21 Temmuz 2019

Bir garip coğrafya, bir başka hukuk sistemi ve devletin eli

"Neden milim yol alamadığımızın, insanların yaşamlarının nasıl çalındığını da gösteren küçük hikâyesi..."

Alınteri ile kazanılanı, hak edilmeyeni almanın yol ve yöntemleri var bu ülkede.

Beslenip büyütülen, mağdurların sırtına basılarak yükselen, korunaklı kişilerin gasp ettiği haklar.

Kızlara verilmeyen topraklar, okutulmayan kızlar, evlendirilen çocuklar, silahlar, sürüp giden bir düzen, düzeni besleyen siyaset ve devlet.

Türkiye’deki hukuk düzeninin, adaletin ve sistemin yüzlerin açık seçik görülebildiği, korkusuzca poz verilen fotoğrafı. 

                                                            * * * 

Siverek denildiğinde akıllara önce isimleri siyasetten, suçtan, silahtan ayrı düşünülemeyen birkaç aile ve bu aileleri besleyen sistem geliyor.

Son örneğini İzol ailesinden 4 kişinin gündüz vakti yine İzol aşiretinden isimlerce öldürülmesiyle gördük.

İlk örnek değil ve belli ki son da olmayacak.

Biraz daha eskiye, daha başa gitmek gerekiyor olan biteni anlayabilmek için.

2003’te, Mehmet Ali İzol, Siverek’te, düğününe günler kala akrabaları tarafından öldürüldü. İddiaya göre, Mehmet Ali İzol’u, mal için öldüren akrabaları, suçu başka akrabalarına atarak mallarını almak istedi.

Yine iddiaya göre, AKP eski vekili Zülfikar İzol, cinayetle suçlanan akrabalarının mallarını cezaevinden çıktıklarında iade etmek şartıyla üzerine aldı.

17 yıl sonra ise bizzat öldürülenlerin çocukları tarafından görüntüleri çekilen ve sosyal medya aracılığıyla yayılan cinayet işlendi. İkisi kadın dört kişi öldürüldü, olayla ilgisiz iki kişi daha yaşama veda etti.

Soruşturma sürüyor.

Öldürülenlerin çocuklarının iddiası, olaydan bir gün önce jandarmanın köye gelerek evi kontrol ettiği, silah olup olmadığına baktığı yönünde…

Buraya kadar anlatılanlar biliniyor. Ancak Siverek’teki atmosferi, hukuku, adaleti anlamak açısından yine de gerekli. Ancak yeterli değil.

                                                             * * * 

Siverek’te yaşayan henüz 27 yaşında, 4 çocuk annesi Hülya’nın yaşadıkları bir başka örnek.

Son çocuğunu dünyaya getirdiği gün, çocuğunu dünyaya getirdiği hastanede çalışan kadın doktorun da kocasından dünyaya bir çocuk getirdiğini öğrendi.

Eşi Nazım A., Hülya’ya, dünyaya dördüncü kez kız çocuk getirdiğini anımsatıp, “diğer eşim” dediği kadın doktorun erkek çocuk doğurduğunu, bu yeni düzene alışması gerektiğini söyledi.

Hülya, ne kumalığı, ne aldatılmayı kabul etti.

Bunu eşine söylediğinde, iddiasına göre kayınvalidesinin, kocasının kardeşinin ve kocasının şiddetine uğrayıp “kapı dışarı” edildi. Eşine göre ise Hülya, çocuklarını bırakıp gitmeyi seçmişti.

Babasının evine yerleşti, güvencesizliğe, eşinin bölgedeki “gücüne”, tehditlere rağmen boşanmayı seçti, çocuklarını istedi. Siverek’te avukat aramaya başladı, kolay değildi.

Sırtını ilçenin en “sağlam” yerlerine dayadığı kocasının eli her yere uzanıyordu. Ankara’da yaşayan Siverekli bir kadın avukat, Suna Öztaşdönderen’le anlaştı.

Önce çocukları için mücadeleye başladı, kocasından en büyüğü 9 yaşındaki üç kızını alamadı, henüz kundaktaki yeni doğmuş kızını zorlukla yanına alabildi.

Diğer çocukları için dava açtı, mahkeme, geçici velayeti nihayet anneye verdi.

Nazım A. hakkında ise uzaklaştırma kararı çıktı, boşanma davası açıldı.

Eşi, çocukları görme hakkının olduğu gün hakkındaki uzaklaştırma kararına rağmen eve geldi.

Hülya’nın iddiasına göre, kendisini ve annesini tartaklayarak çocukları alıp gitti.

Bu sırada Hülya, avukatına ulaştı. Avukatın konuştuğu polisler, uzaklaştırma süresinin geçtiğini, işlem yapamayacaklarını söyledi. Avukatı, sürenin geçmediğini kanıtladı ama nafile. 

Nazım A., boş durmadı!

Kendisinin ve sevgilisinin çalıştığı hastaneye çocukları götürüp, annelerinin dövdüğüne dair “darp” raporu aldı. Savcılığa giderek şikâyetçi oldu.

En büyükleri olan 9 yaşındaki çocuk, polise, annelerinden hiç şiddet görmediklerini üstüne basa basa söyledi ama yetmedi.

Hastane yasal olarak darp raporu verdiğinde, hastane polisini de bilgilendirmeliydi ancak yapılmamıştı.

Küçük kız, ifadesinde hiç muayeneden geçmediklerini, babasının bir doktorla konuştuğunu ve kendilerini bunları anlatmamaları için tembihlediğini söyledi ancak bu da yetmedi.

Avukat, savcıya hastanenin konuyu polise bildirmemesinin şüpheli olduğunu aktardı ancak bu da yeterli olmadı.

Çocuklar bütün şüphelere rağmen yeni bir muayene için hastaneye sevk edilmedi.

Savcılık, Hülya’nın şiddet görmesi ile ilgili olarak ise darp raporunun üç gün sonra alınmasını gerekçe göstererek takipsizlik verdi.

Hülya hakkında ise çocukları darp ettiği gerekçesiyle tehdit ve yaralama suçundan dava açtı.

Şiddet gören kadın, şiddet gördüğü için yargılanacaktı.

Hülya, çocuklarını görememekten, kaçırılmalarından korkuyordu.

Elinde mahkeme kararı vardı.

Bir seferinde çocukları okuldan alabilmek için gitti ancak okul idaresinden, “Sana veremem” yanıtı aldı. Güç bela görebildi çocuklarını.

Hülya’nın yargılandığı davanın duruşmasına, bölge barolarından çok sayıda avukat geldi. 

Çocuklarla ilgili rapor veren doktor hakkında suç duyurusunda bulunuldu ama kaymakamlık soruşturma izni vermedi. 

Üzerine Hülya’yı aldatan kocası, iftiraya uğradığı gerekçesiyle tazminat davası da açtı.

Hülya’nın yaşadıklarının, gördüğü şiddetin hesabı ise hala sorulamadı.

Nedeni basit.

İlişkiler, güçlü aileler, hakkı olmayanları talep edenler ve alabilenler.

                                                             * * * 

Yeniden başa dönmek, fotoğrafı tamamlamak için gerekli.

Sedat Bucak, Susurluk’taki araçtan çıktığında, Türkiye’nin bir dönüm noktasına geldiği, kirli ilişkilerin her birinin açığa çıkacağı, derin devletin sona erdirileceği sanılmıştı.

Elbette öyle olmadı.

Siverek’teki güç ilişkileri, iyiden iyiye sağlamlaşarak devam etti, Türkiye fotoğrafının ilişkilerin gizlenmesine bile gerek görülmeyen tipik bir örneğiydi.

Birkaç yıl sonra ise İzol kararı karşımıza çıktı. 

9 Temmuz 1980 gecesi, yine mal davası nedeniyle Yakınyurt köyünde çıkan çatışmada, aralarında çocuk, yaşlı ve kadınların da bulunduğu köylülerden 12 kişi öldürüldü. 

Cinayetleri işlediği gerekçesiyle teslim olan, dönemin AKP milletvekili Zülfikar İzol’ün akrabası Mustafa İzol, hapse mahkum edildi. 

Cezasını çekiyordu ki Adalet Bakanlığı’nın başvurusuyla dosyası Yargıtay’da yeniden görüşüldü ve tahliye edildi.

Aynı karardan, Bahçelievler’de 7 TİP’li öğrenciyi öldüren Haluk Kırcı da yararlandı ve tahliye oldu.

Her ikisinin işlediği cinayetler “tek suç” sayılmıştı. Öyle olmadığı, yanlış karar verildiği kaçmalarından sonra anlaşıldı.

Kırcı bir süre sonra yakalandı, kuşa çevrilen cezasını yatıp çıktı.

İzol’ün cezası da eridi, dosyasının akıbeti bilinmemekle birlikte, iddiaya göre cezasını tamamladı.

Aynı yıl fotoğrafa bir parça daha eklendi.

Mustafa İzol’ün 1980’de yaptığı katliamdan yaralı kurtulan Lamia Türk, yeğeninin kurşunuyla yaşama veda etti.

                                                                  * * * 

Hikâyenin sonu, anlayabilmek için olanı biteni, bir çırpıda anlatabilmek için ya da en güzeli!

Bütün olan bitenlerden sonra bütün olayların merkezindeki ailelerden siyasete meraklı çok sayıda isim çıkmaya devam ediyor.

Kimin ne olduğunun bile önemi yok.

Artık alışkanlık haline gelen seçimlerde bu ailelerden bazı isimler iktidar partisinden, bazı isimler ana muhalefet partisinden aday oldu.

İstanbul seçimi yapıldığında da partilerin “kanaat önderi” diye tarikat ve cemaatlerle birlikte yolunu tuttuğu “hemşehriler” aynı ailelerdendi.

Neden milim yol alamadığımızın, insanların yaşamlarının nasıl çalındığını da gösteren küçük hikâyesi. 

Yazarın Diğer Yazıları

Cezaevi, dava ve yasaklar ülkesinde seçim sonrası "kulisleri": Erdoğan AKP'yi, Çukurambar Erdoğan'ı bırakır mı?

AKP'nin hikâyesi çok uzun bir zaman önce gecekondu mahallelerinden Çukurambar'a taşındı

Deprem skandalı: Her şeyden sorumlu Cumhurbaşkanlığı, İsias Otel'de, yıkılan tüm binalarda sorumsuz

Kentler yıkıldı, binlerce insan öldü ancak uçan kuştan bile sorumlu Cumhurbaşkanlığı'nın hizmet kusuru olduğunu iddia etmek bile mümkün değil

Devlet, ağzındaki baklayı çıkardı: "Ölmeniz, tedaviden daha ucuzsa…"

Devlet, ölüm durumunda ödeyeceği tazminat yüksek değilse, ilaç bedelini ödemek yerine ölmemizi tercih ediyor