Kıymeti büyük bir hikâyesever sormuştu, Yazar Mehmet Eroğlu'na atıf yaparak, "Tatar Çölü'nü okudun mu?" diye.
Okumamıştım. Eroğlu'nun, insanların ikiye ayrıldığını anlattığını aktarmıştı ardından; "Tatar Çölü'nü okuyanlar ve okumayanlar…"
"Belki herkesin hayatında böyle net ayrımlar yaptığı kitaplar, filmler, şarkılar vardır" diye geçirmiştim içimden. Tatar Çölü'nü okuduktan sonra ise anlamıştım ne demek istenildiğini, belki hayatını yeni baştan değiştirebilmek, bir başka kader yazmak gibi üçüncü bir seçeneğin de var olabileceğini düşünerek.
Önce birkaç günde, sonra birkaç ayda ayrılmayı tasarladığı kalede ömür geçiren subayın öyküsünün anlatıldığı roman, hayatın yeniden inşası ve bir başka insan olabilmenin nasıl bir irade gerektirdiğini gözüne sokuyordu insanın. Ve pişmanlıklardan sonra önüne çıkan yol ayrımlarını ıskalamanın neye mâl olacağını…
Ve lakin bazen üçüncü seçenek imkânı hiçbir biçimde yoktur.
Bir bayram sabahı, artık sahibi kalmamış koltuklar, kaşıklar, bardaklar geç kalmanın geri dönüşsüz pişmanlığını size öğretir.
Bu yüzden sevin ya da sevmeyin, yaşayın doyasıya ya da hiç oralı olmayın, bayram sabahları yüzünüze bir ayna tutar…
* * *
"Eski bayramlar" ifadesi çoğunlukla çocuklukla ilgilidir.
Herkesin çocukluğu ya da ilk gençliğinden gelen, rüzgârın taşıdığı bir nefes vardır bayram sabahlarına dair. Bazen karanlık bir nefestir kokusu gelen. Bazen ise apaydınlık, bir bahar dalı gibi, coşkulu bir tazelik…
İnanmaktan vazgeçtiği için, bir kuytuya savrulduğu için, o kalabalıkta kaybolduğu için, zaten hiç var olmadığını düşündüğü için, görünmediği için, görmedikleri için, gerçek bulmadığı için sevmeyebilir insan o sabahları. Lakin, işte sonuçta bu toprakların adeti. O sevmeyenlerin de genellikle bir arzusu ve özlemi vardır bayram sabahlarına dair. Olmasını arzu ettiği bir dünya vardır.
Bazen de anlar vardır. Güneşli bir bayram sabahında, sandalyelerin koltukların sevdiklerinle dolu dolu olduğu, kime laf anlatacağını şaşırdığın, kime gülümseyeceğini bilmediğin bir serinlik… Sahipleri belli koltuklar vardır, hep orada oturacaklarına inandıkların. Pişmanlıklarını düşünmeye vaktinin bile olmadığı ya da onlarla henüz tanışmadığın…
* * *
Her zaman her şey "hem iyi, hem kötü" dengesinde ilerlemiyor.
Saf kötülük denilen bir gerçek var, saf yanlış, saf günah…
Yaralı taklidi yapan kişiye yardım eden kadının anlattıklarından bayram sabahına uzanan bir kötülük var. Yardım etmeye çalıştığı kişi tarafından alıkonulan, tecavüze uğrayan, gittiği polis merkezinde "o saatte ne işin vardı" denilen Gamze'nin bir daha asla eskisi gibi olamayacak bayramları var. O kadına tecavüz ettiği söylenen Y. E. Çakır adlı kişinin serbest bırakılması var, kadının derdine deva olunması gerekirken, ufacık da olsa adaletin sağlanması için uğraşmak zorunda kalmak zorunluluğu var.
Muş'ta kocanın kardeşinin tecavüzüne uğrayan Fatma'nın artık aramızda olmaması gerçeği var. Jandarmaya şikayet etmesine rağmen tutuklanmayan S. Altınmakas'ın elini kolunu sallayarak dolaşması, kocasının ise kardeşinden hesap sormak yerine Fatma'yı öldürmesi hakikati var yüzümüze çarpan.
Pınar Gültekin'in geride bıraktıkları var. Arkasından söylenenler var. Katili korumak için hesaplar açan, mesajlar atanların aramızda dolaşmaları var.
Ve tüm bunlar olurken bu insanları korumak için çıkartılmış İstanbul Sözleşmesi'ni kaldırmak için çırpınan koca koca adamlar var. Hiçbir şey kaybetmemiş, kaybın ne olduğunu bilmeyen, iktidarının peşine düşmüş, zerre anlamayan, anlamak istemeyen, o sözleşmenin ne anlattığını bile okumamış, o sözleşme uygulanmadığı için kaç kadının zarar gördüğünü aklına bile getirmemiş, sıkılmadan sözleşmenin sorun yarattığını söyleyerek büyük büyük konuşan adamların çektirdiği fotoğraflar var.
Yakınlarının sadece etkili bir soruşturma yürütülsün diye çırpındığı Nadira Kadirova var, Rabia Naz var… Ve zaten adalet aramak için elinde sadece sosyal medya kalan insanların seslerinin tamamen kesilmesi çabası var.
Fotoğraf: Hakan Bintepe (Sendika.Org)
* * *
Bazı sokakların sonu çıkmazdır.
Bunu bilenler ve bilmeyenler vardır, Tatar Çölü'nü okuyanlar ve okumayanların olduğu gibi.
Ve zaman eninde sonunda geçip giden bir şeydir.
Bayram sabahları, bu büyük sırrı kulağına fısıldar.
Kimileri ağlayarak bir mezar başında geçirir o sabahları, kimileri bir boşluk hissiyle.
Kimileri, hâlâ sevdikleriyle…
Mühim olan, pişmanlık duyacak adım atmamayı öğrenebilmektir.
Zira anlamaya takatin varsa hayat bunu mutlaka öğretir.
Mutlu bayramlar…