeni yer almadı. Oğlu Mehmet Erdem Toker'in girişimiyle verilen epikriz belgesinde de yatış bulguları, solunum sorunu yaşadığı, kalp masajı yapıldığı yazmıyordu.
Başhekimliğe bu durum iletildiğinde, veraset ilamı belgesiyle başvurulursa, hastane kayıtlarının verilebileceği söylendi. Ancak bu belge çıktıktan sonra verilen belgelerde de klinik gidiş anlatılmıyordu. Sadece uzman doktorların, hastayı görmüşçesine tuttukları notlar vardı.
Toker, 84 yaşındaydı. İki yıl önce felç geçirmişti ancak yatalak değildi. Baston yardımıyla yürüyebiliyor, gündelik ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu.
Ölümüne ilişkin belgelerde yer almıyordu ama uzman doktorlardan birinin, kendisi için "debil" (düşkün-güçsüz) ifadesini kullandığına yönelik tanıklıklar da söz konusu.
Memleketin bir köşesinde 84 yaşında bir insan ölmüş, elbette Türkiye açısından pek önemsenecek bir durum değil. İnsanlar ölür burada ve önemsenmez.
Gazeteci Çiğdem Toker, babasının nasıl yaşamını kaybettiğini, büyük acı duyarak kaleme aldığında da, nadir de olsa kızgınlık gösterenler çıktı ortaya.
Bu coğrafyada birilerinin arkasına saklanmak huyu vardır. İşkenceci polis, hakkıyla işini yapan polisin ardına saklanır misal. İhale takipçisi gazeteci, haberleri nedeniyle bedel ödeyenin ardına. Hemen her meslekte böyledir. Hesap verilmesin, böyle bir mekanizma olmasın istenir.
O kızgınlık gösterenlerin bir önemi yok. Zira, aslında küçük iktidar alanlarının kaybolmaması ya da o alanı genişletmek dışında dertleri yok. İsimleri bir kez olsun bir yerde geçsin de birileri "aferin" desin diye, durmaksızın kendilerini anlatanlar ve polemik çıkartacak konu arayanlar onlar sadece…
Memleket alışkanlığı, pandemi boyunca canla başla çalışan, hayatlarını ortaya koyan sağlık emekçileri örnek verildi ne ilgisi varsa konuyla.
Ancak Toker ve ailesi, babalarının ağır ihmal zinciri sonucunda kaybedildiğinden emindi. Bunun üzerine suç duyurularında bulundular.
Denizli Savcılığı, İl Sağlık Müdürlüğü, Denizli Tabip Odası, hızla soruşturma başlattılar. İfade almaya başladılar. Bu duyarlılık önemliydi. Ancak özellikle savcılık soruşturması sırasında, etkili soruşturma yapılabilecek mi, kamu görevlisi olan doktorların soruşturulması için gerekli izin valilik tarafından verilecek mi, göreceğiz. Şu ana kadarki yaklaşım, alışılmışın dışında ve duyarlı. Umalım ki soruşturma kanalları açılsın, adil ve etkili bir soruşturmayla hakikat açığa çıksın.
* * *
Sağlık emekçileri, doktorlar, sağlık çalışanlarının hayatlarını ortaya koyarak nasıl emek verdiklerini bütün ülke izledi.
Sağlık çalışanlarının nasıl bir şiddet ortamında çalıştıklarını, saldırıya uğradıklarını, korunmadıklarını, hemen her gün risk altında çalıştıklarını da yıllardır izliyoruz.
Ancak her meslekte olduğu gibi bu büyük emeği kendisine perde edenlerin de var olduğunu biliyoruz.
Nasıl işkenceyi yok etmenin yolu, bunu gizlemeden etkili soruşturma yapılmasından geçiyorsa… Nasıl özgür bir medyanın oluşması için önce medya ekonomi politiğinin değişmesi gerekiyorsa, bu alanda da hesap verilebilirlik önemli.
Zira hastanın yaşına işaret edilerek, ölümlerin normalleştirilmesi, insanların çaresizce o ölümü izlemek zorunda bırakılmaları, neden bu sonucun oluştuğunu görmelerine bile izin verilmemesi, normal ve olağan değil.
Bu nedenle soruşturmaların engellenmemesi, şeffaflık ve etkili soruşturma yollarının açık olması mühim.