Susurluk'la bugünü karşılaştırmak çok büyük bir yanlıştır.
Zira Susurluk, devam eden bir çizgidir.
İnsan haklarının, temel hak ve özgürlüklerin yok sayılması, cezasızlık kültürünün yapısal olarak yerleştirilmesi, yargının demokratikleşmesi yerine daha da bağımlı hale getirilmesi, işkencenin normalleştirilmesi, hamasetin hakikatin yerini alması için geliştirilip derinleştirilmiş bir ele geçirme yönteminin ismidir.
Bu nedenle, "Susurluk skandalı" olarak anılan dönemin bugünden farkı vardır zaten. O dönem dosyalar, soruşturmalar vardır. Bahçelievler Katliamı'ndan Papa suikastine, Azerbaycan'daki darbe girişiminden Ömer Lütfi Topal cinayetine kadar, "kahraman" ilan edilen Abdullah Çatlı'nın parmak izlerini takip edebilirsiniz misal. Siyasi bağlantılarını çözebilirsiniz. Çatlı'yla birlikte hareket eden özel harekatçı polislerin numaralarını, Mehmet Ağar'ın "arkadaşlarım" dediği bu insanlarla olan bağlantılarını, Tansu Çiller'in açıkladığı, "Kürt işadamları" listesindeki isimlerin birer birer nasıl öldürüldüğünü dosyalardan görebilirsiniz. Hatta o dönemde olduğu gibi Mehmet Ağar gibi bir ismi bile yargılayabilir, ceza verebilirsiniz. "Kahraman" muamelesi yapılan özel harekatçı polislere, Korkut Eken'e, İbrahim Şahin'e cezalar verildiğine de tanık olabilirsiniz. Bu cezalar, eylemleriyle orantısız, kurtarılmak için verilen cezalar olsa da izleyebilirsiniz bunları. Medya o dönem yazıp, çizebildiği için arşivlerden de iz sürebilirsiniz hatta.
Ancak o kadar. Ortaya saçılanlara rağmen Susurluk bitirilmediği, Ağar ve özel harekatçıların kuş gibi cezaları, kahraman ve kral gibi "çektiği" için bugün yaşanıyor. Bitirilmek istenilmediği, derinleştiği için. Susurluk, bir iç kavganın yansımasıdır ancak sistemin süregiden yöntemlerinden vazgeçmeyeceğinin de ilanıdır. Yavaş yavaş bu yöntemle, hakların ve adalet sisteminin ortadan kaldırılacağının da işaretidir aynı zamanda. Bugün, o günlerden geçiyoruz.
* * *
Basit göstergeleri var bunun.
Ankara'da, Susurluk çetesinin faili meçhul cinayetleriyle öldürülenlerin katillerine ceza verilmesi için açılan dava 2019'da sonuçlandı. 1993-96 yılları arasında işlenen 19 cinayet. Çetenin en hareketli zamanları.
Bakmayın faili meçhul denilmesine. Cinayetlerin hepsinin failleri belli aslında.
Davanın sanıkları Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu, Ercan Ersoy, Ahmet Demirel, Ayhan Özkan, Seyfettin Lap, Enver Ulu, Uğur Şahin, Alper Tekdemir, Yusuf Yüksel, Abbas Semih Sueri, Lokman Külünk, Mahmut Yıldırım, Nurettin Güven, Muhsin Korman 2019'da tüm suçlamalardan beraat etti.
Tamamı bir türlü mahkemeye gönderilmeyen Susurluk Teftiş Kurulu Raporu'na, Susurluk çetesi ile ilgili verilen yargı kararlarına, Meclis raporuna, tanıklara, itiraflara rağmen beraat ettiler.
Normalde hiç açılmayacak bir davaydı zaten. Ancak FETÖ, 2013'te, kumpas davalarında yaptıkları ifşa olunca taktik değiştirmiş, yıllardır sürüncemede bırakılan dosyaları, zamanaşımına kısa süre kala ele alarak, farklı isimleri sıkıştırıp kendine alan açma yoluna gitmeye başlamıştı. Bu nedenle "haklı" davalar 20 yıl sonra açılabildi. Bunlar kullanılmak isteniyordu. Ve elbette önce FETÖ yargısı sulandırdı davaları, FETÖ'den sonra da dosyaların kapatılması için özel çaba harcandı.
* * *
Susurluk'ta ortaya dökülenlerin ucundan yakalayarak, "derin devlet" denilen, devletin esasen kendisine dönüşmüş yapının çözülmesi için çabalayan isimlerden Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu'nu hazırlayan Kutlu Savaş'ın dediği gibi; isimlere değil, çerçeveye odaklanmak gerekiyor.
Zira, devleti rant kapısı haline getiren, bunun için "terörü" gerekçe olarak kullanan, gerektiğinde terörü köpürten ve terörle kendisi olmadan savaşılmayacağına, bu sorunları başka türlü çözmenin mümkün olmadığına çevreyi ikna eden, hassasiyetleri kaşıyan gruplar ve kişiler değişse de sistem tıkır tıkır işliyor.
O dönem Çatlı'ya sahte kimlik verilmesi, kırmızı bültenle aranırken Türkiye'de emniyet müdürü ile vekille gezmesi bu sistemde ne kadar normalse, Peker'e koruma verilmesi, Alaattin Çakıcı'ya "kahraman" muamelesi yapılması da o kadar normal.
* * *
Bu yüzden Peker, ortaya gerçekleri döken bir adalet savaşçısı değil. Ancak sözlerinin de özenle dinlenilmesi gerekiyor. Zira küçük bir ihtimal de olsa bu yapının bozulabilmesi için bazı kapılar ancak böyle açılıyor.
Bakmayın siz ismi geçenlerin, "mafya bozuntusunu dinlemeyin" gibi laflarına. Bu sözler doğru olsa, devletin hâlâ siyasi soruşturmalarda en çok kullandığı yöntem "itirafçılık" olmazdı. Üstelik ortada "baskı altında" konuşmaya zorlanan biri değil, gönüllü olarak kameranın karşısına geçmiş bir isim var. Konuşabileceği kadar çok konuşmalı.
* * *
Ama biz yeniden Susurluk'tan bugüne uzanan çizginin kesintisiz sürmesine ilişkin kanıtlara, cinayetlere, rant kavgalarına dönelim.
Ankara JİTEM davası olarak anılan bu davadaki kritik tanıklardan biri MİT eski Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür'dü. Eymür ile Ağar'ın neredeyse 40 yılı bulan savaşı malum. Eymür elbette Ağar lehine ifade vermeyecekti ancak sinir uçlarına dokunmayı da bilirdi.
Eymür'le, Susurluk çetesi arasındaki en büyük kavga nedenlerinden biri Tarık Ümit'ti. Ümit, bir yandan Susurluk Çetesi ile birlikte hareket ediyordu, bir yandan Eymür'e bilgi sızdırıyordu. Kendini bu yolla güvence altına almaya çalışıyordu. Bir gün ortadan kayboldu ve Eymür, yerini bile tarif ederek Ağar'dan yardım istemesine rağmen izine ulaşılamadı. Öldürülüp gömüldüğü ortaya çıktı.
Eymür, JİTEM davasında, mahkemeye, Tarık Ümit'ten aldığı, Susurluk Çetesi'nin ölüm listesini sundu. Listedekilerden bir bölümü zaten öldürülmüştü. Bir bölümünün öldürülmesine ise zaman yetmemişti. 54 kişilik liste, isim isim dosyada duruyor.
Eymür, 2015'te tanık olarak verdiği ifadede Tarık Ümit'in, çeteyle birlikte cinayetlere katıldığını, üç cinayette tetiği çektiğini kendisine anlattığını söyledi. Devlet adına bu işleri yaptığı için cinayetleri ihbar etmediği itirafında bulundu.
Tarık Ümit'le yapılan görüşmelerin raporlarının MİT'te yok edildiğini, bu olayı kapatmak isteyenlerin olduğunu söyledi. O dönem bakan olan Ağar'la yaptığı görüşmeyi ise şöyle anlattı:
"Bu adamlar siyasi cinayetlere girecekler dedim. Mehmet Ağar ise ‘Tosunları biz Azerbaycan'a götüreceğiz' dedi. Bu işlerden kendisinin haberinin olmaması mümkün değil. Adamı sağ olarak bırakın dedim. Haberim yok, bakacağım' dedi. (MİT'çi) Yavuz Ataç da İbrahim Şahin ile görüştü. Bu işler uzarsa birbirimize gireceğiz dedi. Tarık Ümit çok düzgün bir adam değildi. Ama bizim için şeref meselesiydi."
Avukatlar, "Ağar'ın tosunları kim?" diye de sordu elbette.
Eymür, o dönem, "tosunları" şöyle sıraladı:
"Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Abdurrahman Buğday, Sami Hoştan, Mehmet Gözen. Özel harekatçılardan Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu, Semih."
Eymür, bu listeye bir ismi daha ekledi duruşmada:
"Sedat Peker."
Eymür, Yeşil'i hem kendilerinin hem polisin nasıl kullandığını da anlattı, cinayet ve haraç gibi işlere giren Mehmet Ağar'a bağlı ekibin İbrahim Şahin ve Korkut Eken tarafından sevk ve idare edildiğini de.
* * *
Bu davada, önce tanık olarak dinlenilmesine karar verilen, "ayağım burkuldu" mazereti ile duruşmaya gelmeyen, sonra tanık olarak çağrılmasından ne hikmetse vazgeçilen Tansu Çiller'in ifadesi hiç alınmadı.
Çiller, aynı dönem, AKP mitinglerine ve programlarına katılmakla meşguldü.
28 Şubat dosyasında ise koşarak ifade vermişti.
* * *
Peker, açıkça söyledi, elbette kendisi için konuşuyor.
Susurluk'u 25 yıldır aklayan iradeden, şimdi fazlasını beklemek için bir neden yok. Ama bu zorlanmaması, deşifre edilmemesi gerektiği anlamına gelmiyor.
Peker, işine yarayanı söylüyor elbette ama soruşturulacak onlarca başlık verdi.
Ancak bu kadar önemli bir olayın merkezindeki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, kendiyle ilgili iddialar bir yana, bu iddiaların tamamının incelenmesi için bile olsa ilk olarak Cumhurbaşkanı ile görüşmesi gerekirken, henüz Cumhurbaşkanı ile bu konuyu görüşmediğini, bu konularla zamanını alamayacağını ifade etti. Cumhurbaşkanı da herhalde ülkede bunların olmasını olağan buluyor. "Büyük oyun" varsa da bozması gerekmez mi?
Sorular ortada duruyor. Öyle "şu kadar olay aydınlattık" grafikleriyle açıklanacak bir mesele değil bu. Sadece Soylu'nun gitmesi kalması ile ilgili bir olay da değil. Peker de sadece buna odaklanmış durumda ama Soylu, istifa etmiyorsa, en azından İçişleri Bakanı olarak iddiaların araştırılması için "eli bağlı yargı" yerine Meclis'i harekete geçirebilir, kendisi dışındaki iddialar açısından çok yönlü soruşturma için emniyeti harekete geçirebilir. Elbette, olmayacak ama hem makamda oturup, "Hem savcıların elini ben mi tutuyorum?" demek de takdir edecektir, pek adil değil.
Koruma kararı kaldırıldığına hakkında soruşturma başlatıldığına ve bakana kadar durum intikal ettiğine göre Peker, nasıl yurtdışına çıkabildi?
"Oluk oluk kan akıtacağız", "silahlarının" çağrıları nasıl cezasız kaldı?
Cumhurbaşkanı, neden böyle iddialar karşısında bakandan bilgi almadı?
DHKP-C, PKK gerekçesiyle yıllardır kimlere koruma veriliyor? Bu örgütlerin tehditlerine yönelik somut bilgi var mı, koruma kararlarını kim, nasıl verdi? Koruma kararıyla birlikte jammer, çakarlı lamba kullanım hakkı neden verildi? Peker dışında bunları kim kullandı?
Peker'e ilk koruma kararını veren bakanın somut gerekçesi neydi? Soruşturma neden açılmıyor?
Mehmet Ağar, Tolga Ağar ve Peker'in adamları hakkında sadece son iddialar nedeniyle neden ayrı bir soruşturma açılmıyor?
Peker'in, eski milletvekilini darp ettiğini söylediği avukatına, adamlarına niye soruşturma açılmıyor?
Ahmet Hakan'ın yumruklanması, Hürriyet baskını nedeniyle AKP milletvekiline ve o gün orada olanlara karşı neden soruşturma açılmıyor?
Neden hem mağdurlar, hem ismi geçenler, hep birlikte susuyor.
* * *
Belli ki Peker, başka bir kanaldan "sus" mesajı gidene, bir gün susmasına karar verilene, erişimi engellenene, garanti verilmesine ya da yakalanıp getirilmesine kadar konuşmayı sürdürecek.
Gerçekten bu vatan için ölmeye hazırsa, Ağar'la neden ters düştüğünü, Soylu'yla ipleri gerçekten neden koparttıklarını, Nisan'da Türkiye'de ne olmasını beklediğini, 90'lardan bugüne tanık olduklarını anlatabilir.
Aksi takdirde aklını tatile çıkardığı beyanları da pek inandırıcı olmuyor.
* * *
Susurluk, bitmeyen, devam eden bir çizgidir.
Ayhan Çarkın, kendisinin de katıldığı Susurluk çetesinin cinayetlerini itiraf etti, deli denilerek, cezaevine konuldu.
Mehmet Eymür'ün bütün sözleri husumete bağlandı.
Sedat Peker, mafya olduğu için dinlenilmiyor.
Adalet arayanlar zaten "terörist" devletimize göre…
Susurluk'la bugünü kıyaslamak bu yüzden manasız.
İnsanı değil devleti bu kadar kutsayanların elbette sağlam bir nedeni var. O devlet olmazsa, bir teki bile korunamazlar.
Mümkün olduğu kadar bilgiyi almak, tüm olanakları zorlamak, siyasi hesaplar adına değil, hakikate bütünüyle ulaşmak için kulak vermek gerekiyor.
* * *
Ve unutmadan…
Bu ülkede, bir yargı kararına imza attığı için açıkça tehdit edilen ve daha sonra müzakere sırasında öldürülen Danıştay 2. Daire Başkanı Mustafa Özbilgin'e devlet sadece "çağrılı koruma", yani telefon açtığında kendisini korumaya gelecek koruma vermişti.
Uğur Mumcu'ya koruma verilmesi akla bile gelmemişti.
JİTEM'in hedef aldığı Musa Anter, hedef gösteren manşetlerden sonra öldürülen Tahir Elçi'ye koruma verilmesi düşünülmemişti.
Karanlığı aydınlatanların kim olduklarını ve nasıl öldürüldüklerini, cinayetlerin nasıl karanlıkta bırakıldığını biliyoruz.
Korumalarla, çakarlı lambalarla bugünlere gelen ve o karanlığın parçası olanlar, bildiklerini anlatsınlar yeter. Oradan bir kahramanlık hikâyesi çıkmaz ve bu muameleyi de hak etmiyorlar.